2024'ten mektuplar
Ne garip... Hayatta en istikrarlı olduğum konu istikrarsızlık olduğu halde, ucu yanık mektuplarımla kızıma 37 yaşımdan seslenme konusunda müthiş bir istek ve iştiyak var içimde.
Tarihin arka odasından tek bir okuyucuya, ama okuyucuların şahına seslenmek, seslenirken kendime, içine doğduğum çağa ve kültüre uzaktan bakmak, içimi dökmek, taşanları toplamak, topladıklarımı taşırmak, günü gelip merakla okuyacağın bir yaşam öyküsü bırakmak en büyük mirasım olsun diye, sesleniyorum sana...
İçine doğduğumuz çağ, aslında içine doğulacak değil de içine… Neyse daha baştan terbiyeyi elden bırakmayalım. Öyle tuhaf bir çağ işte... 2024’lere girdiğimiz günlerdeyiz ve sen beş yaşındasın. Sen güzelliğinin zirvesindeyken, bense gençliğim ve güzelliğimin dibini sıyırmaktayım.
Akıllı telefonlarla ve sosyal medyayla son derece buldumcuk, düzeysiz ve yasak bir aşk yaşıyoruz. Beni bırak anneannen, deden, babaannen bile telefona paçasını kaptırdı.
Depresyon nesliyiz biz yavrum. Kıtlık, yokluk, savaş görmedik; lakin ruhlarımız kabına sığmıyor, mengenede sıkıştıkça sıkışıyor. Evlere, kentlere, koca koca lüks binalara sığamıyoruz.
Madde bağımlısıyız, maddeciyiz, eşyanın hastasıyız... Özellikle de bizde olmayıp "el alemde" olanına... Elde ettiğimizde hevesimiz kaçıyor, komşunun eşeği hep daha güzel, elin hayatı hep mükemmel görünüyor. "Benim olacak Fıstık, binicem üstüne, vurucam kırbacı, vurucam kırbacı..." dedirtiyor.
Büyüdüğünde durum nasıl olur bilmem ama şimdilik, "Eller çiçek biz saman, eller yahşi biz yaman...”