59 intiharın verdiği mesaj ve imdat çığlığı! POLİSLER İKİNCİ SINIF MEMUR MU?
2021 yılında Çanakkale’de bir akşam.
Aynalı Meyhane’nin önü. Mekânın ‘bodyguard’ ları, yani fedaileri ile bir başka barınkiler kavgaya girişiyor. Sebebi belirsiz. Olay yerine polis çağrılıyor. Genç meslektaşlarının “Şef” dediği 50 yaşındaki polis memuru Hüseyin Emren de aralarındadır. Kavgayı ayırıp olayı sonlandırmak isteyen polisler bu kez kavga eden bu magandaların saldırısına uğruyor. Onlardan biri Polis Memuru Hüseyin Emren’in kafasına demir bir sopa ile vuruyor. Emren’in kafası yarılıyor, kaşı parçalanıyor. Doğal olarak hastaneye kaldırılıyor ve aylarca tedavisi sürüyor.
Tabii dava açılıyor.
Emniyet, Hüseyin Emren ile birlikte yaralanan diğer mağdur polislere avukatlık ücretlerini ödüyor. Ama onları savunan avukatlar barodan atanıyor. Mağdur 3-4 polis mahkemeye yalnız gidiyor. Karşılarında ise saldırgan taraf bir avukat ordusuyla birlikte bu mafya bozuntusu fedailerden oluşan 40-50 kişilik kalabalıkla baş başa bırakılıyor.
Bakışlarda tehdit dolu ifadeler, gizli gizli fotoğraf almalar.
Soruyorum, İçişleri Bakanlığı ile Emniyet Teşkilatı’nın neden hukuk büroları yok?
Bu türden olayların akabinde duruşmalara Bakanlık ve Teşkilat’ta görevli en az beş avukat görevlendirilse, emniyetten en az 10-20 polise duruşmaları izlemek üzere izin verilse, devlet kendini orada hissettirse ve ortalık bu çakal sürüsüne bırakılmasa daha iyi olmaz mı?
Hâkimler ise sanki uzaydan gelmiş gibi polislere de TARAFLARDAN BİRİYMİŞ muamelesi yaparak onlardan aleni olarak güncel adres, kimlik bilgilerini alıyor, anne ve babasının adını bile soruyor.
Hâkimlerin polis memurlarına sorduğu sorular ise Türkiye’deki hukuk sistemi açısından İÇLER ACISI ve bunun hâlâ düzeltilemiyor oluşu ayrı bir garabet.
Kamu adına çıkan bir kavgayı dağıtıp sorumluları gözaltına almak için olay yerine giden ve orada kavga edenlerin saldırısına uğrayıp hastanelik olan polislere sorulan sorulara bakın:
-Neden orantısız güç kullandın?
-Silahla ateş etmişsin, silahın en son çare olarak kullanılması gerekmiyor mu/
-Kaçma imkânın yok muydu?
Şaka gibi değil mi?
Olayı bastırmak, dağıtmak ve sorumluları gözaltına almak için kamu görevi yapan polise “Kaçma imkânın yok muydu?” diye soran bir hâkim.
Pes!
Silahın en son çare olarak kullanılması gerektiğini bilmiyor muymuş?
Tabii; bilmesi gerekir. Saldırganın kendisini öldürmesini beklemeli değil mi?
Herkes Şeyda Yılmaz olsun, beklesin ve öldürülsün bir manyak tarafından.
Bugün bu polis memurlarının duruşması var, yeniden ifade verecekler…
Allah onlara sabır, Hükümete de izan versin diyorum.
Burada en önemli sorumlu İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Teşkilatı.
Kendi mensuplarına sahip çıksın.
Yetkilerinin artırılması için kanuni düzenleme talep etsin, gerekirse yasalar çerçevesinde yeni yönetmelikler çıkarsın.
Polisin elini kolunu bağlamasın.
Değneksiz köyde köpekler dolaşmasın.
Şu hale bakın.
Polis suçlulara ve elinde silah bulunan saldırganlara kendi silahıyla müdahale edemiyor. Edenlerin de vay haline, ölümlerden ölüm, cezalardan ceza beğen.
Aşağıdaki habere bakın.
Üç polis ile bir bekçiyi yaralayan psikolojisi bozuk bir adamı tabanca ile etkisiz hale getiren 3 polise müebbet hapis cezası istenmiş.
Tabii ya, polisler öldürülmeyi beklerken saldırganı muayene etmek üzere bir doktor çağırıp “Biz dokunmayalım, gerekirse o bizi öldürsün, madem psikolojik rahatsızlığı var” mı demeliydi?
Müebbet isteyen savcıya da onu dinleyen hâkime de bunları Adalet Bakanlığı sisteminde çalıştıranlara da söyleyecek söz bulamıyorum.
NE İZİN VAR NE MAAŞ; VARSA YOKSA ÖLÜMÜNE ÇALIŞ
Polis memurları da Türkiye’deki 5 milyondan fazla memur gibi 657 sayılı Yasaya tabi ama nedense İKİNCİ SINIF MUAMELESİ görüyorlar.
Ağır çalışma koşulları ve gördükleri haksızlıklar nedeniyle aralarında psikolojik olarak dirençsiz olanlar ne yazık ki özel nedenler de eklenince hayatlarına kıyıyorlar.
Neden sırf geçen yıl Emniyet Teşkilatı’nda 59 polis memurunun intihar ettiğini hiç düşündünüz mü?
Evet intihar kişisel bir olaydır ve önce kişinin kendi sorunlarıdır sebep ama onu tetikleyen diğer koşulları asla unutmamak gerekir. Özellikle de mesleki baskı ve kötü çalışma koşullarını.
Kötü çalışma koşulları dedik değil mi?
Türk emniyetinin Dünya’da eşi benzeri yok. Kolombiya da olmasa birinci olacakmışız.
Çalışma saatleri haftalık 45 saatten başlıyor 90 saate kadar uzuyor. Bu saatlere miting, maç, sınav görevleri, yol uygulamaları, umuma açık yerlerin denetlenmesi, seçim ya da konser gibi ek görevler eklendiğinde bir polis memurunun haftalık çalışma süresi 120 saate kadar uzayabiliyor.
Peki tüm memurlar için uygulanan haftalık 40 saatin neredeyse üç katı olan bu çalışma süresi nedeniyle polislere FAZLA MESAİ ödeniyor mu?
HAYIR!
Bu insanlık dışı hal nasıl olup da İçişleri Bakanlığı ve Hükümet tarafından dikkate alınmıyor?
Türkiye’nin netameli bir coğrafyada kurulu bir ülke olduğu gerçek. Adli vakaların çok sık yaşandığı ülkelerin arasında da öne çıkıyor.
Sen hem polise yetki verme hem ona “Canını ortaya koy, ateş etme ama öl” hem de “Haftada 120 saat çalış ve mesai de alma” diyorsan orada ciddi bir sakatlık vardır.
BU KADAR DA DEĞİL; MAAŞ DA YOK İZİN DE…
Bu insanlık dışı çalışma karşılığı fazla mesai olarak ödenmiyor da polis memurlarının maaşı yaptıkları işle orantılı olarak daha mı yüksek dersiniz?
Hayır, tam tersine daha düşük.
İşte alın, aşağıda bir öğretmenin maaş bordrosu var. Maaşı 56 bin lira net.
Bu da gece gündüz demeden kelle koltukta çalışan bir polis memurunun maaş bordrosu.Net 54 bin lira.
Ne adalet ama…
Peki milli ve dini bayram izinlerinde adalet var mı dersiniz.
Tam tersine.
Aşağıdaki tablo da polis memurları ile diğer memurlar arasındaki izin adaletsizliğinin bir göstergesi.
MOBBİNG VE YER DEĞİŞTİRME KORKUSU
Polis memurlarının neredeyse tamamının yer değiştirme korkusu yaşadığını biliyor musunuz?
Yukarıda intiharlardan söz ettik.
Maalesef bazı polis şefleri yer değiştirme tehdidini bir sopa gibi kullanabiliyor ve mobbing uygulayabiliyor polis memurlarına. Bu da aile düzeni zaten sallantıda olan ve ruh sağlığı bozulan polis memuru üzerindeki baskıyı artırıyor, yeniden bozulan düzeni, kaybolan motivasyonu derken her şey acı bir sonla noktalanabiliyor.
Ne olması gerektiğini İçişleri Bakanlığı’nın ve Emniyet Teşkilatı’nın üst kademe bürokratları, bizatihi Bakan Ali Yerlikaya’nın kendisi biliyor.
Polis memurlarının talepleri çok açık.
Teşkilat mensuplarının çalıştıkları yerlerde uzmanlaşması, branşlaşması, keyfi tayinlerin önüne geçilmesi, polis memurlarının ilden ilçelere, ilçeden başka ilçeye yapılan atamalarına son verilmesi son bulmalı.
En büyük sorun da İKİNCİ ŞARK HİZMETİ.
Nereden çıktı bu yahu.
Evvelden bir defa yapılırdı.
Polis memuru gelmiş 45-50 yaşına, gençliğin enerjisiyle bitirdiği birinci Şark hizmetini o yaşında yeniden yaşamak istemiyor.
Zaten son derece zor koşullarda çalışan bu meslek mensuplarının bu işten nefret etmeleri mi isteniyor?
İntihara sürüklenen polis memurları için bu koşulların tetikleyici olduğu hâlâ anlaşılamıyor mu?
Daha 14 Kasım 2024 tarihinde yaşandı.
Gaziantep, Şehitkamil ilçesi Yamaçtepe mahallesindeki boş arazide Gaziantep Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görev yapan 27 yaşındaki gencecik bir delikanlı; Bağruhan Tuğra Kurbanoğlu’nun cansız bedeni bulundu bir otomobilin içinde. İntiharı öncesinde “Siz, benim ruh halimi anlamıyorsunuz" diye bir mesaj gönderdiği ortaya çıktı.
Olay yerinde Sarsılmaz marka beylik tabancası ile 1 adet 9 mm kovan koruma altına alınmış.
Silahı korumaya almak kolay.
Keşke polisinizi de koruyabilseydiniz.
Yazık oluyor beyler yazık.
Hiç polis teşkilatının içinde konuşulanlara kulak veriyor musunuz?
Vermiyorsunuz tabii.
Ben biliyorum ama…
Şu kadarını söyleyeyim.
Bu vahim durumu düzeltmediğiniz takdirde onlardan ve ailelerinden bir daha oy alabilmeniz hakikaten çok zor.