7 Şubat
7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan, özel yetkili bir savcı tarafından ifadeye çağırılıyor, Cumhurbaşkanımız (o dönem için Başbakan) Tayyip Erdoğan’ın ameliyata girmeden önce son anda yaptığı müdahale ile Hakan Fidan ifadeye gitmiyordu. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın mensupları ile görevli kolluk kuvvetleri kısa süreli bir kriz yaşasada Hakan Fidan ifadeye gitmeyip çok büyük bir yargı kumpasının önüne geçmiş oluyordu.
Toplumsal hafızalarımızı zaman zaman tazelemekte yarar var. Tarihe 7 Şubat Mit Müsteşarlığı krizi olarak geçecek bu sürece nasıl gelindiğini irdelemek gerek. İlk olarak 12 Eylül 2010 referandumu ile start verildi. Referandumda yapılan en önemli değişikliklerden biri ise HSYK’nın yapısının ve isminin değiştirilmesine ilişkindi. Ancak anayasa değişiklikleri halkın önüne getirilmeden önce CHP tarafından Anayasa Mahkemesi’ne iptal ve yürütmeyi durdurma talepli başvuruda bulunuldu. Anayasa Mahkemesi ise Anayasa Mahkemesi ve HSK’a üye seçimine ilişkin maddelerin belirli kısımlarını iptal ederek, taslağın halkın önüne getirilebileceğine karar kıldı. Bu yapılabilecek en büyük hatalardan biriydi. Böylelikle yıllardan beridir yargıya insan yetiştiren FETÖ, artık yargının yönetimine yani Hakimler ve Savcılar Kurulu üyeliklerine etki edebileceklerdi. 12 Eylül 2010 referandumu sonrası ise FETÖ daha da arsızlaşacak ve devletin üç temel erkinden biri olan yargı yönetimini elinde bulundurmanın verdiği özgüven ile saldırganlaşacaktı.
HSK’yı ağırlıklı olarak ele geçiren FETÖ, sırasıyla;
3 Temmuz 2011 şike kumpası
7 Şubat 2012 MİT Müsteşarlığı krizi
17-25 Aralık 2013 Operasyonları
15 Temmuz 2016 darbe girişimi
saldırılarını gerçekleştirdi. 4 Nisan 2015 tarihinde gerçekleşen Fenerbahçe takım otobüsünün kurşunlanması olayının failleri henüz yakalanmasa da bunun bir FETÖ kumpası olduğuna ilişkin güçlü emareler de mevcut.
Geriye dönüp baktığımızda yapılan bir hata ülke tarihinde çok ağır krizlerin önünü açtı. FETÖ’cüler başından beri bu planla hareket ettikleri için 2010 referandumunda evet oyu kullanılması adına “mezardan kalkın evet deyin” sloganlarını dillere pelesenk haline getirmişlerdi.
İşte 7 Şubat 2012 krizi, FETÖ’cülerin 12 Eylül 2010 referandumuyla elde ettiği güç ile yaptığı en büyük kumpaslardan biriydi. Hakan Fidan’a yapılan suçlama ise tam bir akıl tutulmasıydı; KCK/PKK terör örgütüne yardım ve yönetmek! Gerekçe olarak ise çözüm sürecinin başlangıcı olan Oslo görüşmeleri gösteriliyordu. Düşünebiliyor musunuz, bu ülkenin Milli İstihbaratının başındaki insan terör örgütüne yardım etmek ve yönetmek ile suçlanıyordu. Bu kadar pervasız ve cüretkar olabildiler. Nitekim o dönem Başbakan olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, yapmış olduğu açıklamada “hedef bendim, beni de tutuklayacaklardı” demişti.
Elbette ki yargı mensuplarımızı oluşturan kişilerde insan. Belirli bir siyasi ideolojileri olması kadar doğal bir şey yok. Ancak ellerinde bulundukları yetkileri kötüye kullanıldıklarında ülkemizin nasıl krizler yaşayacağı artık toplumsal hafızamızda yer etti. 1960 darbesi sonrası İstanbul Üniversiteli hukuk profesörlerinin Menders ve arkadaşlarını yargılayın baskısı, 1970’lerde Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idamı, 1980 sonrası 17 yaşındaki Erdal Eren’in idamı, 28 Şubat gölgesinde generallerden brifing alan yargıçlarımızı da unutmamalıyız. Bunların tamamı, hukuk dünyamızda bir daha asla olmaması için hep hatırlanması gereken olaylardır.