Abdullah Ağar: Türkiye-Rusya-Suriye hattında Şam'ın aklında ne var?

Atlantik’in ürettiği güvensizlik ve çatlaklardan beslenen, gelişen, böylece Aleksander Dugin’in jeopolitik kurgularını ve hayalleri kamçılayan, Putin Rusya’sının da ilgi ve etki alanlarında kimi zaman büyük bir gümbürtüyle, kimi zamanda sessiz ve derinden taşlarını döşediği, en azından döşemeye çalıştığı Rus başat Yeni Avrasyacılığının Türkiye kısmı, Suriye’de yaşanacak olası süreçle gelişecek mi, ayak sürümeler eşliğinde yaşanan sürüncemelerle akametleri mi oynayacak, yoksa Badiye denilen Suriye çölünün kızgın kumlarına mı gömülecek?

Tabii oluşum sadece kendi döngüsünde değil. Ortalık olası Ankara-Moskova-Şam siyasi üçgeninin güllük gülistanlık bir atmosferde şekillenmesine engel olabilecek hassasiyetler ve aktörlerle dolu.

Türkiye’nin ve Türkiye himayesindeki güçler,

İdlib’tekiler başta kontrolsüz güçlerin refleks ve hassasiyetleri,

YPG/PKK, Şii Milis, Hizbullah ve İran’ın manipülasyonları,

Süreci etkileyebilecek savaş baronlarının, güç ve menfaat odaklarının duygusal hassasiyetleri,

ABD ve İngiltere başta Atlantik’in, İsrail’in karşı kurgu, strateji ve baskıları…

Yani bir de bunlar var. Hadi bunların hepsi bir tarafa, çözüme dair bir Putin iradesi gerçekten var mı? Putin ve Rusya’sı bu işe gerçekten sahip çıkacak mı, çıkabilecek mi? Yoksa ortada bir iradeyi, etkiyi, karşı bir iş birliğini ortadan kaldırmaya, kopartmaya dair bir arayış mı var?

Bütün bunların üstüne, Rus iradesine bağlı sürece damgasını vuracak bir diğer temel parametre de şu:

Şam yönetimi, etkisi altındaki toplumsal katmanlar, siyasi ve silahlı güç odakları buna ne diyor?

Son derece pragmatist bir yaklaşımla, bütün zorluklarına rağmen, Putin ve Erdoğan müşterek bir payda ve etki üzerinden sorunun çözümüne adım atabilir, mesafe kat edebilirler. Bu anlamda karşı tarafın karar vericisi ve hükmedicisi Putin. Ancak uygulayıcısı sadece o değil. Süreci bir muhatap, üzerinden jeopolitik kurgu yapılan bir proxy, bir güç ve operasyonel taraf olarak Şam Yönetimi ve bağlarıyla yürütmek zorunda.

Yazı da bununla ilgili.

Şam eksenindeki siyasi ve diplomatik odaklar Türkiye’ye, ÖSO’ya, Suriye muhalefetine ve konunun gizli öznesi YPG/PKK terör örgütüne nasıl bakıyorlar?

Yakalayabildiğimiz yetkin görüşler, bize bazı fikirler verecektir.

***

Bunlardan ilki IKBY medyasına röportaj veren ve Esad yönetimine yakınlığı ile bilinen Suriye Halk Meclisi eski milletvekili Şerif eş-Şehade.

Konumuzla ilgili Şerif eş-Şehade diyor ki:

Hepimizin de duyduğu gibi Türk yetkililer sürekli teröre karşı mücadeleye vurgu yapıyor. Erdoğan son günlerde yaptığı bir açıklamada, Suriye ve Türkiye’ye karşı planlar olduğunu ve bu planın aktörlerinin de ABD, Koalisyon Güçleri ve DSG (PYD) olduğunu söyledi. Biz de bölgede terör olduğunu biliyoruz. IŞİD, Nusra Cephesi ve bütün radikal gruplar da bu terörün birer parçasıdır.

Açık ve şeffaf bir şekilde söylüyorum; DSG Suriye hükümetinden ayrılmak ister, devlet ile savaşır ve ABD ile işbirliği yaparak petrol kuyularını ele geçirmeye devam ederse, Suriye hükümeti bunu kabul etmeyecektir. Türkiye ister içinde olsun ister olmasın. Konu açıktır. Suriye’nin yanında olanlar korunacak, savunulacaktır ama Suriye’yi bölmek ve sistemini parçalamak isteyenlere karşı da her türlü mücadele verilecektir.

Suriye diyalog ve müzakere için hazırdır. DSG otonomi fikrinden vazgeçerse, onlar da bu toplumun bir parçasıdır, hakları ve görevleri vardır, onlara da diğer tüm Suriye vatandaşları gibi davranılacaktır. Fakat ülkeyi bölmek için ABD ile iş birliği yaparlarsa o artık farklı olur. Kürt kardeşlerimizin birtakım talepleri olabilir ve Suriye hükümeti bunları uygulamak için onlarla müzakereler yapabilir.

Şerif eş-Şehade Türkiye’nin Suriye’deki varlığı için de;

Bu Türk işgalidir. Türkiye bir an evvel Suriye topraklarının tamamından çıkmalıdır. Türkiye gökyüzünden inmiş bir ilah değil, işgalcidir. Çıkmaz ise Suriye halkı onlara karşı savaşacaktır. Fakat çıkarsa o zaman diyalog olur. Bu nedenle diyalog için yol açılmalıdır. Bunun ilk adımı da Türk kuvvetlerinin İdlib’den, Suriye’nin diğer bölgelerinin tamamından çekilmesidir. 

***

Şam ekseninden bir diğer kişi de muhalif gazeteci Hediye Levent’e konuşan ve Levent’in; Halep'in tanınmış isimlerinden, eski basketbolcu, Suriye Parlamentosu bağımsız Milletvekili, Arap Dünyası ve Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı olarak tanımladığı Butros Merjane.

Merjane konumuzla ilgili şunları söylüyor:

Türk Devleti, gerçek bir diyaloğun ancak Suriye Devleti’nin topraklarını geri alması ile başlayabileceğini kabul etmeli.

Bu militanların bulunduğu topraklar Suriye toprakları ve Suriye Devleti’nin buraları da kontrol altına alma hakkı var ve bu militanlar Türkiye tarafından yasa dışı bir şekilde silahlandırılmışlar. Bu nedenle devlet bu grupları silahsızlandırmalı ve bulundukları yerleri de kontrol altına almalı.

(Türkiye’nin desteklediği) Militanlar Suriye Devleti’ne karşı silahlandı. SDG ise Suriye Devleti’ne silah doğrultmadığı gibi devletten silah talep etti. Ancak yine de (SDG de) silahlandı ve (devlet kurumları dışında) silahlanma nerede olursa olsun kabul edilemez. SDG de mantıklı hareket etmeli ve silahlarını teslim ederek Şam hükümeti ile müzakerelere dönmeli ve durum normale dönmeli.

(Türkiye ve Suriye arasında) Adana Anlaşması var ve bu anlaşma Türkiye’ye (Suriye içine) 5 km kadar müdahale etmesine izin veriyor. (Suriye ve Türkiye arasında) siyasi açıdan çözüme ulaşılırsa buna geri dönülebilir.

***

Görüşlerine yer vereceğim 3.kişi de Suriye'nin eski Ankara Büyükelçisi Nidal Kabalan.

O da diyor ki;

- Türkiye'nin terör örgütlerine verdiği desteği kesmesi. (Kastı ÖSO)

- İdlib ve diğer iller, Bab el-Hava Sınır Kapısı ve Lazkiye'yi Halep'e bağlayan M4 karayolu ile Suriye'nin kuzeyi ve kuzeydoğusunun yeniden Suriye devletinin kontrolüne verilmeli. (Kastı Türkiye’nin harekat yaptığı alanlar.)

Ankara'nın silahlı güçlerini (ordusunu) Suriye topraklarından çekmesinin yanı sıra, desteklediği silahlı milislerini de Suriye’de bırakmamalı. (Kastı ÖSO'nun da silahlarıyla birlikte Suriye'den çıkması, Türkiye’ye geçmesi.)

Türkiye’nin Batılı ülkelerle olan ilişkileri ve NATO üyesi olması nedeniyle birçok Suriye devlet kurumu ve şahsiyetine yönelik yaptırımların kaldırılmasına yardımcı olması.

Özellikle İdlib’teki yabancı savaşçılarla ilgili ise:

Ya Türkiye'nin yardımıyla yabancı teröristler Suriye’den çıkarılacak, (Elleri kana bulaşmayanlar affedilecek)

Ya da askeri bir çözüm ile İdlib ve diğer bölgelerde bu gruplar ortadan kaldırılacak. (Buradaki kastı da İdlib’teki TR kontrolü dışındaki Nusra başta diğer silahlı gruplar, cihatçılar ve terör örgütleri) Sanırım burada Türkiye İdlib'teki yapılarla nasıl kafa kafaya girer, ona dair de bir hesap yapılıyor olmalı.

***

Şimdi artık biz de bazı yorumlar yapabiliriz.

Öncelikle Esad tarafı konuya kesinlikle bizim gibi yaklaşmıyor. Kavramlarımız ve hassasiyetlerimiz farklı. Öncelikle bizim terörist-terör örgütü olarak tanımladığımız içinde, 11.000 dağ kadrosu PKK’lı terörist olan YPG/PYD/DSG/SDG/PKK’yı ‘Terörist’ olarak kabul etmede büyük sıkıntıları var.

Aksine onlar ÖSO bileşenlerini ‘terörist’ olarak görme eğiliminde.

Şu ifade çarpıcı. PKK silahlandı, ama bize kurşun sıkmadı! Ama ÖSO bize kurşun sıktı! Sanırım onlar için bu, ülkelerini parçalayan bir terör örgütünün kendilerine kurşun sıkmaması, temel bir karine.

Artık bundan sonrası sizlerin muhakemesine kalıyor.

Şimdi bu ön koşulların ne anlama geldiğini...

- Kabul edildiği takdirde üreteceği bedelleri...

Karşı karşıya kalabileceğimiz çok daha ağır ve sert:

- Düzensiz göçmen istilasını,

- Güvenlik kaosunu,

- İç çalkantı/istikrarsızlığı,

- Oluşumu bayağı bir gelişmiş YPG/PKK terör devletini,

- Topografik riskleri,

- Yapılmayan, geciktirilen harekatların bedellerini,

- Derinleşen jeopolitik sorunları,

- Vd vesaireyi

ÇOK DAHA SAĞLIKLI KONUŞMAYA BAŞLAYABİLİRİZ.

***

Yine de iyi bir şeyler yapmak için, hiçbir zaman geç değildir.

Suriye'nin karşı karşıya kaldığı bölünme tehdidi her şeyin üstündedir.

Bu ortak payda üzerinden sorunlar adım adım çözülebilir.

AMA DAYATMA, ÖNKOŞUL FİLAN OLMADAN!

Ama gerçeklikten, çözümden, olası iş birliğinden uzak, hatta hile kokan, tuzak barındıran bu dayatmacı ön koşullar ile kendi ülkesini parçalayan YPG/PKK terör örgütüne karşı sergilenen duyarsızlık-tutarsızlık-proxy çaresizlik Şam'la ilgili koca bir NASIL'ı içinde barındırıyor.

Sanırım bir de iç savaşın ürettiği yıkımda, öfkelerde, hırslarda, acılarda, yoklukta, EN BÜYÜK SORUN:

- BİRBİRİNİ ANLAMA,

- HASSASİYETLERİNİ VE ACILARINI KAVRAMA,

- BİRBİRİNİN YERİNE KOYMA,

- ve EMPATİ YAPMA.

***

Çözülebilir mi?

Umudum sonsuz.

Ama çok zor.

Rusya ise hala bir muamma!

Bu işin ancak demografik ve topografik adalet ve hakkaniyet çerçevesinde çözülebileceği kavramış, riskleri gören, kazanımlarını da elde etmiş ve artık gerçek bir çözüm arayışında olan bir aktör mü?

Yoksa fırsat peşinde koşan jeopolitik bir kurnaz mı?

Saygılarımla.