Abdullah Ağar: Yunan hükümeti kiliseye zangoç atayamazken nasıl müftü atayabilir?
Batı Trakya’daki Türk azınlık seçim için sandık dahi kurulmamasına izin verilmemesine, bütün retlere, engellemelerine, maniplelerine rağmen el kaldırılarak müftüsünü seçecek.
Konu neden önemli?
Öncelikle bir hak arayışı.
Elde edilmiş, ama yok sayılan özerkliğe dair bir irade ortaya koyma.
Batı Trakya’da müftüler basit bir idari memur ya da din adamı değiller. Kadı hükmündeki kişiler. Boşanma, miras, nafaka konularında ta Osmanlı döneminden kalan İslam hukukunu uygulama iradesine sahipler. Yani konu temelde müftülük üzerinden elde edilmiş dini-siyasi-hukuki bir özerkliğin konusu.
Tabii iş böyle olunca, Yunanistan da bu iradeyi etkilemeye, yönetmeye, maniple etmeye, hatta mümkünse yok etmeye çalışıyor.
***
Hukuki-siyasi bağlamları olan dini bu özerklik ilkin 1881 İstanbul Sözleşmesi ile gerçekleşiyor.
1913 Atina anlaşması ve 1923 Lozan antlaşmasında peyderpey yenileniyor.
1913 Atina anlaşması ve buna bağlı 1920’de çıkartılan 2345 sayılı kanun, baş müftü ve müftü seçimlerine dair detaylı bir sözleşme. 2345 sayılı kanunda Baş Müftü ve müftülere o dönemde var olan Şeyhülislamlığın (bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı) icazet vermesi öngörülüyor.
Lozan görüşmelerinde Atatürk ve İsmet Paşa patrikhanenin yurt dışına çıkarılması konusunda ısrar ediyorlar. Yunan tarafı ise ‘Biz müftü seçimine müsaade ediyoruz. Batı Trakya'ya dini özerklik verdik’ diyorlar.
Yunanistan Lozan’da müftü seçimi yok dese de işte bu şekilde son derece önemli bir atıflar ve siyasi oluşumda yerleri var. Ayrıca Lozan’da ‘Dini özgürlükler’ kavramı da geçiyor. Sonuçta herkes biliyor. ‘Müftü seçimi’ daha önce 1913 yılında 2345 sayılı kanunla belirlenmiş. Lozan’da da var olan bu kanuna karşı çıkılmıyor.
Dolayısıyla Batı Trakya’daki Türk azınlığın varlığı, iradesi ve özerkliği bu şekilde kabul edilmiştir.
Yani bugün Türkiye müftü seçimlerine müsaade edilmediği, 1913 Atina anlaşmasına uyulmadığı için patrikhanenin yurt dışına çıkarılmasını dahi isteyebilir.
***
Aslında müftülük seçimi 1985 yılına kadar hiçbir zaman gerçekleşmedi. Yunanistan’daki Türk azınlığın ileri gelenleri, milletvekilleri, seçilmiş vakıf idare başkanları, müderrisler ve toplum tarafından saygı görülen kişiler tarafından teklif edildiler ve atandılar.
Ancak 1985 yılında Gümülcine Müftüsü Hafız Hüseyin Mustafa Efendi'nin vefatı ile sorun baş gösterdi.
Yunan vali ne Türk azınlığın ileri gelenler ne de diğer siyasi temsilcilerin fikrini almadan doğrudan atama yapmaya kalktı. Yunan devleti de bu atamaya bütün Türk azınlığı, tüm ileri gelenleri, kuruluşları ve milletvekilleri karşı çıkmasına rağmen ısrar etti.
1990 yılında da ‘1985’te geçici, naib olarak atanan kişi’ resmi olarak müftü atanınca, bunun üzerine Batı Trakya Türk azınlığı Dr. Sadık Ahmet öncülüğünde kendi müftü seçimine gitti.
***
Bütün bu yaşananlar sistematik bir asimilasyon/yok etme ve yok sayma politikasının içinde daha da anlamlı bir hale geliyor. Özellikle Albaylar Cuntasından sonra Batı Trakya’daki Türk azınlığın üzerindeki baskılarını arttırmasıyla.
1980’den sonra da ‘Burada Türk yoktur’ diyerek, bütün Türk derneklerini kapatmaya girişmesiyle.
Tabii bir de %3’lük baraj uygulaması var.
Dr. Sadık Ahmet bağımsız milletvekili seçilmesinden sonra Türkler bir daha bağımsız vekil seçilmesin diye getirilen bir %3’lük baraj.
Bu barajdan sonra bağımsız vekil seçilmek bir hayal oluyor.
Çünkü Batı Trakya’daki Türk azınlık %3’ün altında.
Yani Yunanistan’ın sadece müftü atama konusundaki iradesi ve niyeti kirli değil.
Çok daha büyük!
***
Şu %3’lük barajın etkisine kısaca bakalım. Demiştim, Batı Trakya’daki Türk azınlık %3’ten az. Böyle olunca, artık parti listelerinden seçime giriyorlar.
Şimdi Batı Trakya’daki Yunan devleti bu seçimin kabul edilemez olduğunu beyan etti ya!
Peki baraj nedeniyle bağımsız kazanamamış, Pasok listesinden kazanan vekil ne yaptı?
Pasok Partisi İskeçe Milletvekili Burhan Baran daha önce müftü seçimine destek vermişti. Ancak partisi, Yunan devleti ve kamuoyundan gelen baskı üzerine geri adım attı. ‘Yunan kanunlarına uygun hareket edilmesi gerektiğini’ ifade etmek zorunda kaldı.
***
Geçmişte bazı eksikler de yapılmış.
Örneğin;
2345 sayılı kanunda ‘Baş Müftülük’ kurumu var iken, maalesef bu uygulanmamış.
1980 yılına kadar Yanya ve Rodos’ta müftülükler varken, bunlar her nedense kapatılmış.
***
Yunanistan 1990’da yeni bir kanun çıkararak müftünün seçimi konusundaki 2345 sayılı bu kanunu iptal etti. 2022 yılında da bir torba kanun çerçevesinde müftülük kanununu tekrar düzenlemeye kalktı. Bu kanunda ‘33 kişilik seçici bir heyet’ müftü adaylarının kanunda belirlenen şartlara haiz olup olmasına göre bu kişilerden en uygun 3 adayı bakanlığa sunar diye düzenleme yapıldı.
Ancak bu çok komik. Çünkü heyetteki üyeleri atayanlar da bakanlıktaki Yunanlılar. Yani Yunanlıların atadığı bu atanmışlarla 3 müftüyü belirlemek istiyorlar.
Sanırım asıl sorunu bu şekilde anlatmış olmalıyım.
Asıl sorun: Yunan devletinin Batı Trakya’daki Türk azınlığın varlığını, iradesini, fikrini yok sayması, yok etmeye kalkmasıdır.
Zaten gayet kurnazca, buradaki azınlık varsa varsa Müslüman azınlıktır diyor, Türk azınlık değil!
***
Batı Trakya’daki Türk azınlığın el kaldırma usulüyle yapmak zorunda kalacağı müftülük seçimlerine katılan her iki aday da Türkiye mezunu.
Malum, Yunanistan Türkiye’den mezun hiç kimseyi istemiyor. Hatta işi o kadar ileri götürdü ki; Suudi Arabistan’da Vahhabi öğretisiyle eğitim alan kişileri dahi atadı. Şu an Gümülcine ve Dimetoka müftüleri Suudi Arabistan çıkışlı. En son Selanik Aristotelio Üniversite Hristiyan İlahiyat Fakültesinde İslam bölümü açmıştı. Şu an İskeçe’ye atadığı müftü de o fakülte mezunu.
Yunanistan’ın FETÖ’yle dansı da akla gelince…
Aleviliği farklı bir din olarak kabul edip, buna dair uygulamalara başlayınca…
Ilımlı İslam, Dinler Arası Diyalog, Vehhabilik, Selefilik, Radikalizm destekli projelerle, Batı Trakya’daki Türk azınlığının kendi içindeki etnik-dini-siyasi-sosyolojik bütünlüğünü paramparça etmek, etkisizleştirmek hatta yok etmek adına pek çok projeyi devreye koyduğunu görebilirsiniz.
Hatırlarsanız daha öncede İskeçe’nin köylerinde ABD askerleri ile Yunanlılar ortak askeri tatbikatlar yapmışlardı.
Diğer başka köylerde de sözde komando Yunan askerleri köy girişlerinde boy göstermişlerdi.
Yani durum tam eziyetin Yunancası.
***
Şunu da ekleyelim. FETÖ’cüler Yunanistan’da her zaman Yunan Hükümetinin atadığı müftüleri desteklediler. Onlarla işbirliği içinde oldular.
***
Son sorum da şu:
Bugün Yunan hükümeti kiliseye zangoç atayamazken nasıl müftü ataması yapabiliyor?
Unutmadan…
Bugün, vatanımızı işgal ve istilaya girişen, namus ve onurumuza göz diken Yunan’ı denize döktüğümüz gündür.
Saygılarımla