Ah çocuk! Vah Fatih! Tüh Gülben!
17 yaşındaki bir çocuğun Atatürk’e hakaretleri ülkede ciddi tartışmalara neden oldu.
Aslında o kadar çok şey üst üste geldi ki Atatürk’e hakaret tüm bunların üzerine tuz biber ekmiş oldu. Can sıktı. Üzdü.
Misal…Yaşam tarzına müdahale etmeyi kendine görev edinmiş, bunun için dini de çekinmeden söylemlerine alet eden sözde din adamları, kız çocukları ve kadınların hayatlarını hiçe sayan, onları aşağılayan konuşmalar yaptı.
Kadınları ikinci sınıf gören ve güya bunu dine dayanarak yapanlar hiç utanmadan, sıkılmadan konuşmaya da devam ediyor.
Yetmedi. Bütün dünyanın alkışladığı ve başarılarının hepimizi sevince boğduğu voleybolcu kızlarımıza bile bu sözde din adamları hiç utanman dil uzattılar.
Tüm bunların üzerine bir çocuğun Atatürk’e hakaret videosu da yayınlanınca haliyle tepkiler de büyük oldu.
17 yaşındaki bir çocuğun yaptığı bu terbiyesizlik sonucu tutuklanması da ayrıca tartışma konusu oldu. Öyle ya, bir çocuk demir parmaklıklar arkasına konularak mı eğitilecek?
Fakat ülkemizdeki esas sorun bence şu: Herhangi bir tartışmada biri yanlış konumlanınca onun karşısındaki herkes de bir anda yanlış konumlanmaya başlıyor.
Siyasi tarihimize bir bakın, yanlış karşısında yanlış tavır alanlarla dolu.
Tıpkı Atatürk’e terbiyesizlik yapan çocuk karşısında olduğu gibi.
Bu olaydan sonra Tarkan ve Sezen Aksu gibi sanatçılar tepkilerini sosyal medyadan dile getirdi ve çok konuşuldular.
Fakat bazıları da o kadar tuhaf şekilde ileri gitti ki ortaya koydukları tepki, bir sorun karşısına daha büyük sorun çıkarmaktan başka bir şey değildi.
Örneğin Fatih Altaylı. Özellikle Habertürk’teki son döneminde yazdığı yazıları çok başarılı bulurdum. Hâlâ yazıları ve yorumlarıyla gündem yaratır Fatih. Ülkedeki en etkili gazetecilerden biridir. Fakat bir çocuğun yaptığı yanlışlık için ortaya koyduğu tepki, başka bir yanlışı doğurmaktan farklı bir şey değil. Şöyle yazdı kendi bloğunda:
"Şimdi herkes bu edepsizin cezalandırılmasını istiyor. Zaten bu öğrenci kılıklı edep yoksunu hemen gözaltına alınmış. Ancak bence cezalandırılması gereken bu çocuk değil. Öncelikle bunun ana babası cezalandırılmalı. Böyle terbiyesiz, böyle edepsiz bir çocuk yetiştirdikleri, doğru düzgün bir evlat yetiştiremedikleri için. Peydahladıkları çocuğa, sevmese bile ölmüş bir insana edepsizce hareketlerle hakaret etmemek gerektiğini öğretmedikleri için. Bu ülkeyi kuran adamın fotoğrafını orasına burasına sürerek bir marifet yapmış değil, sadece ahlaksız ve saygısız olduğunu kanıtlamış olacağını anlatmadıkları için. Sadece ana baba da yetmez. Bu edepsiz, terbiyesizin tüm öğretmenlerini, en az 10 yıl boyunca düzgün bir vatandaş haline getiremedikleri, büyüklerine saygıyı, edepli olmayı öğretmedikleri, öğretemedikleri için tüm öğretmenlerinin de öğretmenlik yetkileri ellerinden alınmalı.”
Yani Fatih’e göre bir çocuğun yaptığı hatadan dolayı anasını, babasını, yedi ceddini, yetmedi öğretmenlerini de cezalandırmak gerek.
Şaşırdım. Üzüldüm de.
Diyorum ya ülkede biri yanlış yapmaya görsün, hemen karşısındaki de kendi yanlışlarını sıralıyor.
Oysa iki yanlıştan bir doğru çıkmayacağına siyasi tarihimizde defalarca tanık olduk.
O çocuğa tepki gösteren sanatçılar arasında bir de Gülben Ergen vardı ki yazık ki ne yazık…
Gülben, nerdeyse çocuğun idam edilmesini bile teklif edecek hiddette.
Şöyle yazdı Gülben: "Nefesi boğazına tıkansın, çıkamasın inşallah şerefsiz. Bu saygısız, minnetsiz, edepsizin tutuklanması yetmez! Sınır dışı edilsin! O sırıtan yüzü gülmez bilemez olsun!"
Vah ki vah! Yazık ki ne yazık!
Mesele, bu terbiyesizliği yapan tek bir kişinin cezalandırılması olmamalı.
Mesele, bu terbiyesizliği doğuran iklimi değiştirebilmek.
Yoksa bu terbiyesizliği yapmaya devam eden çok kişi çıkar.
Bu değişim de yanlışa yanlışlıkla, kabalığa kabalıkla karşılık vermekle olmuyor. Olmaz da.
Ah çocuk! Sen ne yaptın?
Vah Fatih! Bu şekilde nereye varırız?
Tüh Gülben! Bu kadar hiddet başka bir şiddeti doğurmaz mı?