Amik Ovası - 2

Değerli dostlar, değerli okuyucular, bundan yaklaşık bir buçuk sene önce Amik Ovası başlıklı bir yazı yazmış, Amik Ovası’nı anlatmıştım.

İçinde çocukluğum, gençliğim olan Amik Ovası...

Pamuk tarlalarını, Çırçır fabrikalarını, rüzgârda buğday başaklarının çıkardığı sesi, ayçiçeği tarlalarını, Demir Köprü'yü, Kibar Feyzo’nun çekildiği Harran Köyü’nü, Reyhanlı’yı, Asi Nehri’ni anlatmıştım…

Gün geldi, devran döndü, Antakya yıkıldı…

Amik Ovası’nda yer yerinden oynadı…

Çocukluğumuz yıkıldı, gençliğimize yazık oldu…

Annem Antakyalı, babam Reyhanlılı.

Reyhanlı-Antakya arası 35 kilometre.

Biz çocukken bayramlarda, tatillerde babam bizi rahmetli anneanneme götürürdü. 80’lerin sonu, 90’ların başı. Reyhanlı-Antakya arasında Fransızlardan kalma, sağı solu meşe ağaçları ile kaplı tarihi bir yol vardı. Eski Ford marka minibüslere binerdik, buram buram sigara içerlerdi minibüste. Yol boyunca sağlı sollu ayçiçek tarlaları, yer yer mandalina bahçeleri vardı; o yol uzadıkça uzardı sigara dumanından….

Yolun tam ortasında Demir Köprü vardır. Osmanlı döneminden kalma Demir Köprü. Asi Nehri’nin tam ortasında Demir Köprü’ye gelince yol bitiyor diye sevinirdik. Sonra ilçe otogarında iner, yürüye yürüye tarihi Künefeciler Çarşısı'ndan Vali göbeğine doğru gider, ikinci kez Asi Nehri üzerinden geçer ve tarihi Hatay Meclis binasına hayran hayran bakarak Emek mahallesine varırdık.

Anneannem, dayılarım, teyzelerim Emek mahallesinde otururlardı.

Asi Nehri’nin kenarında Ferah künefe salonu vardı. Duvarında Beşiktaş logosunun olduğu bir tablo vardı.

Bana göre Antakya’nın en güzel künefesini yapardı. Çünkü Beşiktaşlı çocuklardık... Antakya Şeyhoğlu İlkokulu’nun bahçesinde top oynarken ben Feyyaz, kuzenim Metin, diğer kuzenim Ali olurdu… Çocukluğumdan bu yaşıma kadar Ferah künefenin ne camekânı değişti, ne o tablo, ne ustaları, ne de bakır tepsileri değişti…

Nostaljikti.

Mutlaka gider anılarımı tazelerdim…

O Ferah künefe salonu ve diğerleri yıkıldı…

Hatay tarihi Meclis binası yıkıldı…

Emek mahallesi yıkıldı…

Reyhanlı-Antakya arası yeni otoban parçalandı, yeni köprü yıkıldı…

Antakya-Reyhanlı yolu üzerindeki Osmanlı'dan kalma Demir Köprü ise dimdik ayakta. Adeta kıyamete kadar ben ayakta kalacağım dercesine ayakta…

Kalabalık bir aileyiz; onlarca kuzenim var. Yaşlarımız birbirine yakın.

O tatil günlerinde toplanır yürüye yürüye tarihi Atatürk Parkı’na giderdik. İçinde lunapark, uzun uzun çam ağaçları vardı…

İkindi vakti giderdik, uzun ince bir yol vardır parkın ortasında, etrafında çam ağaçları…

İtfaiye gelir o yolu sulardı, buram buram çam kokardı her yan…

O yolun kenarında icceci vardı -Hatay’da mücvere icce derler-. Tırnaklı pideye biber salçasını sürer, içine önce zerzevat (soğan, maydanoz, acı Samandağ biberi salatası) sonra üzerine icceyi koyar, dürüm yapar ve ikram ederdi icceci; kuzenlerle yerdik.

İşte o kuzenlerimden ikisi öldü depremde…

Tarihi Atatürk Parkı’ndan çıkar, yürüye yürüye Herod caddesine giderdik. Herod caddesi dünyanın ilk aydınlatılan caddesidir. Affvan kahvesine gider, haytalı yerdik. Derken akşam olur, Habib-i Neccar Camii'nde akşam ezanı okunurdu.

O camide okunan ezan sesinin hazzını bu yaşıma geldim, memleket memleket gezdim, hiçbir ezan sesinde alamadım…

İşte o Herod caddesi, Affvan kahvesi, Habib-i Neccar Camii yıkıldı…

Affvan kahvesinden çıkar, uzun çarşıya girer, yürüye yürüye anneanneme doğru giderken Saka Hamamı’nın oradaki tarihi çeşmeden su içerdik.

O uzun çarşı, Saka Hamamı ve çeşme de yıkıldı…

Yine 80’li yılların sonu. Dört dayımdan en küçüğü, sevgili Ali Çağlar dayım. Sarı Anadol marka pikabı vardı o yıllarda. Babam yurt dışında gurbetçi olduğu için sık sık annemi ziyarete gelirdi.

Biz dayımın Anadol pikabı sokağa girer girmez arabanın sesinden tanırdık, bilirdik geldiğini.

Yakışıklı bir adamdı. 1,85 cm’den uzun, esmer, renkli gözlü, siyah beyaz kıvırcık saçlı, atletik vücutluydu. Çocukken bize büyük paralar, harçlıklar verirdi. Cömertti. Akrabalarına düşkündü.

Amik Ovası’nın köylerinin çoğu tanırdı onu. Sebze meyve ticareti yapar, köylülere çoğu zaman parasız meyveler hediye ederdi.

Ali Çağlar dayım, eşi, oğlu ve torunları depremde öldü…

Antakya yıkıldı…

Amik Ovası’nda yer yerinden oynadı!

Reyhanlı‘da dertli Döne diye bir teyzemiz var.

Türkiye onu Reyhanlı patlamasında evlatlarını kaybettiğinde yaktığı ağıtları ile tanıdı…

Bir ağıtında diyor ki “Sigara yanmayınca duman tüter mi…”

Ben de diyorum ki “Antakya yanmasaydı, yüreğimizde dumanlar bu kadar tüter miydi!”

Antakya yıkıldı, bizi de yaktı…

Çocukluğumuz yıkıldı, anılarımız yıkıldı, biz yıkıldık!

Amik Ovası, ah Amik Ovası…

Son olarak eklemeden edemeyeceğim. Bazı yazarlar şahsımızla ilgili yazılar yazmıştı, "Reyhanlı’dan çıkmış, ABD’ye parmak sallıyor" diye.

Evet, tekrar söylüyorum; ABD askerleri hiçbir sebeple ülkemize girmemeli!

Bunu demirci ustası bir babanın oğlu, çocukluğu ve gençliği babası ile inşaatlarda demir bağlayarak, aynı zamanda okuyarak; ilkokul, ortaokul ve liseyi birincilikle bitirmiş, üniversiteyi derece ile bitirmiş, İstanbul’a 2011 yılında elinde sadece bir bavul ile gelmiş, Allah’ın lütfettiği tüm nimetleri dişi ve tırnağı kazıyarak kazanmış, bu memleketin bir evladı olarak söylüyorum!

Evet, devletim, milletim ve bayrağım için ABD dâhil olmak üzere tüm dünyaya meydan okuyorum.

Biz Orta Asya’da türeyen, Anadolu’da büyüyen, Avrupa içlerine yürüyen dedelerimizin torunuyuz.

Bizi bilen bilir, bilmeyen de kendisi gibi bilir.

Son sözüm değişmez;

Allah vatana millete zeval vermesin.

Vesselam…