Abdullah Gül: Ali Babacan'ın partisini destekliyorum; parlamenter sisteme dönmek şart

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Cumhurbaşkanı iken de parlamenter sistemin Türkiye için daha doğru olduğunu söyledim. Türk tipi başkanlık sistemini istemedim. Benim tercihim tam demokratik parlamenter sistemden yana. TBMM bugüne kadar hiç bu kadar önemsizleştirilmemişti" diye konuştu.

Karar gazetesinden Ahmet Taşgetiren, Elif Çakır ve Yıldıray Oğur'un sorularını yanıtlayan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne ilişkin değerlendirmede bulundu.

Tercihim tam demokratik parlamenter sistemden yana"

Gül "Cumhurbaşkanı iken de parlamenter sistemin Türkiye için daha doğru olduğunu söyledim. Türk tipi başkanlık sistemini istemedim. Benim tercihim tam demokratik parlamenter sistemden yana. TBMM bugüne kadar hiç bu kadar önemsizleştirilmemişti. Türkiye bunun noksanlığını hissediyor" diye konuştu.

Suriye politikası

Gül, öte yandan İdlib'deki gerilimin sıcak çatışmaya dönüşmemesi gerektiğini belirtirken, "Söyleyeceğim şey, çok kışkırtılıyor olsak da Suriye ile topyekün bir savaşa girmemek yönünde olur. Ama meseleye genel Suriye politikası olarak baktığımızda esasen daha işin başında bütün dünyanın Suriye’ye yaklaşımının çok yanlış olduğunu söyleyebilirim" şeklinde konuştu.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Başörtüsü konusunda biz zamanında hata yaptık" sözlerini ve Kudüs Mitingi'ne katılmasını da yorumlayan Abdullah Gül, "Bunlar güzel, takdir edilmesi gereken davranışlar. Çok katı bir laiklik anlayışından buraya gelinmesi çok önemli" değerlendirmesinde bulundu. 

Çözüm süreci yanıtı

Kürt meselesi konusunda 2009'da söylediği "iyi şeyler olacak" sözünün hatırlatılarak "Tekrar çözüm sürecine dönülür mü?" sorusuna da yanıt veren 11. Cumhurbaşkanı Gül 15 milyon kadar Kürt nüfusunun eşit vatandaş kılmanın önemli olduğuna vurgu yaptı. Gül, "Kendi içerimizde bu meseleyi hallettiğimiz takdirde, hem kendi ülkemizi hem bölgeyi sağlamlaştırırız. Ama kendi ülkemizde bu meseleyi halledemezsek, meselenin kendi ülkemizde kalmayıp bölgesel ve uluslararası boyutlara ulaşmasından korkardım" dedi. 

Gül'ün açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

Arap Baharı geldiğinde Suriye’de de temel hak ve özgürlüklere dair daha fazla istekte bulunan insanlar sokaklara döküldüler. Onların taleplerinin karşılanması gerekirdi. Ama düşününki Suriye devleti otoriter bir devlet. Bu tür devletlerde sivil toplum hareketlerine karşı alınacak tedbirler ancak askeri tedbirlerden ibaret olur. Bunun ötesinde bir şey beklemek zaten gerçekçi değildi. O dönemde aslında Suriye hükümetine Türkiye olarak epeyce yardımcı olmaya çalıştık, bir geçiş dönemi için. Ne yazık ki Suriye ile ilişkiler çok erken bir safhada koptu. Ancak o zamanlar bölge dışından, özellikle Batı’dan, ABD’den gelen çok ağır baskılar, çok radikal yaklaşımlar öyle bir noktaya geldi ki bu politikaların arkasına sanki güç de konacak intibaı verildi. Sonra bu yaklaşımların arkasına güç konmayacağı ortaya çıkınca da tabii ki bir ateş hattı açılmış oldu, bütün dünya olarak.

Şimdi buradaki esas noksanlık şu; hiçbir çıkış stratejisi olmadan bir cephe açılmış oldu.

Yıldıray Oğur: Türkiye açısından mı diyorsunuz?

Gül: Bunu önce konuya müdahil tüm devletler için söylerim. Ama öncelikle Suriye ile sınırdaş, güvenliği sınırındaki güvenlikle kaçınılmaz ve doğrudan alakalı bir ülke olarak bizim için de bu husus çok önemli.

Dolayısıyla böylece başlayan olaylar sonunda, maalesef bugün bu noktalara gelinmiş oldu. Ne yazık ki, görülmemiş acılar, hüzün ve yıkım yaşanıyor.

"İran ve Rusya’nın Suriye rejimine desteği hafife alındı"

Elif Çakır: Suriye politikasının başından beri yanlış olduğunu, hatalı yürütüldüğünü söylediniz. Somut olarak nerede yanlış yapıldı?

Gül: İran ve Rusya’nın Suriye rejimine desteği hafife alındı. Halbuki, İran için rejimin düşmemesi bir varoluş sebebidir. Rusya için ise Çarlık, Komünizm ve bugünkü yönetim için de stratejik olan sıcak denizlere ulaşım meselesidir. Amerika askeri olarak gelmeyeceğini belli ettikten sonra Rusya ve İran’ın kararlılığını dengeleyecek başka bir güç mevcut değildi. Rusların başlattığı büyük çıkartma Ekim 2015’te gerçekleşti. Bundan önce siyasi çözüm çabaları başlamış olmalıydı.

Siz bir şeyi bir kez kırdığınızda artık onun sahibi oluyorsunuz. Bir yere bir kez girdiğinizde, müdahil olduğunuzda eğer dengeleri kurmadıysanız, çıkış stratejisini çok iyi oluşturmadıysanız giderek o işin içine çekiliyorsunuz, ondan sonraki gelişmeler sorunu yönetmek noktasına kadar sizi sürüklüyor ve problem sizin probleminize dönüşüyor. O açıdan baktığımızda bugün bölgede çok büyük sorunlar var ve neticede gelinen nokta itibarıyla Ortadoğu bölgesinde halkı Arap olan, Müslüman olan iki tane ülke var ki işte biri Irak diğeri Suriye. İkisinin de bel kemiği kırılmış. İkisi de darmadağın olmuş. İkisi de artık devlet fonksiyonlarını göremez hale gelmiş. Şimdi bunlar bu haldeyken öte yanda Filistin sorunu hala çözülmemiş, Filistin bağımsız devleti kurulmamış, iki devletli neticeye ulaşılmamış. Çok hazin bir tablo var ortada.

Ahmet Taşgetiren: Çıkamıyoruz. Çıkışı olmayan bir süreç yani.

Gül: Benim vizyonum şu; hükümetlerimizin de vaktiyle vizyonuydu. Ülke içerisinde barış, istikrar ve güvenlik; bölgede barış, istikrar ve güvenlik.

Bu sağlanmadan ne bir ülkede ne de bir bölgede ekonomik kalkınma, gelişme, kalıcı bir refah gerçekleşmiyor. Bunun örnekleri dünyada var. Ülkeler öyle savaşmışlar ki birbirlerini yok etmecesine. Sonunda çatışmanın getirdiği yıkımı fark edip, nasıl müreffeh ve mutlu bir ülke ve bölge olunur, onun yolunu bulmuşlar. Dolayısıyla bölgemizde de bu farkındalığın olmasıydı bizim bütün çabamız. İlk uygulamalarımıza baktığınızda hep o şekilde politikaların devreye sokulduğunu görürsünüz. Hatta Irak savaşına girmeyişimizin, tereyağından kıl çeker gibi o işten sıyrılmamızın altında bu düşünceler vardı.

Yıldıray Oğur: Sizin Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yaptığınız dönemde Avrupa Birliği ile yakın ilişkileri olan bir Türkiye vardı. Son dönemde ise Rusya ile çok yakınlaşan, Avrasya perspektifine yakın duran bir Türkiye var. Bu yakınlaşmanın maliyeti de en son İdlib’te ortaya çıktı. Rusya ile girilen bu ilişkiye nasıl bakıyorsunuz?

Gül: Türk-Rus ilişkilerinin çok köklü bir tarihi vardır. Osmanlı dönemi var. Hatta Türkiye Cumhuriyeti'nin bugünkü sınırlarda olmasında dolaylı olarak Rusların katkısı da oldu. Biliyorsunuz Bolşevik İhtilali olunca meşhur Sykes-Picot Anlaşması’nın maddeleri Ruslar tarafından ifşa edildi. O zaman enternasyonalizmin savunuculuğunu yapan Lenin yönetimi, Rus işgalini ideolojik açıdan yanlış bulup askerlerini kendi sınırlarına çekti.

Cumhuriyet döneminde de Türkiye'nin sanayileşmesinde Rusların katkıları olmuştur. Öte yandan ortada bir Sovyet dönemi yaşandı. Sovyet döneminde neler olduğunu konuşmaya gerek var mı? Bütün Türk dünyasından nasıl bir silindir gibi geçip, din ve ulusal bilinç bırakmadıklarını hatırlarsak anlarız Sovyet döneminin ne olduğunu. Türkiye’nin Sovyet tehdidi dışında kalması nasıl sağlandı? Rusya büyük bir millet ve büyük bir devlet. Sovyetler çöktü ama Rusya kendisini gerek Asya’da gerek Avrupa'da tekrar yeniliyor. Hatta Batı’nın Sovyet rejiminin çöküşünü fırsat bilerek yaptığı genişlemelerin de bir nevi intikamını almak için değişik politikalar geliştiriyor ve uyguluyor.

Büyük devletler ile komşuysanız, hele bu komşu otoriter bir büyük devletse, ilişkileriniz ne düşmanca olacak ne de kendinizi kaptıracaksınız. Bu husus çok önemli. Düşman da olmayacaksınız gayet samimi, dürüst ilişkiler geliştirmek için çok uğraşacaksınız, onlara karşı başkalarının düşmanlığının aleti de olmayacaksınız.

Türkiye’nin, demokratik ve çoğulcu bir ülke olabilmesi için, Batı bloku içerisinde Avrupa’yla beraber yer alması gerekiyor. Bu gereklilik de şundan kaynaklanıyor açıkçası; Türkiye’nin ancak demokraside, hukukta ve insan haklarında yüksek standartlarla yönetildiğinde kendi problemlerini çözüp güçlü olacağı ve bunu ekonomik gelişmenin de takip edeceği gerçeğinden hareketle söylüyorum. Zaten bütün uluslararası kurumlarda yerini de yıllar içerisinde buna göre tespit etmiş. Bu statüsü varken, Türkiye’nin Rusya ile ne düşman olması ne de kendini kaptırması uygun olur.

Son dönemlerdeki ilişkilerde bu açıdan biraz ölçü kaçtı. Özellikle askeri alandaki S-400 meselesi belki en kritik olanı. Çünkü nihayette Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bütün standartları, miğferinden tutun da hava kuvvetlerine, kara kuvvetlerine kadar her şeyi NATO standartlarında. TSK'nın gücünün etkinliği de aslında oradan geliyor.

Bütün tatbikatlar, eğitimler, lojistikler, bunlar arka planda çok büyük organizasyonların eseri. Bu açıdan o konuda açıkçası doğru yapılmadığı kanaatindeyim. Çünkü bir ülkenin bir elinde S-400, öbür elinde de bu silah sistemlerini by-pass etmek için geliştirilmiş uçakların olamayacağını asker ve diplomatların görmesi gerekirdi. Türkiye'nin F-35'lerle ilgili meselesi gelecekteki hava kuvvetlerimizin gücüyle ilgili bir konu. O açıdan belki daha vakitler vardır, konuya bu açıdan tekrar bakılması gerekir. Cumhurbaşkanı olduğum dönemde bu konular yine gündemdeydi. O zaman bana hem askerlerin hem Hariciyenin verdiği brifingler çerçevesinde bunları söylüyorum.

"Savaş şaka değil, savaş neticede ölümdür"

Ahmet Taşgetiren: Türkiye’nin dış politikada yalnızlaştığı değerlendirmesine katılır mısınız?

Gül: Aşikâr olan bir şeyi tartışmaya gerek var mı? Birleşmiş Milletler Genel Kurul üyeliği seçimlerinde yaşananları hatırlayın. Neredeyse oy birliği diyebileceğim çok yüksek bir oyla ilk turda seçilen bir ülkeydi Türkiye. Bütün Arap ülkeleri ve P5’in tamamı firesiz Türkiye'ye oy vermişti. Afrika'da birkaç ülke hariç hepsi yine Türkiye lehinde oy kullandı. Ben şuna inanırım ‘hard power’ caydırıcılık için vardır. Ordunun güçlü olması tabii hepimizi gururlandırır. Ama güçlü ordunun varlığı savaştıralım diye değil, caydırıcı olması içindir. Savaşı önlemek içindir. Onun yerine diplomasiyle, yani soft power ile, yumuşak güçle hareket ederseniz, o zaman problemlerin çözümü, dünyaya bakışınız daha farklı olur. Savaş şaka değil, savaş neticede ölümdür. Tabii ki öyle anlar vardır ki savaş kaçınılmaz olabilir, yani haklı savaşlar vardır. Ama dünyadaki savaşların kaç tanesi gerçekten kaçınılmazdı?

Yıldıray Oğur: Türkiye askeri gücünü çok mu kullanıyor son dönemde. Hard power’ı çok mu kullanıyor?

Gül: Evet. Türkiye'nin hard power’ı çok kullanması caydırıcılığını azaltır. Onun yerine Türkiye'nin soft power’ı devrede olmalıdır. Ama soft power kendi evinin içinde başlar. Önce evin içini düzene koymak gerekir. Bu dışarıya güçlü yansır. İç ve dış politika zaten çok birbirinden ayrılabilir şeyler değil. Soft power’la Türkiye etki alanını çok daha fazla genişletebilir. Kendisine çok daha fazla dost bulabilir kanaatindeyim.

Elif Çakır: Siz konuyu iç politikaya getirmiş oldunuz. Türkiye’de, uzunca zamandır hem iktidarıyla hem muhalefetiyle bir siyasi tıkanıklık yaşanıyor. Bu noktada yeni partiler kuruluyor. Nasıl bakıyorsunuz yeni partilere?

Gül: Türkiye'de siyaset dilinin ve siyasi argümanların ne yazık ki içi dolu değil. Özü sağlam değil, derinliği yok, daha çok taktiksel. Tüm tartışmalar ‘nasıl kazanırım, nasıl kazanılır, nasıl kazandı’ya dayanıyor. Memleket için neyin iyi neyin kötü olacağı yeterince konuşulmuyor. Siyaset çerçevesinde konuşulan her şey böyle gördüğüm kadarıyla.

Onun için bu kutuplaşma, ‘nasıl kazanırız’ın bir yöntemi olarak öne çıkıyor. Hal böyle olunca da kutuplaştırıcı her söylem karşıtını üretiyor. Üretilen karşıtlıklar sonuç olarak rövanş alıcı davranışlara eviriliyor ve buradan da karmaşa çıkıyor. Türkiye'de siyaset ne yazık ki dışlayıcı yapılıyor. Halbuki siyaset kapsayıcı olsa, herkesi angaje edici, herkesi işin içerisine dahil edici olsa, diyalog ve uzlaşma merkezli olsa o zaman daha barışçıl bir siyaset çıkar ortaya.

Bu kutuplaşma siyasetinin Türkiye için en büyük tehdit olduğunu Cumhurbaşkanı iken defalarca söyledim. Bu siyaset dilinin hiçbir faydası olmaz. Siyasi tarihimize baktığımızda yılların nasıl heba edildiğini, ne maliyetler ödendiğini hatırdan çıkartmamalıyız. Çoğulculuğun gereği ayrı ayrı tezleri ileri sürmek siyasetin doğasıdır. Ancak bunu bir kutuplaştırma ve kavga vesilesi kılmak ve kazanmak için her şeyi mubah görme metodu esas alınırsa bundan herkes zarar görür. Yakın zamanda koca bir Anayasa değişikliği yapıldı. Tartışmalara baktığınızda özüyle, içeriğiyle ilgili ne kadar az şey konuşuldu, değil mi? Tartışmalar maalesef PR merkezli olmanın ötesine güçlükle geçebiliyor. Bu iyi bir şey değil.

Babacan'ın kuracağı parti

Yıldıray Oğur: O halde biraz daha somut soralım. Uzun yıllar birlikte çalıştığınız eski Başbakan Ahmet Davutoğlu Gelecek Partisi'ni kurdu. Ali Babacan'ın da parti kurmak üzere olduğunu biliyoruz. Babacan'ın partisinden bahsedilirken sürekli sizin adınız da geçiyor. Siz bu kurulacak partinin neresindesiniz?

Gül: Aslında bunu Ali Bey çok dürüst ve samimi bir şekilde kamuoyuna açıkladı. Ben cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan sonra aktif siyasetin içinde olmayacağımı söylemiştim. Ben tutarlı olmaya çalışan bir insanım. Dolayısıyla gündelik siyasetin içinde değilim. Ancak yakıcı memleket meseleleri varken tecrübemi kendime saklayacak bir insan da olmam beklenemez. Memleketimin faydasına gördüğüm temel konularda usulüne uygun bir şekilde siyasete katkı sunmak ve görüşlerimi paylaşmak hem hakkım hem de görevim. Ali Bey parti kurma çalışmalarını sürdürürken kamuoyunu gerektiğinde bilgilendiriyor ve benimle de zaman zaman görüşüyor.

Babacan'ın partisini destekliyorum

Yıldıray Oğur: Ama siz çok tecrübeli bir siyasetçisiniz ve Cumhurbaşkanlığı yaptığınız için esas olarak bunun sizin partiniz olduğu söyleniyor ve size bu partinin ilerideki potansiyel cumhurbaşkanı adayı olarak bakılıyor.

Gül: Bir siyasi partinin kuruluş gerekçesi bir kişiyi cumhurbaşkanı yapmak olabilir mi Allah aşkına. Bu tip yakıştırmaları doğru bulmuyorum. Siyasi partiler her şeyin vakti saati geldiğinde kazanmak için doğru olan ne ise onu yaparlar.

Yıldıray Oğur: Partiyi destekliyorsunuz ama değil mi?

Gül: Tabii ki destekliyorum. Ali Bey’in karakterine, eğitimine, bilgisine, siyaset üslubuna güvenen ve takdir eden bir insanım.

"Türkiye’nin özgürlükçü bir yola girmesi gerekir"

Yıldıray Oğur: Siyaset dışında olduğunuzu söylediniz. Ali Bey’e tavsiyelerde bulunduğunuzu belirttiniz. Bu yeni kurulan partilere daha önce AK Parti'nin kuruluşunda öncü isimlerden biri olarak ne tavsiye ediyorsunuz, öncelikli olarak ne yapılması gerekir?

Gül: Herkese, ve şu anda mevcut yönetime de, söyleyeceğim şu; Türkiye’nin özgürlükçü bir yola girmesi gerekir. Salt güvenlikçi yol, sizi tedbir üzerine tedbir almaya mecbur eder. Bu nedenle hukuk ve adalet en önde gelir. Bu ise en kolay düzeltilecek mesele, burada sadece bir irade gerekiyor. İnsan hakları standartlarının uygulamasını yükseltmekten geçiyor bunun yolu. Türkiye gerçeğini ve imajını çok süratli bir şekilde değiştirebilirsiniz. Özellikle gazeteciler, basın yayın ve sivil toplum örgütleri ve siyasetçilerle ilgili bazı davalar var. Anayasa Mahkemesi bile bunları yanlış buluyor. Bunlar çok süratli bir şekilde düzeltilebilir. Türkiye’nin üzerinden bu yük alınmış olur. Bu tür davaların nelere mâl olduğunu yakın zamanda hep beraber gördük. Eğer AİHM’nin ve bizim Anayasa Mahkemesi’nin kararları dikkate alınarak hareket edilirse bunun Türkiye’ye birden iyimser bir hava getireceğine inanıyorum.

"Benim birçok tavrım anlaşılmamış olabilir"

Elif Çakır: Garantici olduğunuz, riske girmediğiniz eleştirilerine cevap verdiniz. Ama sizin hakkınızda şöyle bir eleştiri de var. Sizin bugünkü duruma gelirken sessiz kaldığınız düşünülüyor, bu yüzden hem laik kesimde hem de muhafazakâr kesimde size kızgın olanlar var.

Gül: Nerede sessiz kaldım. Mesela en büyük olaylar Gezi olaylarıydı değil mi? Bana o zaman ilk sorulan soruya verdiğim cevap şuydu: “Bununla büyük bir gurur duyuyorum” dedim. Şaşırdı herkes. Çünkü “Türkiye'nin problemlerinin mahiyetini değiştirmişiz. Eskiden insanlar insan hakları için sokağa çıkardı. Faili meçhuller dursun diye çıkardı. Yolsuzluk dursun diye sokağa çıkardı. Şimdi insanlar ağacı kestirmem diye sokağa çıkmış, çevre duyarlılığı için sokağa çıkmış. Türkiye'nin problemlerini İngiltere'nin, ABD'nin problemleri haline çevirmişiz” dedim. Daha sonra bu toplumsal olay iyi yönetilemeyince terör örgütlerine büyük bir fırsat çıktı ve bildiğimiz vahim olaylar, vandallıklar cereyan eti. Açık söyleyeyim; benim birçok tavrım anlaşılmamış olabilir. Kendi camiamız da anlamamış olabilir. Ondan sonra daha ileri aşamalarda “demokrasi sadece seçim değildir” dedim. Bana o zaman bizim camiadan bazıları milli irade dersi vermeye kalktı. Milli idarenin ne olduğunu anlattım. Demokrasi sadece seçim değildir, seçimin ötesi vardır dedim. Halbuki ben şimdi bunları söylerken bu kadar tatsız politik ortamın içinde bunları tekrar konuşmak istemiyorum. O zamanlar tutuklu yargılamalarla ilgili yaptığım açıklamalara da bakın. Bireysel başvuru hakkı nasıl çıktı zannediyorsunuz, Haşim Bey’e gidin sorun.

"Normalleşme için büyük bir fırsat"

Yıldıray Oğur: CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'yla röportaj yaptık. “Başörtüsü konusunda biz zamanında hata yaptık” dedi. CHP’de bir değişim çabası var. En son sayın Kılıçdaroğlu Kudüs mitingine de gitti. CHP’deki değişimi nasıl görüyorsunuz?

Gül: Bunlar güzel, takdir edilmesi gereken davranışlar. Çok katı bir laiklik anlayışından buraya gelinmesi çok önemli. Biliyorsunuz bu cumhurbaşkanlığı sisteminin yolunu da o 367 kararı açtı. Eski Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasını da izledim. O da bu başörtüsü yasağının arkasında TSK olarak durmakla çok yanlış yaptıklarını söyledi. Aslında gelinen bu nokta normalleşme için büyük bir fırsat.

Çözüm sürecine dönlüür mü?

Elif Çakır: Peki, başka bir meseleye geçelim. 2009 yılında siz “iyi şeyler olacak” dediniz ve Türkiye'nin kadim sorunlarından Kürt meselesinin çözümü için adımlar atıldı. İyi şeyler de oldu. Ama sonu kötü bitti. Nerede yanlış yapıldı? Tekrar çözüm sürecine dönülür mü?

 Gül: Bu mesele Türkiye’nin en önemli konularından biridir. Buna şöyle bakarım; tüm ülkelerden daha fazla Kürt nüfusumuz var. Barzani’nin referandum tartışmaları olurken çok çarpıcıydı. CNN Türk’te bir harita üzerinde tartışılıyor, dört ülkedeki Kürtler gösteriliyordu haritada. Sonra CNN International’e geçtim aynı harita üzerinde konuşuluyor, ama bir farkla. Türkiye'nin üzerinde 15 milyon, Irak'ta 4 milyon, Suriye'de 2 milyon, İran’da 6 milyon yazıyor. Türkiye'deki haritada ise bu yoktu. Bu bir realite, bu kadar Kürt nüfusumuz var. Cevaplanması gereken asıl soru, bu nüfusumuzu ne kadar eşit vatandaş kılabiliyoruz, nasıl mutlu ve ülkesine bağlı hale getirebiliyoruz? Bu meseleye her yönüyle bakacaksınız. Kendi içerimizde bu meseleyi hallettiğimiz takdirde, hem kendi ülkemizi hem bölgeyi sağlamlaştırırız. Ama kendi ülkemizde bu meseleyi halledemezsek, meselenin kendi ülkemizde kalmayıp bölgesel ve uluslararası boyutlara ulaşmasından korkardım.

Yıldıray Oğur: Artık uluslararası bir meseleye dönüştü.

Gül: Uygulanan politikaların neticesi, burada kimseyi suçlamak istemem. Hepimizin sorumluluğu. Kendi içimizde, kendi inisiyatifimizle yüksek insan hakları standartlarıyla halledemeyince bölgesel ve uluslararası boyutlara gitti, zor işler.

HDP açıklaması

Ahmet Taşgetiren: HDP'ye yönelik bir tecrit, izolasyon var. Sağlıklı buluyor musunuz?

Gül: Cumhurbaşkanlığımda hepsini angaje etmeye çok önem verirdim. Her dış ziyaretimde bütün partilerden olduğu gibi onlardan da temsilci alırdım. Bu beni gittiğim yerde güçlü yapardı. Masaya şöyle oturunca hepsini tanıtırdım. MHPli arkadaşımı da HDP’li arkadaşımı da tanıtırdım. Bütün gezilerimde de olmuşlardır. Hiçbir ayrım yapmadan bütün belediyeleri Batman'ı da Diyarbakır'ı da ziyaret etmişimdir. Onlara bu ülkeye ait olduklarını hep bu şekilde hissettirdim.

Sonraki Haber