‘Barış koridoru’ ve silah yardımı

O dönem bombalardan kaçarak Türkiye’ye gelen Suriyeli sayısı 2 milyon civarındaydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan işte bu tarihlerde bütün platformlarda dünyaya iki öneride bulunuyordu. Biri ‘güvenli bölge’ diğeri ‘uçuşa yasak bölge’. Aradan yıllar geçti sorun çok daha büyüdü ve gelinen nokta Erdoğan’ın yıllar önce önerdiği aşamaya geldi.

Bugün ise Türkiye ile ABD arasındaki görüşmelerin tıkanma noktasına geldiği düşünülürken, bunu karşılıklı yapılan açıklamalardan yola çıkarak söylüyorum, iki ülke arasında S400, F35, FETÖ ve olası yaptırımlar gibi krizler varken ABD birden ikna oldu. Detaylar açıklanmamış olmasına rağmen, Suriye’de ‘Barış koridoru’ kurulması konusunda Türkiye ile ABD’nin mutabık kaldığı açıklandı. Hatta güvenli bölgenin tesisinin ABD ile koordine ve yönetimi için Türkiye’de Müşterek Harekat Merkezi’nin kurulması bile kararlaştırıldı.

Peki ne oldu?

ABD, Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik operasyonla ilgili kararlılığı karşısında geri adım attı. Bu cevap, ortada güvenilmesi neredeyse imkansız ABD varken çok basit olmaz mı?

Buna karşılık, Türkiye’nin kararlılığını gören ABD zaman kazanmak için yeni bir hamlede bulundu değerlendirmesinde bulunmak öyle elimizin tersiyle itilecek bir tez mi?

Niye mi böyle karamsarım?

Geçmişte yaşadığımız tecrübeleri bir kenara bile bıraksak, güvenli bölge ve barış koridoru konusunda mutabık kaldığımız saatlerde ABD’nin, içi silah ve mühimmat dolu 200 TIR’ı PKK’ya, ben öyle PYD veya YPG demiyorum, teslim etmesi karamsar olmama yetmiyor mu?  Yine aynı saatlerde Pentagon’un, Kongre’ye ‘Suriye’de terörist sayısı 10 bin artırılmalı’ raporu sunması bana, ABD’nin kirli planlar içinde olduğunu düşündürmez mi?    

*********************

Kaz Dağları siyaset üstüdür

Maden ruhsatını 2001 yılında CHP verdi, 195 bin değil 13 bin ağaç kesildi, siyanür kullanılıyor mu kullanılmıyor mu, tartışılan Kaz Dağları değil 25 kilometre uzaklıktaki bir alan. İnanın bu tartışmaları anlamakta zorluk çekiyorum. Bütün bunların cevabı kayıtlarda mevcut değil mi? Çıkar açıklarsın bütün tartışma biter. Biz bunları tartışırken üzerinde durmamız gereken gerçekten uzaklaşıyoruz.

Buradaki gerçek geleceğimiz olan evlatlarımız. Elin adamı binlerce kilometre öteden gelip cebini doldurmak için gözünü karartacak, biz bunları mı tartışacağız?

Asıl soru şu!

Bu şirket altını çıkarırken siyanür kullanıyor mu kullanmıyor mu?

Eğer kullanıyorsa, kendi ülkesinde yasaklanan bir yöntemi hangi cüretle bizim ülkemizde uyguluyor?

Bu siyanür yıllar sonra evlatlarımıza zarar vermeyecek mi?

Hadi gelin siyaseti bir kenara bırakıp bu sorulara cevap arayalım…