Beni kategorize etme
İstirham ediyorum beni kategorize etmeyiniz güzel kardeşim... Yoksa ben, Yaşar Usta! Çeker vururum seni! Vururum ve dönüp arkama bakmam bile...
Böyle bir şey yaşatıyor insana işte kültür melezi olmak. Bir yanın naif, ürkek; bir yanın haşin, isyankâr... Bir yanın yağmur boran, bir yanın bahar bahçe...
Niye olmasın ki? Daha on beşinde kayısı ağacının dibine kazmayı vurdukça ses getiren, evde durmadığından arada bir atın üstünde karşı tepelerden rüzgâr gibi geçtiği rivayet olunan, omzu tüfekli, ele avuca sığmaz Anadolulu bir anneden ve Beyoğlu’nda gezip gözlerini süzen, yazlık sinemaların, gazinoların aranan siması; taş plak, karakalem, şiir, çiçek, börtü böcek aşığı beyzade bir babadan olma, kültür çatışmasından doğma bir kültür mozaiğiyim.
Bu yüzden de ilk gençlik yıllarım Türkiye’de Almancı, Almanya'da yabancı olmaktan kurtulamamış bir gurbetçininkinden çok da farklı değildi.
Çünkü neresinden bakarsan bak ergen beyni farklı olmayı, uyumsuz kalmayı kaldıramaz.
Davul sesi duyunca “le le le” diye halay çekmeye kalktığımda, yer sofrasında güzelce bağdaş kurup kavurmanın yağına bana bana yemek yediğimde İstanbul'da kimliğimi daha fazla gizleyemedim.
Ya da köye gittiğimde şalvar giyip yemeni taksam da karıncadan korkup ineklere ricada bulunduğumda, batan güneşe karşı ablama Müzeyyen Senar'dan bir şarkı patlattığımda bu kez Malatya'da "siz kaçın beni tanıdılar" demek zorundaydım.
Çok sonraları fark ettim farklı olmanın özgünlük, orijinallik olduğunu. Çünkü hangi kalıba soksan olmuyorum; boşa koysan dolmuyor, doluya koysan almıyorum.
İşte bu yüzdendir ki, ünlü düşünür Sezen Aksu’nun da dediği gibi, beni kategorize etme, yaftayı yapıştırıp bana isim koyma, yarıştırma sakın.