Bir fikir ucubesi olarak Fazıl Say, Haluk Levent’in “konteyner kenti” ve Kızılay

Dikkat ederseniz, Fazıl Say’ın müzisyenliği değil konuştuğumuz son aylarda. Dünyanın sirküle edilebilen birkaç bin konser piyanisti arasında yer alan bu isim, ne yazık ki ağzı bozuk, alt model bir Lütfü Türkkan profili çiziyor artık. Böyle dedim ama bir Google taramasında baktım ki bu davranış kalıbının kendisinde epey eski olduğuna dair haberler peş peşe önüme düştü. Piyanosunun başından siyasete ve siyasetçilere ayar veriyor, ona buna çemkiriyor, birine git, diğerine gel diyor. Ama bu arada, kendisine okkalı bir müzik eleştirisi yönelten, müzisyenliği ve yaptığı kayıtların üzerinden adeta ders veren Serhan Bali’nin Andante dergisinde yazan Feyzi Erçin’e de ağzına geleni söylüyor ve Instagram sayfasından takipçilerine linç ettiriyor. Yani, siyasetçilerin kendisinin her türlü hakaretini sineye çekmesini beklerken, bunu en doğal hakkı olarak görürken, sadece bir müzik eleştirisi karşısında böylesine öfkelendiğini görmek çok şaşırtıcı olabiliyor. Üstelik bu tahammülsüzlüğü o denli patetik bir hal alabiliyor ki onların “işten çıkarılması” gibi talepleri bile dillendirebiliyor Serhan Bali’nin anlattığına göre. Serhan Bali ile yapılmış şu röportajı okuyanlar (*) ne demek istediğimi anlayacaklardır. Ben dehşete düştüm çünkü.

MUHARREM İNCE’YE HAKARET ÜSTÜNE HAKARET

Neyse, Meral Akşener’in üzerine sifonu çektikten sonra son zamanlarda da Muharrem İnce’ye sardırdı. Dün Twitter hesabından Muharrem İnce’ye "ŞUURSUZ ADAM" diye hakaret ederek şu sözlerle yüklenmiş:

“Pandemide IBAN gösteren, ekonomide batan, fakirleşen, depremde aciz kalan, Kızılay’ın çadır sattığı utanç veren bir haldeyiz. Ne eğitim kaldı ne demokrasi. Değişim şart! 85 milyonu şimdi delirten şuursuz adam İnce. Yeter artık! Zor durumda bu halk! Yeter! Oyun bitti!”

Başka tweetleri de var. İnce’nin Atatürkçülüğünü de gülünç ve duyarsız buluyor.

Asıl “Atatürkçülüğü” geçmişten beri kendisinin yaptığını bilen bizler açısından sürpriz değil bu.

Hafıza yoklamasıyla hatırlayanlar olacaktır. 2012 yılının sonunda bir Alman gazetesine verdiği demeçte "Türkiye rüyasının öldüğünü" belirterek, "Tüm bakan eşleri türban takıyor. İslamcılar zaten kazandı, biz yüzde 30, onlar ise yüzde 70. Başka yere taşınmayı düşünüyorum" demişti. Demokratlığı açısından hayli sorunlu olan bu sözlerle sınırlı değil konuşmaları. Müzik ırkçısı aynı zamanda. Arabesk müzik hakkında “Arabesk denilen iğrenç şeyi sevmemek vatanseverlik, sevmek ise vatan hainliğidir bana göre” de diyebilmişti.

Biliyorum çok öfkeli. Bir piyano dehası olmasa da başarılı bir virtüöz. Ancak, hayat acımasız bir şekilde yaş aldırarak(53 yaşında) ağlarını örüyor. Avrupa ve dünya kriterlerine göre orta karar bir piyano virtüözü sayılmasına rağmen yine de yabana atılacak bir isim değil Fazıl Say. Bir alıcısı var ve şu anda dünyanın çeşitli şehirlerinde konsersiz duramayan müzikseverlere hitap etmeye devam edecektir. İlk 100 piyanist arasında yer almıyor örneğin. Dünyadaki gelmiş geçmiş 20 deha piyanisti seçen 100 kişilik piyanist listesinde de adı yok kendisinin. Ama o listede iki büyük Türk piyanist yer alıyor; İdil Biret ve Lara Ömeroğlu.

İlk 20 içinde yer alan Yann Tiersen, Ludovico Einaudi, Martha Argerich, Leif Ove Andsnes, Krystian Zimerman, Glenn Gould gibi isimleri tanıyanlar, dinleyenler, iyi müzik dinleyicileri aradaki farkı biliyor.

Dediğim gibi, Fazıl Say Türkiye’de tek değil. Misal, Güher ve Süher Pekinel kardeşlerin, dünyanın en büyük orkestra şefleri ve bestecileri arasında yer alan Herbert Von Karajan ve Leonard Bernstein’in (Batı Yakasının Hikâyesi filminin müziği ona aittir) yönetiminde Berlin Filarmoni ile konser verdiklerini, yeri yerinden oynattıklarını unutmadık.

Ama tüm bunların acısını Türk siyasetinin demokratik ortamı kendi istediği gibi şekillenmiyor diye gözüne kestirdiği herkesten çıkarmaya kalkışması acıklı. Kusura bakmasın da müzisyenliğine saygı duyduğumuz Fazıl Say’ın siyasi, sosyal konularda bu denli fikir ucubesi olması da ülkemizin bir başka talihsizliği.

Neyse, Muharrem İnce kendisine yönelik bu eleştirilere gereken cevabı önceki akşam tek tek verdi zaten, bir de onu savunacak değilim.

Muharrem İnce ile Fazıl Say’ın mutabık kaldığı bir ortak nokta var oysa.

AHBAP’A PARA YAĞDIRANLAR, ANNA DELVEY MAĞDURLARINA BENZER Mİ?

Fazıl Say, yukarıdaki tweetinde “Kızılay’ın çadır sattığı utanç verici bir ortam içindeyiz” derken, İnce de cumhurbaşkanı seçildiğinde ilk işinin Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ı görevden almak olacağını söylüyor.

Ne tuhaf. Kızılay bir STK sonuçta. Genel kurullarda değişir başkanları. Suç işlediğini varsayıyorsan da ispatlamak zorundasın.

Tabii tüm bu itibarsızlaştırmaların, Fazıl Say’dan Şahan Gökbakar denilen zımbırtıya, Fatih Altaylı’dan Muharrem İnce’ye varıncaya kadar Kızılay ile aklını bozanların çıkış noktası, malum Haluk Levent ve AHBAP adlı derneği.

Hepsi eserleriyle gurur duyabilirler. İsmail Saymaz’ın “Canan Arın’a kan arıyoruz” dediği gibi kendi yakınlarının da kan ihtiyacı olduğunda anlayacaklardır Hanya'yı Konya'yı.

Bu çadır satışı konusunda yazmıştım (**) daha evvel.

Ve orada da sormuştum. Affedersiniz ama Kızılay, bağışların dışında kendi kendini döndüren devasa bir kuruluş sonuçta. AHBAP milyarları toplamış, Kızılay’ın kendi imkânlarıyla ürettiği çadırları tabii ki parayla satın alacak. Parayla alacak ki Kızılay çadır bezi temin etmeye, üretmeye devam edebilecek bir finans akışı sağlayabilsin. İşin kuralı budur. Nedir yahu, bu ülkede herkes Ahbap’a mecbur mu?

Adamın yaklaşık 2,5 milyar topladığı söyleniyor. Acaba ona yüz milyonları bağışlayan ünlüler paralarının nereye gittiğini merak ediyor mu? Kardeşim siz salak mısınız? Misal Haluk Levent bir KONTEYNER KENT kuracaktı deprem bölgesine. Dört bin kişilik, alt yapısı hazırlanıyordu… Hani, kurulduysa nerede? Kaç adet soran eden var mı?  Haluk Levent aldıkları bağışların hesabını şeffaf biçimde verdi mi? Geçen aylarda bir açıklama vardı. Hayatımda bu kadar şişirme ve tuhaf bir “hesap” görmedim. Hayır. Nerede bu milyarlar? Su dağıtmışlar, Ahbap Su’yu. Yani kendi kurdukları su tesisinden kim bilir kaç lira maliyetle aldıkları suyu, kaç liralık masrafla gönderdiler. Kızılay’a gelince bedava çadır ama adamın su şirketine gelince parayla.

Bizim bu ünlülerin moda akımına uyar gibi yardımseverlik yapmaları bana geçen gün izlediğim ve gerçek bir dolandırıcılık hikâyesinin dizisini anımsattı. Anna Delvey isimli 25 yaşında, asıl adı Anna Sorokin olan bir Rus kızının, kendini New York elitlerine varlıklı Alman babanın mirasçısı olarak tanıtıp bir sürü insanı dolandırmasını, bankaları da çarpmaya kalkışmasını anlatıyor. Jessica Pressler adlı gazetecinin "Anna Delvey New York'un Parti İnsanlarını Nasıl Kandırdı" başlıklı makalesinden esinlenerek yaratılan bir dizi.

Avukatı Anna Sorokin’i savunurken şöyle diyor:

“Anna, New York elitlerine onların görmek istediği bir rüyayı sundu. Sanat alanında çok seçkin zevki olan, zengin bir Alman babanın güzel mirasyedi kızı. Üstelik çok bonkör ve onunla fotoğraf vermek, onun Instagram sayfasında yer almak gurur vericiydi. Peki onların hiç suçu yok muydu Anna’dan bu beklentiye girerken?”

Haksız da değil.

Şimdi Haluk Levent’i Anna Delvey ile özdeşleştirmiyorum kuşkusuz. Tıpkı daha önce Matt Damon’ın canlandırdığı Yetenekli Bay Ripley figürüyle özdeşleştirmediğim gibi.

Ama bu belirsizlik, toplanan milyarların akıbetinin hâlâ açıklanamamış olması, hükümet evleri bile teslim etmeye başlamışken, yapılacağı söylenen konteyner evlerin ortada olmayışı, bana mı tuhaf geliyor sadece?

Türkiye’de öyle bir atmosfer yaratıldı ki, AFAD, Kızılay kaka, Ahbap cici… Bizim ünlüler de açığa vuramadıkları “minik isyan duygularıyla” hükümet dışı bir organizasyon diye güvenerek yüz milyonlarca lirayı bastırdılar Haluk Levent’in Ahbap’ına. Beyincikleriyle bu isyan duygusundan akılları sıra yaratılan bir “kahraman”a destek olma gururunu yaşayacaklarını sandılar.

İnşallah Anna Delvey’in mağdurlarına benzemezler ve pişman olmazlar.

Benim bu yazdıklarım da bir vesveseyle sınırlı kalır.

Ama ikna edici olmak istiyorsa bağış aldığı ünlülere en az üç adet konteyner kenti gezdirmek zorunda Haluk Levent. O da zaten topladığı paranın küçük bir bölümü.

Not: Haluk Levent, Time dergisi tarafından yılın en etkili 100 kişisi arasında yer almış.

Ödülün gerekçesi ise şöyleymiş:

“Haluk Levent ismi de umudun, dakikaların ölümle yaşam arasındaki fark anlamına geldiği ve Türk hükümetinin son derece beceriksiz olduğunu kanıtladığı felaketin ardından Ahbap, sahada hayat kurtarmak için çalışmaya başladı bile.”

Böyle denildiği için reddetmiş ödülü. Tabii ki bu kadar iğrenç ve baştan aşağı yalan gerekçenin doğru olmadığını kendi de biliyor.

Hakikaten benim göremediğim ama başkalarının gördüğü hangi deprem çalışması var bu Ahbap’ın ben çok ama çok öğrenmek istiyorum.

(*) https://www.sanatatak.com/view/serhan-bali-sanatci-hosuna-gitmese-de-musamahali-tahammullu-olacak-baska-sansi-yok

(**) https://www.tv100.com/kizilay-baskani-kerem-kinikin-aciklamalari-ve-ahbap-kazigi-makale-654407