Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar

Türkiye ekonomik ve siyasi olarak zor bir süreçten geçiyor. Aslında sorun genel anlamda küresel. Savaşlar, zorunlu göç, pandemi, tedarik sıkıntısı, arz talep, piyasa fiyat dengesinin bozulması, büyüme belirsizliği derken dünya ekonomik dar boğaza girdi. Üzerine Türkiye 120 bin kilometrekarelik alana yayılan, 11 ilimizi, 14 milyon insanımızı doğrudan etkileyen büyük bir deprem felaketi yaşadı. Ardından seçim gündemi ve bugün önümüze koyulan acı reçete.

Türkiye tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen halihazırda büyüme kaydediyor. Dolayısıyla Türkiye’nin ekonomik olarak toparlanması zor değil. Gelir dağılım eşitsizliğine tekrar dikkat çekmek istiyorum. Üretilen değerden herkesin adil pay alması, nimet ve külfetin hakkaniyetli paylaşımı ve buna göre yeni bir vergi siteminin devreye girmesi önem arz ediyor.

Kamu kaynaklarının doğru kullanılması, planlama, disiplin, denetim, şeffaflık, hesap verilebilirlik doğrultusunda tutarlı ve istikrarlı yönetim, güveni sağlayacak, yatırımı, üretimi, ihracatı, istihdamı artıracak ekonomi politikalarını kararlı bir şekilde hayata geçirmek lazım.

Deprem bölgesinin ayağa kaldırılması, depremin yaralarının sarılması, bölgede tarım ve hayvancılığın, sanayinin, ticaretin yeniden canlanması, deprem bölgesinde hayatın normalleşmesi elbette önceliğimiz olmalı. Bu da ertelenemez bir maliyet, biraz zaman ve biraz sabır demek.

Milletimiz bu duruma itiraz etmez ve elinden gelen her türlü desteği verir. Huzursuzluk ve belirsizlik güven kaybından ortaya çıkar. Yani biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar. Dolayısıyla bu zorlu sürecin üstesinden gelebilmek için adaletten şaşmadan, kamudan başlayarak topyekûn bir mücadele gerekiyor.

Bu süre zarfı içinde işçiyi, memuru, emekliyi, çiftçiyi, bakıma muhtaç düşük gelirli vatandaşları enflasyona karşı korumak, alım gücünü iyileştirmek, ekonomik ve toplumsal düzeni sağlamak hükümetin sorumluluğunda.

Muhalefetin ne yazık ki kendine hayrı yok. Güç, makam, çıkar kavgaları, hedefe giden her yol mübah anlayışı, şahsi hırslar, gizli yapılan anlaşmalar, imzalanan protokoller her geçen gün daha vahim iddialarla gündemi meşgul ediyorlar. İthamların ardı arkası kesilmiyor. Ne medya etiği kaldı ne siyasi etik. Muhalif seçmen, Türkiye’nin iktidarını belirleyen seçmene, muhalefeti iktidara getirmediği için teşekkür edecek hale geldi.

Türkiye’nin en büyük sorunu muhalefet sorunu derken bazıları bu durumun ciddiyetini yeni yeni anlıyor. Düşünün, Türkiye’nin ana muhalefet partisini yöneten bir Genel Başkan, “Geçmişi temiz biri çıkarsa genel başkanlığı ona bırakabilirim” ifadesini kullanıyor. Bu aynı zamanda yönettiği partide herkesin kirli olduğunu ima eden bir açıklama ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu gibi hakkında soruşturma yürütülen rakiplerine bir gönderme…

Yerel seçimler yaklaşıyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 2024 yılında yapılacak olan yerel seçimlerde İBB Başkan adaylığı için herhangi bir arayışlarının söz konusu olmadığını, adaylarının Ekrem İmamoğlu olduğunu açıkladı.

Kılıçdaroğlu, geçmişinin temiz olmadığını ima ederek CHP Genel Başkanlığı koltuğuna layık görmediği Ekrem İmamoğlu’nu İBB Başkanı adayı olarak tayin ediyor. Yani, CHP Genel Başkanlığı koltuğunu güvenip emanet edemediği Ekrem İmamoğlu’nu yeniden en büyük belediye bütçesini elinde bulunduran İBB’nin başına getirmek istiyor. Ne var ki Ekrem İmamoğlu, CHP Genel Başkanı olma niyeti taşıyor, İstanbul’u yönetmek gibi bir düşüncesi, bir hevesi yok.

Bütçe demişken seçim kampanyaları için harcanacak paralar, yapılacak masraflar millete vergi yükü olarak geri dönüyor. Belediyeler, özellikle büyükşehir belediyeleri siyasi partilerin para kasası olarak görülüyor. Daha açık ifadeyle vatandaşın parası siyasi partilerin reklamına, seçim kampanyalarına dökülüyor. Bu kabul edilir bir şey değil. Ekonomiden, alınacak önlemlerden, kamudan başlayarak yapılması gereken tasarruftan, hakkaniyetli paylaşımdan, adaletten bahsettik. Bu hassasiyetle hareket etmeyenlerin kaybedeceği bir yerel seçim atmosferine giriyoruz...