"Doğu Akdeniz jeopolitik satranç tahtasında altı stratejik hamle"
Bugün size “Doğu Akdeniz Jeopolitik Satranç Tahtasında” Türkiye’nin haklarının güçlendirilmesi ve KKTC’nin tanınması ve refahının artırılmasına yönelik yüzlerce kez karşılıklı simülasyonlar yaparak, ortaya çıkardığımız altı hamleli stratejimizi anlatmak istiyorum.
BİRİNCİ STRATEJİK HAMLE; TÜRKİYE’NİN DOĞU AKDENİZ’DE MEB İLAN ETMESİ
Doğu Akdeniz’deki Türk deniz yetki alanları, Türkiye’nin bir Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan edilmesiyle ortaya koyulmalıdır. Böylece, Türkiye’nin ilan ettiği MEB ile ortaya koyacağı harita ile Türkiye’nin hiçbir komşusunun (GKRY haksız ve hile ile gasp ettiği alanlar hariç) mevcut deniz yetki alanlarına girmediği, hatta Türkiye’nin MEB sınırlarına yaklaştıkları takdirde daha fazla deniz alanı kazanacakları herkes tarafından görülecektir.
Böyle bir durum ise 2019'da Libya ve 2011’de KKTC’nin benzeri şekilde Mısır, Filistin, İsrail, Lübnan ve Suriye’nin de Türkiye ile antlaşma yapma iradesi ve isteğini ortaya çıkarabilecektir.
Sonuç olarak Türkiye, MEB ilanı ile kendi Mavi Vatanı’nı ortaya koyarken, ilgili kıyıdaşların öngördüğünden daha fazla deniz yetki alanı elde etmesine öncülük edecektir. Zira şimdikine göre;
Suriye 1.104 km2
Lübnan 1.620 km2
İsrail 4.515 km2
Filistin 8.510 km2
Mısır 21.303 km2 deniz alanı kazanmış olacakladır.
Libya Türkiye’ye antlaşma imzalayarak, Yunanistan’ın teklifine göre zaten 40.000 km2 (yani yaklaşık dört Kıbrıs adası büyüklüğünde) deniz alanı kazanmıştı.
BUNDAN SONRA DA İKİNCİ STRATEJİK HAMLE YAPILMALIDIR; TÜRKİYE VE KKTC ARASINDA MEB’İN ORTAK KULLANIMI ANTLAŞMASI
Türkiye ve KKTC, MEB alanlarının ortak kullanılması üzerine bir antlaşma imzalanması her bakımdan faydalı olacaktır. Bu sayede, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatan parçası KKTC’nin de Mavi Vatanı olacaktır. Böylece, KKTC normalde sahip olabileceği deniz alanının yaklaşık 20-30 katı bir alanda hak sahibi olacak ve elde edilecek kaynaklardan mutabakata varılacak miktarda pay alarak KKTC’nin bugün ve gelecekte refahına büyük katkı sağlanacaktır.
Ayrıca, KKTC’ye söz konusu deniz alanlarında da faaliyet göstermek için meşru haklar sağlayacaktır.
Bu durum, KKTC ve Türkiye arasındaki ilişkiyi de çok uzun vadeli güçlendirecektir.
BUNDAN SONRA ÜÇÜNCÜ STRATEJİK HAMLE ATMA ZAMANI GELMİŞTİR; KKTC BAYRAKLI SİSMİK VE SONDAJ GEMİLERİ
Türkiye’nin bir ya da daha fazla sismik araştırma ve/veya sondaj gemisini KKTC’ye belli bir süreliğine devretmesi gemilere de KKTC bayrağı çekilmesi çok atak bir hamle olacaktır.
KKTC bayraklı bu gemi ya da gemiler ile GKRY’nin faaliyet gösterdiği alanlarda sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerine başlanması Yunanistan, GKRY ve arkalarındaki Batı için müthiş bir şok etkisi oluşturacaktır.
Malum ABD, AB, Yunanistan ve GKRY “Ada Adalılarındır” söylemi ile bugüne kadar hareket etmiştir. Yani “Kıbrıs adasının etrafındaki zenginliklerden Kıbrıslı Rum ve Türkler’in istifade etme hakkı vardır” demektedirler.
O zaman KKTC’nin de petrol arama/doğalgaz arama, çıkartma, kullanma faaliyetlerine ABD ve AB’nin söyleyecek sözü olmaması gerekir. Eğer tepki gösterirlerse bugüne kadar olan söylemleri ile çelişir.
Şüphesiz Yunanistan ve GKRY bağırıp, çağıracaktır ama bizim kulağımız o gürültüyü duymayacaktır.
Böylece, Türkiye ve KKTC’ye karşı düşmanca ya da hasmane tutum içerisinde olanların söylem ve stratejileri üzerinden strateji ve oyun kurulmuş olacaktır.
Aynı zamanda Türkiye ve KKTC’nin Kıbrıs Adası çevresindeki tüm sularda Kıbrıs Türklerinin hakları vardır söylemi fiilen hayata geçirilmiş olacaktır.
Bu meşru, hukuki ve diplomatik ön alıcı bir hamle olacaktır.
Eğer bu faaliyetlere karşı tepki göstermek isterlerse KKTC muhatapları olacaktır.
Zira KKTC bayraklı gemiler ile sondaj ve sismik araştırma yapılacağı için, Türkiye Cumhuriyeti’ni muhatap almaya kalksalar, Türkiye KKTC’yi adres gösterecek ve yine KKTC ile muhatap olmak durumunda kalacaklardır.
Bu durumda ise KKTC’yi fiilen tanımış olacaklardır. Yani durum ABD ve AB için “yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal” şeklinde tarif edilebilecek bir hal alacaktır.
ŞİMDİ DE SIRA DÖRDÜNCÜ STRATEJİK HAMLEDE; İSRAİL BORU HATTI, KKTC VE TÜRKİYE DENİZLERİ VE KKTC KARASI ÜZERİNDEN GEÇİRİLMELİDİR
Bilindiği üzere, Türkiye’nin “benim deniz yetki alanlarımdan boru hattı geçirecekseniz elbette buna iyi niyetle yaklaşırım ancak uluslararası deniz hukukuna göre kıyıdaş devlet olan Türkiye’ye boru hattı güzergâhı bildirilmeli ve bu güzergahın bir sakıncası olup olmadığı sorulmalıdır. Aksi takdirde egemenlik haklarım ihlal edilmiş olur ve buna izin vermem” söylem ve duruşunun etkisi, Yunan ve Rum ikilisinin de “Türkiye’den hiçbir onay almayız, alırsak Türk Deniz Yetki Alanlarını tanımış oluruz” inadı neticesinde EastMed (Doğu Akdeniz Doğal Gaz Boru Hattı) projesinin, Kıbrıs Adası batısından geçerek Yunanistan’a ve AB’ye ulaşacak güzergahı geçtiğimiz yıl iptal olmuştur.
Bilindiği üzere, Ukrayna-Rusya savaşının da hızlandırıcı etkisiyle AB, Rus doğalgazına bağımlılığını azaltıcı alternatif gaz tedarik kaynakları ve güzergâhları arayışına girmiştir.
Nihayetinde bu kaynaklardan biri de İsrail’in Leviathan havzası başta olmak üzere Kıbrıs Adası güneydoğusunda bulunan doğalgaz kaynaklarıdır.
EastMed projesinin batı güzergâhı Yunan-Rum inadı ile kadük olması üzerine, AB’ye ulaşacak yeni boru hattı güzergâhı Kıbrıs Adası’nın doğusundan geçerek Türkiye’ye ve Türkiye’den Avrupa’ya ulaşması şeklinde planlanmaktadır. Bu gazın bir şekilde ve hızlıca AB’ye ulaştırılması gerekmektedir.
İşte bu durumda da KKTC’nin tanınması ve sürekli gelir elde etmesi için önemli bir stratejik kazanım fırsatı elimize geçmiştir.
Durumu; “Onların gaz lambası vardır ama kibritleri yoktur, bizde ise kibrit vardır. Yani eğer lambalarını yakmak istiyorlarsa benim kibritime ihtiyaçları vardır ve ben de kibritimi bazı şartlarla veririm” şeklinde özetlemek mümkündür.
Yani uluslararası ilişkiler jargonuyla “kazan-kazan” ilkesi ile hareket etmek önemlidir.
Bu noktada, Türkiye boru hattının yeni güzergâhının KKTC’nin ve/veya Kıbrıs adası doğusunda Suriye ve Lübnan ile öngördüğümüz deniz yetki alanlarından ve KKTC kara ülkesi üzerinden geçirilmesini istemelidir. Bu son derece makul bir istektir, çünkü boru hattı güzergâhının en ucuz ve en kısa güzergâhı da budur. Gerçi olmasa da Türkiye bu şekilde bir istekte bulunmalıdır.
Böyle bir durumda, İsrail yine uluslararası deniz hukuku çerçevesinde usulen KKTC’den ve Türkiye’den boru hattı güzergâhını bildirerek, uygunluk onayı istemek durumundadır.
Bu durum defacto olarak yani fiilen KKTC’nin, KKTC ve Türk Deniz Yetki Alanları'nın tanınması anlamına gelir.
Türkiye, İsrail’in bu onayı GKRY’den istemesi ya da güzergâhı KKTC ve öngörülen Türk deniz yetki alanları dışından geçerek Türkiye’ye ulaşacak şekilde planlamasını asla kabul etmemelidir. Aksi takdirde tüm Doğu Akdeniz ve Kıbrıs politikamız hayati yara alır.
Bu önerdiğimiz stratejik hamleler ise kazan-kazan ilkeli jeopolitik satranç tahtasında bir şah ya da vezir alma hamlesidir.
BEŞİNCİ STRATEJİK HAMLE İSE BÖLGESEL SAHİPLİK İLKESİ ÇERÇEVESİNDE TÜRKİYE’NİN BAŞLATACAĞI BÖLGESEL İŞBİRLİĞİ HAMLELERİDİR
Türkiye, Karadeniz’de “bölgesel sahiplik ilkesi” yani “Karadeniz, Karadeniz Devletleri'nindir” ilkesi çerçevesinde başlattığı ve uzun yıllar başarı ile sürdürdüğü birçok inisiyatif oluşturmuştur. Örneğin bunlar arasında;
- Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (KEİT)
- Karadeniz Uyumu Harekatı (KUH)
- Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu BLACKSEAFOR
- Karadeniz'e Sahildar Devletler Sınır/Sahil Güvenlik Teşkilatları İşbirliği Forumu (BSCF)
- Karadeniz’de Güven ve Güven Artırıcı Önlemler sayılabilir.
İşte bölgesel işbirlikleri geliştirmede büyük tecrübe ve kabiliyeti olan Türkiye, Karadeniz’de oluşturduğu modelleri uygun şekilde Doğu Akdeniz’e de yansıtmalıdır.
Mesela, “Doğu Akdeniz Bölgesel Ekonomik İşbirliği Teşkilatı” oluşturma inisiyatifini başlatabilir. İlk etapta, bu inisiyatife üye olma konusunda muhtelif tereddüt ve dirençlerle karşılaşılması olasıdır. Bu sebeple ilk olarak ilişkilerimizin iyi seviyede olduğu Libya, KKTC, Filistin gibi devletlerle inisiyatif başlatılmalı ve kurulan bu teşkilatın tüm kıyıdaş devletlere açık olduğu ilan edilmelidir.
Müteakip aşamada Türkiye, Doğu Akdeniz’deki, Doğu Akdeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı inisiyatifini Karadeniz Ekonomik İşbirliği ile entegre edebilir.
Böylece Türkiye, bölgesel sahiplik ilkesi çerçevesinde diğer kıyıdaşları dışlayan ve kıyıdaş olmayan büyük aktörleri içine alan sözde bölgesel yapı ve forumlara gerçekçi, samimi bir bölgesel işbirliği yapılanması ile cevap vermiş olacaktır.
ALTINCI STRATEJİK HAMLE İSE KKTC'Yİ, DOĞU AKDENİZ DENİZ GÜVENLİĞİNE KATKI SAĞLAYAN ÖNEMLİ BİR DEVLET VE TÜRK DEVLETLER TEŞKİLATI'NIN AKDENİZ'DE DENİZ TİCARET MERKEZİ HALİNE GETİRMEKTİR.
Bu maksatla Doğu Akdeniz’de, enerji ve deniz güvenliğinin tesisi ve korunması maksadıyla teşkil edilmiş olan Akdeniz Kalkanı Harekatına KKTC dâhil edilmelidir.
KKTC, Türk Devletler Teşkilatı’nın, Doğu Akdeniz’deki ticaret ve irtibat merkezi olabilecek bir konuma sahiptir. Malum, Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Azerbaycan, Kırgızistan açık denizlere kıyısı olmayan (Hazar Denizi bir kapalı denizdir) ve denize “karaya kilitli” devletlerdir.
Türkiye ve KKTC’nin jeostratejik, jeoekonomik ve jeopolitik önemi burada ortaya çıkmaktadır.
Türk Devletleri'nin denize açılım noktası, Türkiye ve KKTC’dir. Zengin kaynaklara sahip bu Türk Devletleri yapacakları çeşitli antlaşmalarla birlikte KKTC’yi, Doğu Akdeniz’de bağlantı noktası yapabilecek potansiyele sahiptir. Dünya ticaretinin yüzde 90’ı deniz yoluyla yapılmakta ve bu deniz ulaştırmasının da neredeyse yüzde 30’u KKTC’nin bulunduğu ve hâkim olduğu bölgeden geçmektedir.
KKTC'nin, bu devletlerin Doğu Akdeniz’de düğüm noktası olması Türk Devletleri için büyük fırsattır. Bu devletlerin şirketlerinin, ithalat ve ihracatlarını; Süveyş üzerinden doğuya, Akdeniz üzerinden Batı’ya yapmaları için KKTC mükemmel bir ticaret üssü potansiyeli taşımaktadır.
KKTC’nin, Türk Devletler Teşkilatı’nın bir parçası olması, ilerde serbest ticaret antlaşmaları imzalanması ve hatta gümrük birliği ile birlikte Türk ortak pazarın kurulması ile hem KKTC’ye hem de diğer Türk Devletleri'ne büyük fayda sağlayacaktır.