Eve lazım olan camiye haramdır

Camiler, manevi değerlerin ve ibadetlerin merkezi olarak büyük bir öneme sahiptir. Bu kutsal mekânlar, insanları bir araya getirir, dayanışma ve birliktelik duygusunu pekiştirir. Ancak, cami yapımı ya da donatımı konusunda bazen iyi niyetle hareket edilirken farkında olmadan israfın sınırlarına dokunulabiliyor. İşte burada devreye giren veciz bir söz: “Eve lazım olan camiye haramdır.”

Bu ifade, aslında İslam ahlakının özünü yansıtır. Önceliklerin doğru belirlenmesi gerektiğini ve ihtiyacımız olan kaynakları öncelikli alanlara ayırmamız gerektiğini hatırlatır. Peki, bu sözün anlamı ve arka planı nedir? Günümüzde nasıl bir rehberlik sunar?

Her şeyden önce, İslam dini ihtiyaçların adil ve dengeli bir şekilde karşılanmasını öğütler. Bir aile, evinde temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyorsa; yiyecek, giyecek ya da barınma gibi zaruri gereksinimlerde açık varsa, bu ailenin gelirini cami yapımı ya da süsleme gibi işlere yönlendirmesi dini ve ahlaki bir sorumluluk taşır mı? Elbette ki hayır. Çünkü İslam’da sadaka ve bağışların dahi önce kişinin ailesine, yakın çevresine ve nihayetinde topluma faydalı olacak şekilde yapılması tavsiye edilir.

Son yıllarda, camilerle ilgili bazı tartışmaların merkezinde gereksiz, gösterişli yapılar ve israfa kaçan harcamalar yer alıyor. Hâlbuki İslam, sadelik ve tevazuyu öğütler. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) mescidi, sade ve mütevazı bir yapıya sahipti. Amaç, ibadetin ruhuna odaklanmaktı; mekânın ihtişamına değil.

Bir yanda binlerce lira harcanarak yaptırılan avizeler, özel halılar ve işlemeli mihraplar; diğer yanda eğitime, sağlığa ya da yoksullara yönlendirilebilecek kaynaklar. Bu dengesizlik, “eve lazım olan camiye haramdır” sözünü daha anlamlı kılar. Çünkü esas olan önceliklerin dengesidir, yani toplumun temel ihtiyaçlarının karşılanmasıdır.

Kuran-ı Kerim, yardım ve bağış konusunda kişilerin kendi maddi durumlarını dikkate almasını emreder. Allah, Bakara Suresi 219. ayette şöyle buyurur: “Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: İhtiyacınızdan artanını.” Bu ayet, gereksiz yere kendini zora sokarak bağış yapmanın doğru bir davranış olmadığını açıkça gösterir. Önce aile fertlerinin ihtiyaçları karşılanmalı, ardından imkânı olanlar daha geniş bir çerçevede yardımlarda bulunmalıdır.

Camiler, ibadet edilen ve manevi huzur aranan yerlerdir. Ancak ibadet, sadece bir binada yapılan eylemlerden ibaret değildir. İbadet, kişinin yaşamındaki dengeyi ve adaleti yansıtmalıdır. İhtiyaç sahibi bir ailenin, evindeki zaruretleri görmezden gelip dışarıya cömertlik yapması ne kadar doğrudur?

“Eve lazım olan camiye haramdır” sözü, sadece bireylerin değil, toplumun da rehber edinmesi gereken bir ilkedir. Kaynaklarımızı kullanırken dengeyi gözetmek, gösteriş ve israftan uzak durmak ve önceliklerimizi doğru belirlemek hepimize düşen bir sorumluluktur. Unutmayalım ki asıl ibadet, doğru yolda ilerlemek ve insanlığa faydalı olmaktır.

İstanbul’dan sonra en çok Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapan Gaziantep’in Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, Şam’daki tarihi Emevi Cami’nin halılarını değiştirmeye hazır olduklarını ve bundan şeref duyacaklarını açıkladı. Öncesinde İBB Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, belediye olarak Suriye’ye kreş açabilir, şehircilik desteği verebiliriz dedi. İki örnekte popülist siyasetin geldiği noktayı bizlere gösteriyor. Popülist siyasetin en belirgin özelliği, kamu kaynaklarının verimsiz kullanımıdır.

Bahsi geçen iki belediye başkanı İstanbul ve Gaziantep’te bulunan sığınmacılara ne kadar imkân sunabildi? Birçoğu sefalet içinde hayatını sürdürüyor. Sadece sığınmacılar mı? Kendi vatandaşlarımız ne durumda? Okullarımızda ki hijyen sorunu çözüldü mü? Milyonlarca insan kirasını veremiyor, haciz, borç batağına saplanmış geçim sıkıntısı çekiyor, aileler çocuklarının eğitim, beslenme masraflarını karşılamakta zorlanıyor, enflasyon almış başını gitmiş. İstanbul depreme hazır mı? Değil. Olası bir İstanbul depremi Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit edecek sonuçlara gebe. Gaziantep ve çevre illerde depremzedelerimiz hala konteynırlarda hayatını idame ettirmeye çalışıyor.

Suriye savaş öncesi, petrol, doğal gaz, madencilik, tarım, turizm açısından önemli bir gelir kaynağına sahipti. Baskıcı, zorba yönetim, adil bir düzenin kurulamaması, ideolojik ve mezhepsel ayrışmalar nedeniyle iç savaş bataklığına saplanıp kaldılar. Bu yıkımın Türkiye’ye de faturası ağır oldu. Yeni dönemde Türkiye, Suriye’nin yeniden yapılandırılmasında rol oynayacak. Bu Türkiye’nin en doğal hakkıdır. Ancak masrafların Türkiye’ye mal edilmesi söz konusu olmamalı. Türkiye’nin sınırlı bütçesi bunu kaldırmaz ve böyle bir gelişme iç kamuoyunda büyük rahatsızlık oluşturur.

Suriye’nin petrol, doğal gaz gibi gelir kaynakları Suriye’nin yeniden yapılandırılmasına aktarılmalıdır. Bu bağlamda Türkiye’nin başarılı bir süreç yöneteceğini düşünüyorum. Türkiye’nin, Suriye’de siyasi, diplomasi, ticari işbirliği geliştirmesi Türkiye’nin kalkınmasına katkı sağlayacaktır. Kamuoyu ile bu bilgiler şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkesi doğrultusunda paylaşılmalıdır. Türkiye’nin önceliği kendi iç huzuru, güvenliği, ekonomik refahı ve birlik beraberliğidir. Yani iç cephesini sağlamlaştırmasıdır.

Türkiye, bu doğrultuda hareket ederse sadece kendi vatandaşlarına daha iyi yaşam standartları sunmakla kalmaz, aynı zamanda küresel ölçekte Suriye’nin orta ve uzun vadede sürdürülebilir, kalıcı barış ve istikrarının tesis edilmesine katkıda bulunur…