İmamoğlu CHP’nin ideolojik rotasını da değiştirecek mi?
Ekrem İmamoğlu CHP’nin 100. yılı için Cumhuriyet Gazetesi’nde bir yazı kaleme almış, bir de konuşma yapmış.
Benzer bir yazıyı geçen ay Oksijen gazetesinde de yazmıştı.
Partisinin 1950’lerden bu yana iktidar olamayışına dair çarpıcı özeleştiriler yapıyor.
“CHP değişirse Türkiye de değişir” diyor.
Doğru ama değişimden kastı nedir?
İmamoğlu henüz bu konuda çarpıcı bir yol haritası ortaya koyabilmiş değil.
Bu nedenle de değişimden kastının sadece “Kılıçdaroğlu gitsin ben geleyim veya bana yakın biri gelsin” olduğu yönünde eleştirilere sağlam bir yanıt veremiyor.
Kılıçdaroğlu 12-13 seçim kaybetmiş olsa da şu bir gerçek ki CHP’yi değiştirdi.
Ulusalcıları tasfiye etti. Muhafazakâr kesimle kavgalı katı laiklik anlayışını yumuşattı. Kürtlerle barıştı. HDP ve sol ile yakınlık kurdu. Dış politikada ABD ve Batı çizgisine yaklaştı. CHP’yi tam manasıyla liberal demokrat bir parti çizgisine çekmeye çalıştı.
Fakat bu değişim beklediğinin aksine kendisine Cumhurbaşkanlığı seçimini kazandırmadı, CHP’nin oylarını da arttırmadı.
Bunun açıkça konuşulması gereken birkaç önemli nedeni var.
Kılıçdaroğlu eğer bu dönüşümü liberal düşüncenin popüler olduğu 2000’li yılların başında yapsaydı belki daha iyi bir sonuç alabilirdi.
AK Parti iktidara geldiği ilk yıllarda Avrupa Birliği’ne üyelik için çalışarak, Batıyla iyi ilişkiler geliştirerek, Kürt açılımı yaparak ciddi bir başarı yakalamıştı.
Fakat sonraki 10 yılda Türkiye de dünya da değişti. Liberal politikalar gerilerken sağ-milliyetçi eğilimler güç kazandı.
Kılıçdaroğlu sanki bu değişim hiç yaşanmamış gibi, adeta 10 yıl geriden gelerek Türkiye’deki konjonktürün aksi yönünde kürek çekti.
Milliyetçi duyguların yükseldiği, milli menfaatler karşısında ekonomik zorlukların bile geri plana itildiği, HDP karşıtlığının zirve yaptığı, ABD’ye toplumun yüzde 80’inden fazlasının düşman gözüyle baktığı bir dönemde “Türkiye’ye demokrasi getireceğiz, Batı’yla ilişkileri normalleştireceğiz” diyerek seçim kazanabileceğini zannetti.
Parlamenter sisteme dönüşün, daha fazla demokrasi ve özgürlük vaadinin, Erdoğan ile kavga ederken ondan ayrılarak parti kuranlarla işbirliği yapmanın Erdoğan’ı yenmeye yeteceği yanılgısına kapıldı.
AK Parti tabanında karşılığı kalmamış siyasi figürlerle dost olmanın muhafazakar seçmeni CHP’ye getiremeyeceği gerçeğini görmedi.
Ve seçimi kaybetti.
Aslında bu seçimde sadece Kılıçdaroğlu kaybetmedi, “Aday değil sistem önemli. Halk otoriterlikten sıkıldı” diye düşünen liberal demokratlar da kaybetti.
Yanlış anlaşılmasın, liberal demokratları kötülemek gibi bir niyetim yok, hatta özünde ben de aynı paranteze dahilim fakat bu söylemin mevcut Türkiye konjonktüründe başarı yakalayamacağını görecek kadar da realistim.
Peki İmamoğlu da realist mi?
Değişimden söz ederken CHP’nin ideolojisini de değiştirmek gibi bir niyeti var mı?
Yükselen milliyetçi dalgayı karşısına mı alacak yoksa yanına mı?
HDP konusunda nasıl bir politika izleyecek?
Sezgin Tanrıkulu’nun TSK hakkındaki sözlerinden rahatsızlık mı duyuyor yoksa çok seslilik olarak mı görüyor?
Muhafazakar partilerle kurulan ittifaka nasıl yaklaşıyor?
ABD’yi dost ülke olarak mı görüyor yoksa politikalarından rahatsızlık mı duyuyor?
Bu tür mayınlı arazilere girmeden ‘değişim’ demenin seçmende bir karşılığı olmayacağını görüyor mu?
Belki belediye başkanı olarak bu sorulara yanıt vermek zorunda değildi.
Ama 2028 seçimlerine varacak uzun bir yolculuktan söz ediyorsa, geminin yeni kaptanı olmaya niyetliyse, rotasını şimdiden çizmesinde fayda var.
Aksi halde dar bir Beyaz Türk azınlığın okuduğu gazetelerde makale yazarak, sadece onların alkışına aldanarak “Kim olduğunu biliyorum” dediği rakibini yenmesi çok zor.