İş tutmak…
Çok merak ediyorum.
Biz, ABD ile Kore'de savaşırken, aynı zamanda Çinlilerle iş tutsaydık ya da ABD Vietnamlılarla savaşırken Vietnamlılarla…
Peki ya Afganistan'da NATO içinde radikallere karşı beraber radikallere karşı mücadele ederken, biz bir yandan da Taliban ve El Kaide ile iş tutsaydık...
Acaba ABD ne düşünür ne yapardı?
Örnekleri çoğaltabilirsiniz.
Bir bakış açısı daha:
Acaba Türkiye Meksika sınırına gitse, orada ABD topraklarını, askerlerini, üniter yapısını ve egemenliği hedef alan bir terör örgütü kursa, anlaşsa, acaba ABD ne yapar, ne düşünürdü?
Bir başka bakış açısı daha:
Irak’ın işgali sırasında ABD askeri bile olmayan altı paralı askerin Felluce köprüsünde sallandırılmaları sonrasında ABD Felluce’de en ağır meskûn mahal saldırılarından birini yapmıştı. Konvansiyonel savaşın en kudretli silahları; B-1, B-2, B-52, F serisi savaş uçakları, Apache tipi taarruz helikopteri havadan, karadan da topçu ve zırhlı unsurları kullanılmıştı. Sonuçta 2 binden fazla Felluceli hayatını kaybetmiş, Felluce'nin neredeyse tamamı yerle bir edilmişti.
***
NATO’nun 5'inci maddesinin yürürlüğe girdiği, NATO tarihindeki tek ortak eylemde ABD’de İkiz Kuleler ve Pentagon saldırıları yaşandı. Karşıda bir muhatap (devlet vebenzeri yapı) dahi olmadığı halde, terörle mücadele gerekçesiyle NATO’nun 5'inci maddesi işletilmiş, NATO ülkeleriyle birlikte Afganistan işgali başlatılmış, ardından da Irak’ın işgali gelmişti.
Ukrayna Savaşı'nda ise iki Polonyalının ölümüyle sonuçlanan menşei belirsiz füze parçalarının NATO üyesi Polonya’ya düşmesi sonrası NATO karargahında ve ülkelerinde büyük hassasiyetler oluşmuş, son gerece güçlü bir kamu diplomasi etkisi yaratacak şekilde çok uluslu tepkiler ortaya konmuştu.
NATO temelde; "kavramsal-jeopolitik ve stratejik düzlemde" bir güven ortaklığı, bir medeniyet birlikteliği. Türkiye ise NATO ve ABD’nin jeopolitik oluşum ve küresel inisiyatifinin vazgeçilemez bir parçası, kanat ve cephe ülkesi.
Yani Türkiye’nin sınırları, ülkesi ve askeri, NATO ve ABD açısından bir NATO sınırı, bir NATO ülkesi ve NATO askeri. O zaman Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı terörist saldırılar "aynı 11 Eylül saldırılarında olduğu gibi" NATO’ya yapılmış saldırılar olarak görülmek zorunda değil mi?
Ancak bırakın böyle bir yaklaşımı, yaşanan gerçeklik bunun tam zıddı. Dahası, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı terörist saldırılar, pek çok meşum "örtülü, asimetrik ve açık" mazeret ve gerekçeyle; son derece kayıtsız, duyarsız, hatta baskılayıcı ve engelleyici bazı yaklaşımlarla, siyaset ve stratejilerle karşı karşıya kalıyor.
Bunun ürettiği ve üretebileceği sonuçlar vahimdir. Şu haliyle bile büyük bir güven bunalımına, jeopolitik bir çatlağa ve stratejik bir açı farkına neden olmuştur.
Belki asimetrik amaçlardan beslenip Türkiye’ye karşı uygulanan bu siyaset ve stratejiler, Türkiye’yi özellikle YPG/PYD/DSG/PKK’lı bir bölge oluşumunu kabule zorlamaya dayalıdır, ama Türkiye bunu kabullenemeyecek bir ülke mi?
Sanmıyorum.
Ne kadar baskı, entrika, uyutma ve aşağılama altında kalırsa kalsın, varoluşsal refleksleri, millî güç unsurları son derece güçlü bir ülkeyi konuşuyoruz.
Ki Türkiye:
- Tehdit daha da zora bindiğinde jeopolitik ve stratejik tercihlerini değiştirme,
- Bunu silah olarak kullanma,
- Atlantik ile eşgüdüm hareket etmeme,
- Egemenlik alanlarını kullandırtmama,
- Bağımlılık ve stratejik bağ (aynı zamanda bağımlılık üreten ve kendisine karşı silah olarak kullanılan F-16 gibi) sofistike silah platformlarını, sistemleri, mühimmat ve teçhizatı Atlantik dışı kaynaklardan tedarik etme,
- Bütün millî güç unsurlarını devreye sokma, topyekûn mücadele etme,
- Karşı istikrarsızlaştırma-yıldırma-mukavemet harekâtlarını başlatma gibi inisiyatifleri devreye koymadı.
Çok zor da kalmadıkça bunları devreye koymak istediğini de düşünmüyorum.
Her ne kadar kendini arkadan vurulmuş hissetse de güvenilir bir müttefik yaklaşımı içinde sorunun çözümünü bu düzlemde (Atlantik ittifakı içerinde) arama eğilimindedir.
Ama nereye kadar?
Bir NATO ülkesine, bir NATO devletine kurşun sıkan YPG/PYD/PKK terör örgütünün ABD başta olmak üzere, başat bazı NATO ülkeleri tarafından korunmasına, himaye edilmesine, fonlanmasına, alan açılmasına, eğitilmesine, donatılmasına, yönetilmesine ve yönlendirilmesine ne kadar tahammül edilebilecek?
YPG/PKK/PYD terör örgütü ABD için keyfe keder bir tercih, bir proje olabilir.
Ancak Türkiye için varoluşsal bir tehdit olan bu terör örgütünün, bizzat Atlantik tarafından beslenmesinin sonuçları elbette sadece Türkiye’yi etkilemeyecek. Başta Atlantik’in savunduğu demokrasi, insan hakları, özgürlükler, barış, kardeşlik, insanlık, medeniyet gibi kavramları yerle bir ettiği gibi, Atlantik içinde baş gösteren bir karşıtlaşma/mücadele, jeopolitik ve stratejik tercihlerini/yönelişini değiştirme, yaşanacak olası bir yıkım, ortaya çıkacak güç boşluğu, eksen kayması veya karşı eksene geçme gibi farklı sonuçlar, Atlantik inisiyatifini içinden çıkılamayacak jeopolitik türbülansları oluşturabilecek.
Peki bu riskler, sorunu üretenler tarafından hesaplanmış olabilir mi?
Çok sanmıyorum.
Çünkü ortada, Türkiye’nin 1952’de NATO’ya alınmasını zorunlu gören jeopolitik aklın, yüzde 1'i şu andaki karar vericilerde ne yazık ki yok.
Ancak bir umut var gibi gözüküyor.
Çünkü Ukrayna Savaşı'nın yakıcı esen rüzgârları, Türkiye’nin stratejik ve jeopolitik değerinin üstündeki toz yığınlarını dağıttı, attı.
Görmemekte inat edebilirler mi?
Bunu da sanmıyorum, ama görmemiş gibi yapabilirler.
Çünkü Türkiye’yi, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tehditleri görmemek, hassasiyetlerini önemsizleştirmek ve değersizleştirmek çok temel bir eğilim.
Çünkü çok kârlı.
O zaman iş yine Türkiye’ye düşüyor.
Jeopolitik olarak değerli olmak yetmez, bunu bir siyasi-diplomatik ve stratejik etkilerle de beslemek gerekir.
Bu işe de meseleyi İsveç ve Finlandiya’ya görüşmek yerine, NATO’nun bu büyüme işini ABD ve başat NATO ülkeleriyle görüşmeye başlayabiliriz diye düşünüyorum.
Ortaya da şu meşum terör örgütünü koyarak.
Ama sadece onunla da yetinmeyerek…
Yarın bu konuya devam edeceğiz...