K-Pop seven Nesibe ve Zeynep Abla... Buradaysanız ses verin

Dün sabah 8’de ulaştığım Kahramanmaraş Azerbaycan Caddesi’ndeki meydanda karşıma çıkan ilk şey, sağlam kalmış bir buçuk metre duvar parçasının üzerine kırmızı boyayla yazılmış şu iki harf ve rakamdı…

4 C…15 Ö….

Altında da bu yazıyı yazanların kimliği:

Bursa İtfaiyesi…

Böylece daha ilk adımda bu felaketin yazılan yeni alfabesinin ilk ve son harflerini söktüm…

*** 

“C” canlı demek…

“Ö” ise ölü…

Bir şehrin daha dününü uzak bir maziye çeviren çivi yazısının ilk ve son harfi işte buydu…

Deprem geriye başka bir harf bırakmamıştı… 

*** 

Bu iki harfi gördüğüm enkazın kenarından ilerliyorum…

Navigasyon sistemlerinin anlamını yitirdiği hayalet bir şehri dolaşıyoruz…

Arabanın navigasyon aleti verdiğimiz adrese götürüyor bizi…

Ama artık ne o sokak var ne de aradığımız adres…

Magmalaşmış bir enkaz var önümüzde… Bir bulunamayan adresler navigasyonu…

Et ve kemikten oluşan bedenlerimizin, yuva dediğimiz evlerde nasıl bir beton ve demir kafesin esiri olduğunu ilk defa böylesine kahredici bir tablo karşısında anlıyorum. 

***

Meğer önce pencerelerin camları patlarmış…

Oradan oluşan hava boşluğunda kendini ilk dışarı atanlar evlerin perdeleri olurmuş…

Enkazın her yerinden fışkıran perdeler bana fiziğin bu kanununu öğretiyor. 

*** 

Her yer Ahmet Günreştekin’in “Yoktunuz” enstalasyonunu hatırlatıyor…

Beton ve demir, şehrin şimdiki zamanını silmiş…

Daha şimdiden bir mazi var önünüzde…

Deprem evlerin bütün eşyalarını karadelik gibi yutmuş, sadece perdeleri bırakmıştı.

***

İşte tek parça haline gelmiş magma içinde üç küçük şey dikkatimizi çekiyor…

Bir kitap, iki defter…

Sanki ilahi bir el o üç küçük nesneyi, bir işaret olarak kurtarmış ve önümüze bırakmış…

Birbirinden birer metre arayla bir boyama kitabı ve iki defter…

O ilahi el sanki o enkazın altında kalan üç çocuğu işaret ediyor… 

Biri Millî Eğitim tavsiye kitaplarından…

Bir boyama kitabı…

Küçücük acemi bir el bazı sayfalarını boyamış.

Olsa olsa ana okulu çocuğu diyorsunuz…

Belli ki enkazın bildiğimiz en küçük çocuğu o… 

***

Sonra lise öğrencisi olduğunu sandığım bir çocuğun defteri…

Baştan sona fizik denklemleri ve formülleri ile dolu...

Çok düzgün bir el yazısıyla yazılmış…

50-60 sayfa var defterin içinde…

Formüller, formüller…

Bakarken içimdeki ben konuşuyor:

“Bu çocuk yaşıyorsa demektir ki bu enkazın altından bir Aziz Sancar çıkacak…”

***

Tabii hemen aklınıza o kahredici ihtimal de geliyor…

Ya çıkamadıysa…

Bu ülke Aziz Sancar olabilecek bir evladını kaybetti demektir…

Enkazda bir silgi arıyorum…Bulabilsem bu kahredici ihtimali sileceğim o defterden…

Ama deprem bütün okul çantalarını, kalem kutularını da alıp götürmüş.

Bunları hafızamızdan silecek bir silgi bırakmamış… 

*** 

Sonra üçüncü deftere bakıyorum…

O da hazin bir evrak-ı metruke…

Küçük bir kız çocuğunun defteri herhalde…

İçinde öyle mahrem şeyler yok…

Ama hepimizin taa şurasına oturacak masum, pratik bilgiler var…

Birinci sayfasına ablasının telefon numarasını yazmış.

“Zeynep ablamın numarası" diyor ve altında numara…

***

Enkazın altından Zeynep Ablasını arayabildi mi…

Zeynep Ablası telefonunu açabildi mi…

Bilmiyordum… 

*** 

Belli ki bir sınava hazırlanıyormuş…

İlk sayfada bazı sosyal bilgiler notları var.

(*) İlk muhalefet partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (Kazım Karabekir)

(*) İkinci muhalefet partisi: Serbest Cumhuriyet Fırkası (Fethi Okyar…)

*** 

Ve aynı sayfada beni hüngür hüngür ağlatan şu not:

(*) Türk kadınına tanınan siyasi haklar…

1930 belediye seçimlerine katılma

1933 muhtarlık seçimleri

1936 milletvekili seçimleri… 

*** 

Liste böyle devam ediyor…

Ve son sayfa…

“…Arzum iyi bir lise kazansın…

“K Pop seven Nesibe…”

Altında da bir imza…

Kahramanmaraşlı küçük kızdan geriye kalan son cümle bu…

***

Üç deftere bakıyorum…

Ve orada hayatımın belki de en hassas muhasebesini yapıyorum…

Daha doğrusu yapmaya çalışıyorum…

Doğru mu yaptım, yanlış mı onu da bilmiyorum. 

***

10 metre ilerimde devasa bir iş makinası enkazı bir daha geriye gelmeyecek şekilde magmaya çevirmeye başlamış…

Birazdan onun kadar dev bir kamyon gelecek o magmayı alacak ve bilmediğim bir yere moloz olarak dökecek. 

***

Bir distopya içindeyim sanki…

O dev kepçe kulaklarımdan hiç çıkmayacak gürültüyle yavaş yavaş aşağı doğru iniyor…

Biraz sonra sıra bu üç küçük defteri bulduğum yere gelecek…

Kendi kendime soruyorum…

Bu üç defteri almalı mıyım?

Yoksa orada, ait olduğu yerde mi bırakmalıyım…

*** 

Binanın üzerindeki çalışma henüz kesilmediği için hiçbir el geriye kalan bir taşın üzerine C ve Ö harfleriyle yazılı bir anıt bırakmamış…

Bu enkazdan kaç canlı çıktı…

Kaç ölü vardı…

Bu küçük defterlerin sahipleri acaba hayatta mıydı…

Geriye kalan akrabaları, yakınları, arkadaşları var mıydı…

Her şeyin Ö ve C harfleriyle birer numara haline indirgendiği, cesetlerin bile naaş olamayıp üzerinde numara ile gömüldüğü hayalet şehirde, bu küçük defterleri alıp onları hiç olmazsa basit birer numara haline gelmekten kurtaracak birer hatıraya mı dönüştürmeliyim…

Yoksa bu adressiz enkazın üstünden kurtarıp, geriye kalmış bir adresi varsa işte o adrese mi teslim etmeliyim… 

*** 

Sonunda defterleri aldım…

Şimdi hepsi yanımda…

Elim telefona gitti…

O numarayı arayıp öğreneyim diye…

Önce arayamadım…

Çünkü oradan da ses gelmeyecek diye korktum…

Bana enkaz altındaki binlerce insanın dramını anlatacak bir sessizlik daha kaldıramayacağım çünkü…

***

Sonra kendimi zorlayıp aradım…

Telefon çaldı…

Ve açıldı…

Kendimi tanıttım…

Bulduğum defterde sizin telefon numaranız vardı, o nedenle arıyorum dedim ve ağlamaya başladım. 

***

Öğretmeniymiş…

O da ağlamaya başladı…

Öğrencilerinin çoğunun ne durumda olduğunu bilemiyor…

“Nerede buldunuz” dedi…

Adresi kalmamış bir mahalleydi…

Çektiğim fotoğrafı gönderdim…

“Belki siz bulursunuz” dedim… 

***

Artık biliyorum…

Zeynep Ablası hayatta…

Ama K-Pop seven Nesibe

Öteki iki defterin sahipleri…

Anneleri, babaları…

Kurtuldular mı, yoksa sıradan bir numara olarak ceset torbalarında mı, yoksa anonim bir mezarda mı…

Veya anne, veya babası…

Bilmiyorum…

***

Çaresizliğim içinde bulduğum tek çare umutsuz bir çağrı oldu…

Bu defterlerin küçük sahipleri eğer kendileri o enkazın altından kurtarılabilmişse…

Veya yakınları varsa…

Veya bu anonim mezarlardan kalan eşyaları saklayacak, müzelere koyacak…

Sahiplerini arayacak, bulacak bir devlet veya sivil toplum kuruluşu varsa…

Bu üç emaneti onlara teslim edinceye kadar saklayacağım…

Sırf “Bu Kahramanmaraş şehrinin işte böyle güzel çocukları vardı” diyebilmek için…

Sırf adları “Meçhul çocuk anıtlarında” kaybolup gitmesin diye…

***

Şimdi lütfen o devasa iş makinaları bir an için sussun…

Herkes sussun…

Defterini kaybetmiş küçük çocukların sesini dinleyeceğiz…

Yok o beklediğimiz ses gelmiyorsa eğer…

Bu defa ben gökyüzüne sesleneceğim…

İlahi bir mesaj gibi enkazın üstünde kalmış küçük defterleriniz emin elde…

Ve bir gün mutlaka adresine teslim edilecek…