İşte koronavirüsün hiç bilinmeyen yan etkileri!
Koronavirüsün vücutta yol açtığı hasarlar hâlâ araştırılıyor. Yaygın etkilerin yanında, daha nadir sonuçlar da meydana gelebiliyor. Peki oluşan hasarlar kalıcı mı?
Yeni tip koronavirüsün ortaya çıkışının üzerinden bir yıldan fazla zaman geçti. Bu sürede virüsün yayılma şekli, vücutta meydana getirdiği hasarlar ve belirtileri gibi pek çok konuda onlarca çalışma yapıldı.
Pandeminin bir süre daha devam edecek gibi görünmesi ve günden güne daha fazla kişiyi etkisi altına alan varyantlar nedeniyle bilim insanları, virüs ve yol açtığı Covid-19 hastalığına dair daha fazla detayı aydınlatmak için çalışmalarını sürdürüyor.
Virüsün öncelikle akciğerler olmakla birlikte insan vücudunun pek çok bölgesine saldırdığı, özellikle ‘yaygın inflamasyon’ (bağışıklık sisteminin, organları enfeksiyondan korumaya çalışması esnasında oluşan tepki) nedeniyle böbrek, beyin ve karaciğer gibi organlara hasar verebildiği biliniyor.
Bununla birlikte son birkaç aydır korona geçirenlerde ve hastalığı atlatıp iyileşenlerde, kalp fonksiyonlarında bozulmalar, saç dökülmeleri, cilt ve deri döküntüleri ile ağız yaraları ortaya çıktığına dair çok sayıda haber medyada yer aldı. Biz de konunun uzmanlarıyla konuşup, temel olarak beş soruya cevap aradık:
Kalbe etkisi neler?
Kalp damar hastalıkları hem ülkemizde hem de dünyada en yaygın ölüm sebeplerinden biri… Dahası kalp ve damar hastalığı geçmişi olanlar için Covid-19'un daha büyük bir tehlike oluşturduğu da biliniyor. Peki Covid-19 enfeksiyonu, kalp damar sistemini nasıl etkiliyor?
Sinan Dağdelen, virüsün, damarlar ve kalp ile ilgili bazı hücrelerde enzimlerin aktivitesini bozduğunu, bu sayede damarlarda kasılma, pıhtı oluşum riskinde artma, damarlarda dolaşım bozuklukları ve vücudun tansiyon dengesinde bozulmalara neden olduğunu söylüyor.
Bu doğrultuda akla gelen en önemli soru ise şu: Covid-19 geçiren ve iyileşen kişilerde kalp fonksiyonlarında bozulmalar görülebilir mi? Sinan Dağdelen, "CoV-2 virütik enfeksiyon, kalp hücrelerini, kalp kasını ve kalbin etrafındaki zarı tutabilir ve hatta kalbin elektriksel ileti sağlayan hücrelerini de tutarak fonksiyon bozukluğu yapabilir" diye konuşuyor.
Dağdelen, "En önemlisi ise enfeksiyon bu hücrelerde protein sentezi yapan organellere yerleşerek doğru protein sentezini engeller ve vücut bağışıklık sistemi ise bu hücre içerisindeki virüsü yok etmek için inflamasyon dediğimiz bağışıklık sistemini ve savunma sistemini harekete geçirir" diyor ve ekliyor:
“Bu aşamadan sonra hem direkt virüsün yaptığı hücresel fonksiyonel hasarlar hem de vücudun savunma sisteminin verdiği hasarlar, bu hücrelerde ciddi tahribatlara ve hatta hücrenin yok olmasına kadar giden süreci başlatmış oluyor. Sonuçta virüs negatife dönse bile burada oluşmuş olan hücresel hasarlar kalp hücrelerinin ve damar hücrelerinin aşırı yıkımı ve zararı ile karşımıza çıkabilir. Sonrasında ise damar tıkanıklığı, kalp yetersizliği, kalp zarı iltihabı, kalp krizi, damarda pıhtı oluşumu, ritim bozuklukları ve tansiyon yükselmeleri gibi sonuçlar karşımıza çıkabiliyor.”
Salgınla mücadelede aşılamada oldukça iyi bir seviyeye gelinse de koronavirüs tedavisinde bilimsel olarak etkinliği kanıtlanmış bir ilaç henüz bulunamadı. Bu konuda çalışmalar devam ederken geçmişte başka hastalıkların tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar da Covid-19 bağlamında yeniden değerlendiriliyor. Peki bu ilaçların kardiyolojik bir etkisi olabilir mi?
Sinan Dağdelen, "Covid-19 ile mücadele amaçlı kullanılan bazı ilaçlar, özellikle ağrı kesiciler ve steroidler (kortizon) tansiyonda yükselme yapabilir" diyor. Dağdelen ayrıca, doğrudan antivirütik amaçla kullanılan ilaçların da kalp ileti sisteminde bozulmalara ve ritim bozukluklarına neden olma ihtimalinin olduğunu da sözlerine ekliyor.
Çin’de yapılan bir çalışma kapsamında, Vuhan’daki Jin Yin-tan Hastanesi'nden taburcu edilen Covid-19 hastaları altı ay boyunca takip edildi. Bu süreçte hastalara yaşadıkları semptomlarla ilgili sorular soruldu, düzenli olarak kan tahlili yapıldı ve çeşitli fiziksel muayeneler gerçekleştirildi.
Bulguları dünyanın en saygın tıp dergilerinden biri olan The Lancet’te yayımlanan araştırmaya göre, 1655 kişiden 359’unun (yüzde 22), altı ayın ardından saç dökülmesi problemi yaşamaya devam ettiği tespit edildi.
Araştırmayı yürüten Çin Tıbbi Bilimler Akademisi'nden uzmanlar, “Çalışmamızın amacı, hastaneden taburcu olan Covid-19 hastalarının yaşadığı uzun dönemli sağlık sorunlarını açıklayabilmektir. Bildiğimiz kadarıyla, araştırmamız şimdiye kadar Covid-19’u yenen yetişkinlerle yapılan en geniş zaman aralığına sahip çalışmadır” ifadelerini kullandı.
Bu konuda İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekimi ve aynı zamanda deri ve zührevi hastalıklar alanında uzman Doç. Dr. Zekai Kutlubay koronavirüs sürecinde hastalarda saç dökülmelerinin olduğunu, hatta son birkaç aydır Cerrahpaşa Hastanesi’nde Covid geçirenlerdeki saç dökülmesi sıklığını araştıran bir çalışma yaptıklarını, oldukça fazla hastanın saç dökülmesinden yakındığını tespit ettiklerini söyledi.
Kutlubay, çalışma bittiğinde sonuçları saygın bir dergide yayımlayacaklarını da ifade etti.
Peki koronavirüs neden saçları döküyor olabilir?
Dr. Zekai Kutlubay enfeksiyonlar, hastalıklar, doğum hatta ameliyatların gibi faktörlerin, vücutta bir stres durumu yaratarak, saçta ‘telogen effluvium’a yani saçın telojen faza (dinlenme dönemine) erken girmesine yol açtığını ve saç dökülmesine neden olduğunu söylüyor. Covid-19 gibi viral enfeksiyonların da vücut için bir stres kaynağı olduğunu da ekleyen Kutlubay şöyle devam ediyor:
“Her saç telinin belirli bir doğal yaşam döngüsü vardır. Dört-altı yıl yaşar sonra bir dinlenme fazına girer ve sonra da dökülür. Bu dökülme günde 100 tele kadar normalken daha fazla dökülme saçta seyrekliğe neden olabilir. Normalde saçımızın yüzde 90’ı büyüme ve uzama evresindeyken, sadece yüzde 10 saç teli dökülme evresindedir. Telogen effluvium da ise saç döngüsünü durduran, vücutta şok etkisi yaratan hastalık veya yüksek duygusal stres sebebiyle saçın yüzde 50’si dökülme evresine geçebilmektedir.”
Zekai Kutlubay, koronavirüse bağlı saç dökülmelerinin ise vücutta strese neden olan faktörün başlamasından sonra ortaya çıktığını ve genellikle kendi kendini sınırlayarak altı ay içinde sona erebileceğini söylüyor. Kutlubay, özellikle hastanede yatış gerektirecek kadar hastalığı ağır olanlarda bu dökülmenin bir yıla kadar uzayabileceğinin de altını çiziyor. Bu da hastalığın şiddetine göre dökülmenin miktarının ve süresinin arttığını gösteriyor.
Peki dökülmeyi yavaşlatmak ve hastaları panik ortamından uzaklaştırmak için nasıl bir tedavi uygulanmalı? Zekai Kutlubay, öncelikle hastalara dökülmenin geçici olduğunun ve bir süre sonra duracağının açıklanması gerektiğini, saç dökülmesini tetikleyen başka faktörlerin tespiti için kan tahlilleri yapılmasının şart olduğunu söylüyor.
“İlaveten kansızlık, demir ve vitamin eksiklikleri, biotin eksikliği, tiroid problemleri varsa tedavi edilmelidir. Hormonal problemler varsa tespit ve tedavi edilmelidir. Saç dökülmesini durduran ağızdan alınan tabletler, eczacıya hazırlatılan yapma ilaçlar vs. reçete edilebilir. Hastalara sağlıklı ve düzenli beslenmenin, iyi bir uykunun pozitif etkileri hatırlatılmalıdır.”
Tüm bunlardan sonra akla gelen en önemli soru da şu: Dökülmeler altı ay ya da bir yıl sonra durduğunda dökülen saçlar yeniden çıkar mı? Saç kaybını yenilemek için neler yapmak gerekiyor?
Zekai Kutlubay, süre uzasa bile saçların eski haline dönme ihtimalinin yüksek olduğunu söylüyor. "Özellikle demir, çinko gibi mineraller ve biotin, folik asit, D vitamini, B5, B9 ve B12 gibi vitaminler saç yapısını ve gelişimini güçlendirir" diyen Kutlubay şu sözlerle devam ediyor:
“Bu amaçla yumurta, deniz ürünleri, ıspanak, kırmızı et, sakatat, kuru üzüm, pekmez, badem, ceviz, yoğurt ve yeşil sebzeler bol miktarda tüketilmelidir. Virüsün yarattığı biyolojik strese bağlı oksidanları nötralize etmek amacıyla enginar, ceviz, kırmızı pancar ve brokoli gibi antioksidan besinler tüketilmelidir. Paketli ürünler, yağlı yiyecekler ve kızartmalardan kaçınmakta da fayda var.”
Eskişehir Şehir Hastanesi 'Covid Sonrası İzlem Merkezi'nde, 5 ayda 2 bin 100'e yakın koronavirüs atlatan hasta, kontrolden geçirildi. Bu kontrollerde oldukça fazla bulguya rastlandı. En ilgi çekici olanı da ciltte döküntü ve kaşıntı rahatsızlıklarıydı…
"Bu şikayetlerin kaynağı ne olabilir?" diye yine Doç. Dr. Zekai Kutlubay’a sorduğumda tüm viral hastalıklarda olduğu gibi korona enfeksiyonunda da deri döküntüleri gördüklerini ayrıca Covid-19 kaynaklı olarak vücutta yaygın ya da lokalize kırmızımtırak kaşıntılı kabarık döküntüler gelişebildiğini söyledi:
“Enfeksiyon sonrası kaşıntı sıklıkla diğer viral enfeksiyonlarda olduğu gibi, enfeksiyona bağlı gelişen ürtiker (kurdeşen) atakları ile ilişkilidir. Eğer ateşle beraber kurdeşen varsa Covid açısından çok dikkatli olunmalıdır. Hasta iyileşse bile kaşıntı ve kurdeşen atakları aylarca sürebilmektedir. Ayrıca, kanın pıhtılaşma eğiliminin artması nedeniyle diğer organlarda olduğu gibi küçük deri kılcal damarlarında da pıhtılar gelişip kan akımını durdurarak kangren ve ülserler görülebilir. Özellikle bu kangrenler çoğunlukla el ve ayak parmakları gibi uç kısımlarda ortaya çıkmaktadır. Ellerde aşırı sık yıkamaya ve çok sık dezenfektan ve kolonya kullanımına bağlı egzama benzeri döküntüler görülebilmektedir. Tırnaklarda kırılma, soyulma ve renk değişiklikleri de koronavirüste görülen diğer bulgulardandır.”
Pandemiyle birlikte ağız içi kistler, enfeksiyon, kanama, 20 yaş diş sorunlarının arttığına dair çokça haber var. Doğal olarak akıllara ilk gelen Covid-19 geçirenlerin ağız yapısında bu değişimlerin neden kaynaklandığı... Bu konuda da Cerrahpaşa Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sema Yıldırım’ın görüşlerine başvurdum.
Sema Yıldırım, koronavirüsün ağız yapısında önemli bir rol oynadığının altını çizerek, koronavirüsün hücre içerisine giriş noktası olarak ACE2 proteinini kullandığını ve bazı araştırmacılara göre tükürük bezinde ve dil epitelinde yüksek miktarda ‘ACE2 almacı’ bulunduğunu ve bu yapıların virüs için konak hücreye giriş noktası olabileceğini öne sürdüklerini söylüyor.
Yıldırım, “Bu durumda ağızdaki yapılar, kendisine uygun bir konak hücre arayan koronavirüslerin ilgisini çekebilir. Ek olarak, Covid-19 geçirmekte olan hastaların tükürüğünde, hastalığın aşamasına göre değişen miktarda virüs parçacıkları bulunabilir. Tükürükteki bu parçacıklar, yüksek sesle konuşma ve öksürme gibi durumlarda etrafa saçılarak hastalığın yayılmasında rol oynar. Bu durumda ağız bölgesi, koronavirüslerin vücuda hem girerken hem de çıkarken kullandığı uğrak bir geçit noktasıdır” diye konuşuyor.
Covid-19 geçirenlerin ağız yapısındaki değişimlerin normal olup olmadığına dair kesin bir şey söylemenin zor olduğunu ifade eden Sema Yıldırım, tüm vücudu etkisi altına alan bir viral hastalık sonucu bazı ağız bulgularının görülmesinin olası olduğunu ama belirtilerin spesifik olarak Covid-19 ile ilişkilendirilmesi için daha fazla bilimsel çalışma gerektiğini ifade ediyor. Bununla birlikte ağız yapısındaki değişkenliklerin neden olabileceği duruma dair düşüncelerini de şöyle açıklıyor:
“Evde kaldığımız sürede besin tüketim alışkanlıklarımız değişmiş olabilir. Besinlerin tüketim sıklığındaki artış, ağızda diş problemlerine yol açan koşulların daha sık oluşmasına imkân verir. Bununla birlikte, diyetteki besinlerin dağılımı değişmiş, şekerli ve yapışkan besinlerin tüketimi artmış olabilir. Diş fırçalama gibi ağız bakım alışkanlıklarında bazı ihmaller olabileceği gibi, besin tüketim alışkanlıklarında görülen değişime bağlı olarak senelerdir uygulanan rutin ağız bakımları artık yetersiz hale gelmiş olabilir. Böylece dental plağa bağlı gelişen bazı ağız hastalıkların gelişmesi için uygun şartlar sağlanmış olabilir.”
Kaynak: Hürriyet