Kurak Günler, çorak muhalefet ve umut veren bir Türkiye

Tahmininiz doğru, o filme göndermede bulundum. Önyargılı biri değilim, gittim ve gördüm filmi. Salonda 3-5 kişi ile gazeteci arkadaşım Ekin Gün ve ben varız. Bilmeyenler için söyleyelim, Antalya’da neredeyse tüm ödülleri toplayan Emin Alper adlı yönetmenin filminin adı Kurak Günler.

Evveliyatı var.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, filme muhtemelen senaryoyu okumadan parayı basmış, sonra Emin Alper başta, filmin tüm oyuncuları ödül konuşmalarında iktidara verip veriştirmişlerdi. Bakanlık bu eleştirileri ve senaryonun sözleşme dışında değiştirilmesini önemsemedi ama filmin iki erkek kahramanı arasında “Homoerotik bir ilişki” olduğu söylenince pek hassaslaştı ve parayı geri istedi. Eh körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz. Onlar da sansür filan deyip bol bol reklamını yaptılar film vizyona girerken.

Ama bu kadar goy goya rağmen filmin gişesi berbat. Çünkü film berbat.

Her filme nasip olmayacak destekle toplam 140 sinemada birden gösterildiği halde üç haftanın sonunda izleyici sayısı sadece 182 bin.

Fiyasko yani.

CAHİL VE KÖTÜ BİR HALK, İYİ KALPLİ AYDIN BÜROKRAT! 

Film tipik bir solcu ve CHP’li hissiyatı ile çekilmiş. Halkına düşman, onları cahil ve her türlü kötülük potansiyeli taşıyan insanlar olarak gören, toplumundan soyut bir anlayışın ürünü. Bıkmadı bu taife, kasabaya gelip de cahil, iğrenç ve saldırgan kasabalıların hışmına uğrayan “aydın bürokrat” tiplemesinden. Hep bir “Vurun Kahpeye” çağrışımlı laikçi saplantılara dokunma hevesi. Yeni jenerasyonun genetik kodlarına da işlenmiş bir hissiyat bu. Hiç iyi, makul, vicdanlı, namuslu, dürüst insan yok. Tüm kasaba halkı kötü. Hatta polisi, jandarması, hâkimi, belediye başkanı da. Yalnızca kasabaya tayinle gelen Savcı Emre ile onu belediye başkanının hırsızlıkları konusunda bilgilendirmeye çalışan; solcu ve aynı zamanda “gey” olduğu ima edilen Gazeteci Murat. Zaten Savcı kasabaya gelir gelmez, tüm ahali adeta, “Bu savcı çok aydın, bizim buradaki tekerimize çomak sokacak, bunu halledelim” filan der gibi otomobiline bidon atıp pis pis bakmaya başlıyorlar. Savcıyı arabalarıyla kovalayan ahalinin başında da safariye çıkmış gibi elinde tabanca belediye başkanını görmek, alt okuması “Bu halk keşke olmasa” olan solcu salaklığının ulaştığı mertebeyi anlayabilmek açısından hayli ilginç. Gerçeklikten tamamen kopuk, dizi finalleri gibi bir sonla biten, içine uzak ve kabız metaforlarla eşcinsellik katılmış (Onu bile doğru dürüst yapamamışlar ödlekliklerinden), tamamen Cannes film festivaline göre hazırlanmış bir nevi “kan, kin, köy” filmi versiyonu.

Seks filmlerinden 1970 ve 1980’lerin modası “toplumsal içerikli” filmlere geçiş yapan Cem Yılmaz karakteri Erşan Kuneri’nin filmlerinden arpa boyu yol alamamış bir film kısaca. Cem Yılmaz bile anlamış bunları, alay ediyor Erşan Kuneri’nin “Kooperatif Kemal” adlı bölümünde.

Filme isminden de anlayacağınız üzere kasabadaki susuzluk, yağmur yağmaması, yeraltı sularının çekilmesi sonucu oluşan obruklar da eşlik ediyor. En azından bir soruna işaret etmesi bakımından tek olumlu yanı bu.

İSTANBUL’DAKİ KURAK GÜNLER VE ADAYLIĞA HALLENEN ZATIN SORUMSUZLUĞU

Bu kadar girişin sebebi İstanbul’da da kurak günlerin başlaması. Barajlardaki doluluk oranı yüzde 30’lar seviyesine düştü.

Ama bu sorunu dert etmesi gereken zatın aklı bir karış havalarda. Ne bekliyorsunuz ki? Adam İstanbul kar fırtınası altındayken İngiliz konsolosla balık keyfi yapıyordu. İstanbul’u su basarken Bodrum’da tatildeydi.

Oysa kuraklığın böyle devam etmesi durumunda ne halt edileceğini bilmesi gereken bu zat Saraçhane meydanında fink atıp Cumhurbaşkanlığı adaylığı için halleniyor. Kendisini mağdur ilan ettirmek için bin takla atıp bir de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya sataşıyor durup durup. Amacı Altılı Masa’da kendi ismini gündemde tutturmak.

Ama anketler hiç onu göstermiyor.

Altılı Masa’nın ise ADAY meselesinden başka konuşacak konusu kalmadı. Artık kabak tadı veren Altılı Masa girdabında boğulmak isteyenlere selam olsun.

Ben Cumhur’a bakıyorum şu an. Evet, iktidar cephesi aradan epey bir vakit geçtikten sonra, benim gibi müzmin bir karamsara bile umut vermeye başladı.

ERDOĞAN RÜZGÂRI ARKASINA ALDI VE GAZA BASTI

Karadeniz doğalgazına yeni bir rezerv eklenmesiyle birlikte toplam rezervimizin 710 milyar metreküpe, bu miktarın uluslararası piyasalardaki değerinin 1 TRİLYON DOLAR gibi müthiş bir rakama ulaşması, bu kurak günlerde ve çorak bir muhalefet zihniyeti karşısında geleceğe yönelik umutlarımızı yeşerten çok önemli bir müjde oldu. Şöyle düşünün. Bu rezerv Türkiye’nin tüm doğalgaz ihtiyacını 12 yıl süreyle karşılayacak. Yeni doğalgaz rezervlerinin bulunacağını da hesaba katmayı unutmayın bu arada.

TPAO Genel Müdürü Melih Han Bilgin’in de dediği gibi kurum yurt dışındaki şirketlerden tersine göç ile yüzlerce teknik elemanı ve mühendisi yeniden istihdam ederek aynı anda dört yerde petrol sondaj çalışması yapıyor. Dünyada bunun başka örneği yok. Gabar Dağı ile birlikte Türkiye günlük petrol üretimini neredeyse 100 bin varile çıkarttı. Milyon varillere ulaşılacak günler yakın.

Yurt dışına giden 7 binden fazla hekimin tekrar Türkiye’de kamu kurumlarında çalışmak için başvurmasına ne diyeceksiniz peki?

MUAZZAM YATIRIMLARLA İNDİRİMLER DEVAM EDECEK

Doğalgazın rüzgârı öyle bir esmeye başladı ki EPDK (Enerji Piyasaları Düzenleme Kurulu) üst üste iki açıklama yaptı. Önce doğalgazda yüzde 12 İNDİRİM yapıldığını açıkladı, ardından da tüm sanayi kuruluşlarına kullandıkları elektrikte yüzde 16 İNDİRİM. Meskenlerde ise elektrikte artış yok. Hane halklarının faturalarına pozitif yansıyacak gelişmeler bunlar.

2022 yılı Ekim ayı sonu itibarıyla elektrikte kurulu güç 103.276 MW'a ulaştı.

Toplam kurulu gücümüzde yenilenebilir enerjinin payı yüzde 54,4…

2010 yılında bu oran yüzde 32 bile değildi.

Bu yıl 200 milyar liralık daha RES ve GES yatırımı yapılıyor. Muazzam bir miktar.

Akkuyu Nükleer Santrali devreye giriyor.

Yusufeli Barajı elektrik üretmeye başlayacak.

Ne anlama geliyor bu? Bir buçuk yıl sonra yenilenebilir enerjinin payı yüzde 70’e çıkacak.

Finans dünyasında bunun yansımalarını görüyorsunuz.

Yerli yatırımcı dolardan kaçmakta. Sadece geçen hafta vatandaş 2,3 milyar dolar sattı, şirketler ise 2,7 milyar dolar. Geçen yıl aralık ayında yüzde 35 olan TL mevduatı şu anda yüzde 56 oldu.

EYT sorununun yaş sınırı olmadan çözülmesi, asgari ücretin uzun yıllardan sonra ilk kez 455 dolar seviyesine yani 8 bin 506 liraya yükselmesi, memur ve emeklilere yüzde 40 oranındaki zam beklentisi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, tek tek çözdüğü meselelerle muhalefet için halka vaat edecek hiçbir şey bırakmadı diyeceğim ama var tabii:

Elleri kanlı Selahattin Demirtaş’ın, Osman Kavala’nın cezaevinden çıkarılması, TSK’nın Suriye’den çekilmesi, FETÖ’cülerin yurt dışından ve kamu kurumlarına geri döndürülmesi, belediyelerin yeniden PKK’ya teslimi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine özerklik, Doğu Akdeniz’deki haklarımızdan vazgeçmemiz, Rusya’ya yaptırım uygulamamız.

Şimdiden “Geçmiş olsun” diyelim de hatırınız kalmasın.