Mahallemizin en yakışıklı abisi öldü... Güle güle Güneri bey
(Bu bir hayranlık yazısıdır)
Hiçbir zaman çok yakın çalışmadım. Ancak ona dair anılarım var. Üniversitede bir iki dersimize girmişti. İlk Genel Yayın Yönetmenimdi. O sırada ben stajyer olduğum için on yıllar sonra konuştuğumuzda hatırlamamıştı bile. Bu yazı bu mahallenin en kibar, en şık, en yakışıklı abisi için birkaç anı kırıntısı ile tarihe not düşme çabasıdır.
Güneş Gazetesi Kurucu Genel Yayın Yönetmeni idi. Nazlı Ilıcak'ın kardeşi Ömer Çavuşoğlu ve sosyetik sima Ahmet Kozanoğlu’nun birlikte kurdukları Hisarbank’ın sermayesiyle yayına çıkmıştı. O dönemi iki kişiden dinlemiştim. Biri daha önce kaybettiğimiz mahallemizin bir diğer yakışıklısı, tepeden tırnağa gazeteci Cüneyt Arcayürek’ti. Cüneyt Bey o kadar gazeteciydi ki meslektaş olarak yanında ezilirdiniz. Şaka değil adam “Johnson mektubu” nu yazmıştı. Keskin bir zeka, inanılmaz bir espri kabiliyeti ve dikkat çekici güzellikte bir fizik. İşte bu, Cüneyt abi anlatmıştı.
Arcayürek o zamanlar Hürriyet’in Ankara temsilcisi. Gazetenin sahibi Erol Simavi Ankara’ya gelir ve o yılların ünlü oteli Ankara Palas’ta kalır. Doğal olarak Ankara Temsilcisi ile de konuşur. Cüneyt Abi, Erol Bey’den zam ister. Para yetmediğinden dem vurur. Erol bey şöyle bir bakar ve derki: “Cüneyt ben adamı ne öldürürüm, ne ondururum. Bilmiyor musun?”
BAVUL DOLUSU PARA
Arcayürek, üzgün bir şekilde evine döner. Bir bakar ki, Güneri Cıvaoğlu evine misafir gelmiş. Elinde de bir bavul. Bavul da para dolu. Güneri Bey Güneş gazetesi için transferlere böyle başlamıştı. Bavul dolusu para ile. O zamana kadar kimse böyle bir şey görmemişti. Çay simit ile beslenen gazeteciler gitmiş yerine para kazananlar gelmişti.
Cüneyt Bey, Güneri Bey’e “Beni biraz bekle” der. Hemen Ankara Palas’a koşar. Kapıyı çalar, uykulu haldeki Erol Simavi açar kapıyı. “Patron sen bana ne öldürür ne ondururum demiştin ya” der. Eliyle bir işaret yaparak “Nahh” diye seslenir ve Erol Simavi’nin şaşkın bakışları altında evine Güneri Cıvaoğlu’nun yanına döner.
İkinci anım ise Bedri Koraman ile ilgili. Güneş Gazetesi kapandıktan belki 20 yıl sonra yapılan bir gecede efsanevi karikatürist Koraman kürsüye çıktı ve Güneri Cıvaoğlu’na teşekkür etti. Mealen, “Ben bavul ile parayı bu transfer ile birlikte gördüm “ diye anlatmıştı. O dönem bir yıldızlar kadrosu oluşturmuştu Güneri Bey. Gelen hemen herkes parasını bavul dolusu alıyordu. Aklınıza kim gelirse.
Derken Hisarbank battı. Güneş Gazetesi’de batayazdı. Ve o sırada yıldızı parlamakta olan Karadenizli müteahhit Mehmet Ali Yılmaz’a satıldı. Doğal olarak yeni müteahhit patron ile Güneri Cıvaoğlu anlaşamadı. Güneri Bey istifa etti. Gazete de tepetaklak aşağı gitmeye başladı. Yeni patron Cıvaoğlu’nu geri çağırdı. Güneri Bey’in iki şartı vardı. Biri son derece lüks bir spor otomobil, (ki ölene kadar onu kullandı yanılmıyorsam) diğeri ise gazeteye girer iken kırmızı halı.
O HABERİ TEREDDÜT ETMEDEN KULLANMIŞTI
İyi gazeteciydi. Siyasiler ile ilişkileri iyiydi ancak haberi gördüğünde de yapıştırırdı. Ünlü, Turgut Özal’ın kızına jaguar hediye edilme haberini manşetten kullanması gibi. Hüseyin Can’ın haberini tereddüt etmeden kullanmış ve Türk siyasi hayatını değiştirmişti.
Bir gün tüm haber istihbarat servisini Güneş’in toplantı odasında bir araya getirmişti. Bir anda seslendi. “Herkes son okuduğu üç kitabı ve yazarının adını yazsın” O abilerimiz nasıl şaşkın bakakalmıştı. Bir çoğu yazamadı. Çünkü onların önemli bir kısmı Bab-ı Ali’nin alaylı kuşağıydı. Ve arkalarından o sırada stajyer olan bizler geliyorduk. Okullular.
YAŞAMA SANATI ÜSTADIYDI
Yaşamayı çok severdi. Adeta bir yaşama sanatı üstadıydı. Şöyle bir soru sorabilirdiniz: “Güneri Bey Roma’da en iyi terzi nerede?”
Ya da…
“Paris’te en iyi istiridye nerede yiyebilirim?”
Her iki soruya da noktası virgülüne doğru cevabı verirdi.
O zamanlar, tatile gittiği Antalya’ya motosiklet isteği için idarenin nasıl harekete geçip uçak kargo ile Antalya’ya motosiklet gönderdiğine şahidimdir.
O derece göz kamaştırıcıydı ki doğal olarak kadınların çok ilgisini çekerdi. Başarı, yakışıklılık, bir moda ikonu gibi giyinme ve insanı mahcup edecek derecede kibarlık. Daha ne olsun? Bunlar da onun özelinde kalsın…
BOŞ BULUNDU: "O NE YAHU"
Lüks ve ihtişam doğal olarak sokaktan da uzaklaştırmıştı onu. Eski zamanlarda Güneş Gazetesi yemekhanesinde bir toplantı düzenlemişti. Konu çalışanlara “Hangi promosyonu verebiliriz” diye sormaktı. Güneri Bey yanında küllükçüsü (Küllükçü elinde küllük ile yanında dolaşır ve Güneri bey içtiği sigarayı yere silkerken kül tablasını onun düşme hizasına gelecek şekilde altına tutardı) ile sordu. Çalışanlar çeşitli cevaplar verdi. Biri “Mavi kart” verelim dedi. O zamanlar aylık otobüs pasosunun adıydı mavi kart. Boş bulundu : “O ne yahu”
Dediğim gibi çok dikkat çekerdi. Bir sohbetimizde anlatmıştı. O zamanlar kendi hakkında bilerek kanser dedikodusu çıkartmıştı. Zengin, yakışıklı, başarılı ve saire, ve saire olduğu için nazar değmesin diye.
Yıl 1992-1993 Ahmet Altan, Nokta dergisinin ortasında yüksek sesle konuşuyordu. “Ben bu Güneri’nin niye bu kadar çok para kazanabildiğini buldum” diye. “Patronlar Güneri Cıvaoğlu’nun patronu olmaktan o kadar mutlular ki, sırf bu zevk için ona çok para veriyorlar.”
TV100'Ü KURARKEN ÇALIŞMAK İSTEDİK
Yaklaşık 10 yıl sonra Kanal D’de aynı çatı altına girdik. Ben haber müdürü idim. O da haber bülteni sonrası yorum yapıyordu. O yıllarda (en münasip şekilde anlatmak isterim) tüm onu o yapan özelliklerin tadını çıkartmıştı. Hatta bir gün idareden beni çağırdılar. Gittim, komşumuz olduğunu söyleyen Güneri Bey’in odasının hizasında dairesi olduğu anlaşılan bir adam bağırarak konuşuyordu: “Arkadaş bari camı kapalı tutun”
Güneri Bey masal ile gerçeklerin iç içe geçtiği, bir başka zamanın beyaz atlı prensiydi.
Tv100’ü kurarken kendisi ile çalışmak istedik. O da çok istedi. İki-üç kez bir araya geldim. Kısmet değilmiş. Olamadı.
Yaşadığı gibi şık bir şekilde aramızdan ayrıldı.
Güle güle Güneri Bey. Darısı başımıza…