Muhafazakârların sırtına binerek iktidar hayalleri kurmak

Herkes yanlışlıkla seccadeye ayakkabısıyla basabilir. Ama farkına vardıktan iki gün sonra özür dilemez.

Fotoğraflar sosyal medyaya düşer düşmez, “Ey milletim bu dalgınlığımı bağışlayın” der. Bu olayı örtmek için karşı tarafa iftira atanlara da iki çift laf eder. Erdoğan’ın cami dışındaki resimlerini montajlayıp, “Erdoğan da camiye ayakkabısıyla girmiş” diyenlere, “Bu bir iftiradır, bu ahlaksızlıktır” diye çıkışır.

Bu işin başlangıcı nereye gidiyor biliyor musunuz?

CHP’nin Millî Şef döneminde, inançlı, mütedeyyin insanları yok saymasına, dini değerleri alaşağı etmesine, Bülent Ecevit’in Meclis'e başörtüsü ile gelip yemin etmek isteyen Merve Kavakçı’ya, “Bu kadına haddini bildirin” demesine, CHP’nin başörtüyü tekrar yasaklatmak için Anayasa Mahkemesi’ne koşmasına, Kılıçdaroğlu’nun, türban için “bir metre bez parçası” demesine, karşısındaki kadının, “Ben buna çul diyorum” çıkışına kadar gider.

Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi 1995 seçimlerinde birinci parti olduğunda hem Amerika hem de Türkiye’deki müttefikleri, gidişatın kendileri için hoş olmayacağını anladılar. Millî ve manevi değerlerin yükselişte olduğunu gördüler. Nitekim, 2002 Kasım seçimlerinde Erdoğan’ın AK Partisi tek başına iktidar oldu. Demokratik Cumhuriyet tarihinin tek başına en uzun iktidarına da imza attılar.

Aslında Türkiye’de milliyetçi/muhafazakâr yapının genel oyların yüzde 65’ine tekabül ettiği, 1950 seçimleriyle anlaşılmaya başlamıştı. Demokrat Parti’den sonra da bu durum değişmedi. Parçalı sağ partiler hep yüzde 65’i, sol partiler yüzde 35’i bölüştüler.

Sonra Kemal Kılıçdaroğlu bir şeyin farkına vardı; muhafazakâr kesimden oy almadan iktidar olmak hayaldi.

Altılı Masa bunun için kuruldu. O Masa'da CHP dışındaki partilerin tamamının tabanı, Menderes’ten Özal’a, Erbakan’dan Türkeş’e ve Erdoğan’a kadar, hep milliyetçi muhafazakâr partilerin etrafında kümelenmiş insanlar. İYİ Parti, Masa'da muhafazakârlar için en yüksek oy potansiyeline ve dengeleri değiştirecek güce sahip. Diğer dört partinin toplamı yüzde 5’i bile bulmadığı için sesleri çıkmıyor. Alacakları cumhurbaşkanı yardımcılığı ve bakanlıkların peşindeler.

Yani, milliyetçi muhafazakâr taban olmasa Altılı Masa’nın hiçbir iddiası kalmayacak. HDP açıktan destek verse, resmen ittifak yapsalar bile yine yüzde 35’te kalacaklar. Ama gelin görün ki, bu yüzde 35 ile muhafazakârların sırtına binerek, iktidar hayalleri kurabiliyorlar.

KILIÇDAROĞLU TAKİYE Mİ YAPIYOR?

CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun seccadeye ayakkabısıyla bilerek, isteyerek bastığını söylemek hem haksızlık hem de ayıp olur. Elbette bilerek basmadı. Orada kimsenin yerdeki seccadeleri görmemesi, “algıda seçicilik” kavramı ile açıklanabilir. Yani seccade ile doğrudan bir ilişkileri bulunmadığı için onu halının bir parçası gibi algılamışlardır. Bu da çok önemli değil.

Önemli olan, “CHP ve Kılıçdaroğlu dindar oylara ulaşabilmek için takiye mi yapıyor” sorusunun cevabıdır. Bunun en güzel örneğini de CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu bir televizyon programında veriyor: “…Tutturabilirsek, o zaman ne kimse CHP’ye sağa kaymıştır diyecek, ne de ben kendi adıma ve CHP’ye söylüyorum sağa selam vermek ya da onlardan oy almak için benim nezdimde takiyeci bir görünümden kurtulmuş olunacaktır, diye düşünüyorum.” 

“HAK GELDİ BATIL ZAİL OLDU”

Kılıçdaroğlu, takiyeciliğin son örneğini, Saadet Partisi’nde düzenlenen son toplantıda verdi.

Kemal Bey, İsra Suresi’nin 81. ayetindeki, “Hak geldi batıl zail” oldu, yani, “Hak geldi batılın hükmü kalmadı” anlamındaki ifadeleri Erbakan’ın sözü zannederek; “Rahmetli Erbakan’ın hep söylediği bir sözü vardır” dedi.

Aslında seccadeyi görmemekle, bir ayetin Erbakan’ın sözü olduğunu zannetmek arasında; o kültürün bir parçası olmamak, o anlayışla hem hal olmamak gibi bir bağlantı var. Üstelik, rahmetli Erbakan’ın bu ayetteki “batıl” sözü ile yıllarca kimlere hatırlatma yaptığını da anlatmaya gerek yok.

Kemal Bey, seçime doğru bu tür hataları daha çok yapacaktır. Çünkü olmadığı bir anlayıştanmış çabası, bu hataları yaptırmaya çok zemin hazırlayacak.