Okan Bayülgen: Kitap okumak bazı kişilerde bir alışkanlıktır, çaresizliktir

Oyuncu, seslendirme sanatçısı ve sunucu Okan Bayülgen tv100 ekranlarında "Uykusuzlar Kulübü" programında kitap okumaya başladı.

Tüm dünyada etkili olan yeni tip koronavirüsün (Kovid-19) ortaya çıkmasından önce yayına aldığı konuklarıyla sohbet eden Okan Bayülgen, hastalığın yayılmasını önlemek amacıyla konuksuz devam ettiği yayında, hafta içi her gece Can Yayınları'ndan çıkan seçme eserlerden bölümleri, uyuyamayan izleyicileri için okuyacak.

Bayülgen, 7 Nisan'da O. Henry'nin "Bir Noel Hediyesi" ile Edgar Allan Poe'nun "Gammaz Yürek" eserlerini, sonraki gece ise Anton Çehov'dan "Memurun Ölümü", Ömer Seyfettin'in "Yüksek Ökçeler" ve Edgar Allen Poe'nun "Kızıl Ölümün Maskesi" eserlerini okudu.

Başarılı programcı, değişen medya alışkanlıklarını, canlı yayında kitap okuma fikrinin nasıl ortaya çıktığını ve evde nasıl zaman geçirdiğini, telekonferans yöntemiyle AA muhabirlerine anlattı.

İnsanların eve kapandığı böyle bir dönemde, bir televizyon kanalında canlı yayında kitap okumaya başladınız. Bu fikir nasıl doğdu?

"Dünya klasiklerinden hem de modern klasikler diye tabir edebileceğimiz, Goethe’den Kafka’ya kadar birçok yazarı okumuştum zaten. Ama bunları stüdyo şartlarında sesli kitap olarak kaydetmiştim ve radyodan daha önce yayınlamıştım. Hatta bir ticari ürüne çevirmeyi düşünmedim ve bütün bu yayınlar da zaten Youtube’da yayınlandı. Birçok kişi bu sesli kitapları oradan anımsıyor. Örneğin onların arasında Zweig’ın 'Satranç’ı ya da Goethe’nin 'Genç Werther’in Acıları', Kafka’nın 'Dönüşüm’ü, 'Dr. Jekyll ile Bay Hyde' gibi eserler de var.

Biz kabaremizde çekiyorduk televizyon programını. Tabii ki orada hem teknik personelin gelmesi hem bulaşma riski söz konusu olunca, 'Acaba, stüdyoda tek başıma ne yapabilirim? Konuk ağırlanmayacağı, insanların bir masanın etrafında toplanmayacağı ne yapabilirim?' dedim. O zaman kitap okumaya karar verdim. Yani herhalde en doğrusu bu. Beni buna yönlendiren bir başka neden, bir anda salgının ülkemize de giriş yapmasıyla beraber ulusal kanalların, ben onlara dizi kanalları diyorum, düşüşe geçmesi, haber kanallarının bir anda yükselmesi.

TİAK kantar ölçümlerine hiç inanmıyorum. Güya 4 bin 500 kişi inceleniyor bu konuda. Zaten inceleme yöntemi çok demode, eski bir yöntem. Dolayısıyla televizyoncular da bu verilerle idare ediyorlar. Elimizde başka bir ölçme sistemi var. O da insanların artık, özellikle gençlerin çoğunlukla tercih ettiği Youtube izlenmelerine bakabiliriz. Haber kanallarının Youtube izlenmeleri genelde mühim bir şey olmadıkça bin 500, 2 ya da 3 binken bir anda baktık ki salgının ülkemize girmesiyle beraber 60-70 bin kişiye ulaşıldı. Ben bazı Youtube videolarında yakalamıştım bu sayıları ve daha bile fazlasını, kimi konuklar ilgi çektiği için. Ama sonradan tahmin ettiğim, öngördüğüm şey oldu, insanlar bu kadar kısa sürede, bu kadar felaket haberine tahammül edemedi ve haber kanallarının da peşini bıraktı. İşte bizim başlama anımız tam buna denk geldi. Bunu da planlamıştım. Böyle olacağını öngörüyordum zaten.

İnsanların bir yerden sonra artık her gün aynı şekilde pişirilip aynı kişilerle sunulan haberlere tahammül edemeyeceklerini, psikolojilerini rahatlatmak açısından başka şeylere ihtiyaç duyacaklarını düşünmüştüm ve ben burada başladım. Küçük bir iş. Alışılageldik. Televizyonculukta çok küçük, çok mütevazı bir iş fakat amacı güzel. Seyirciye, dinleyiciye diyorum ki ‘Ne olur bana bakmayın. Dinleyin beni. Hikayenin sonu da önemli değil. Dilerseniz internetten bulur okursunuz, kitabı alırsınız. Önemli değil sonunda ne olduğu. Maksat güzelce bir sesle uykuya dalabilmek."

"Şöhretin, popüler sanatlarla uğraşmanın da bir yan etkisi var"

Dünyada da televizyonda kitap okuma işi muhtemelen bir ilktir. Neler bekliyor bizi? Bu iş inşallah çok uzun sürmez ama sizce bu kırılma bir değişime, dönüşüme yol açar mı?

"Tabii ki birçok şey değişecek. Daha doğrusu değişecek olan bu şeylerin teknolojisi zaten hazırdı. Gençler yeni iletişim teknolojilerini çok hızla ve rahatlıkla kabul ediyor. Belli bir yaşın üstü, emekliler de gençler kadar hızla adapte oluyor. Dikkat ederseniz çevrenizde görürsünüz. Ben onlara telefon demek istemiyorum, elimizdeki akıllı bilgisayarların kullanımı, şu anda evde oturanlar arasında muhteşem. Yani 65 yaş üstü ve 20 yaş altı, muhteşem... Aradaki yaş grubu çalışmak zorunda. Belki de çok fazla vakit ayıramıyor telefona.

Şu anda Instagram'ın, Facebook'un yoğunlukla kullanılması, Youtube'dan yayın açmak, bunlar tezgahtaydı, gelecekti tabii ki... Tabii ki şöhretin, popüler sanatlarla uğraşmanın da bir yan etkisi var. Buna profesyonel deformasyon diyoruz. Evde oturan bir şarkıcı, kendisinin bir şeye ihtiyacı olduğunu düşünmez. Yüksek egosuyla, 'Şimdi bana ihtiyaç duyarlar' diye düşünür. 'İyisi mi ben bir yayın açayım da sevenlerime gitar çalayım'. der. Yayında biraz kalp işaretleri, beğeniler alınca da der ki 'Yahu, ortalığı yıktım, sarstım, perişan ettim.' İnsanlar bununla besleniyor. Örneğin, benim dün gece yaptığım bir başlangıçtı, bir sürprizdi. Adam çıkıp, bir kitap okudu. İki, üç tane haber gördüm. Sağ olsun birisi yazmış, diyor ki, 'Okan sosyal medyayı sarstı.' Ben sosyal medyayı falan sarsmadım. Ne program o kadar izlendi, ne Twitter'da böyle bir şey oldu. Saat gecenin birinde başladım. O saatte zaten hiçbir şey yok ortada. Ne olmuş, Twitter'da gündem bölümünde 8. sıraya çıkmış. Gece yazan 3-5 kişiyle de 11, 12. sıralarda durmuş. Bunun sosyal medyayı sarsmakla ne alakası var?

Evden yayın açmak aslına bakarsanız, bende bir süre sonra bir mide bulantısı hissi uyandırıyor. Çok samimi söylüyorum bunu. Hatta çok sevdiğim, Rolling Stones grubunun gitaristlerinden biri, Ronnie Wood, yaşlı başlı bir adamcağızdır. O da evde kendi kendine yayın yaptı. Ona bile hafiften midem kalktı. Çok severim onları. O da evde, açmış bir yayın, halini anlatıyor, evin dedikodusunu yapıyor. Ondan sonra da 'Evde kal.' diyor. Yahu ne senin mesajına ne sana ne bize gitar çalmana ne de evden yaptığın komikliklere ihtiyacımız var. Bütün bunlara ihtiyaç yok.

Bende özellikle sosyal medya aracıları diyebileceğim Facebook ve Instagram tiksinti yaratıyor. Çoğu arkadaşımı takipten çıkardım. Instagramı da telefondan kaldırmak zorunda kaldım. Arkadaşlarım diyor ki, 'Beni takibi niye bıraktın?' Nasıl anlıyorsun takibi bıraktığımı dediğimde, 'Bende bir program var. Takibi bırakanları gösteriyor.' diyor. Adamı takibi bırakıyorsun, 10 saniye içinde arıyor, 'Ne oldu aramız mı bozuldu?' diyor. Kaç kişiye şunu dedim, 'Senden tiksinmemek için, seni sevmeye hala devam edeyim diye seni takibi bıraktım.' Şunu kast ediyorum. Twitter, şu kadar milyar dolara alınıp satılırmış, Facebook'un değeri şu kadar milyarmış, şuymuş, buymuş... Bunların aslında tarihe ve insanlığa hakim olabileceklerini düşünmeyelim. Bir kişi bunları yaptıysa, kapının arkasında binlerce kişi bekliyor. Yeni uygulamalar gelecek. Yeni iletişim yolları bulunacak.

Bugün kendisi 90 yaşında olan ünlü Fransız yönetmen ve sinema eleştirmeni Jean-Luc Godard için Instagram'ı tekrar yükledim. Adam İsviçre'de evine gelen röportörlerle söyleşi yapıyor. İlginç, çünkü bir efsanedir sinema dünyasında. Adamı canlı, kanlı, evinde mutfağın önünde bir sandalyeye oturmuş olarak izledim. Ama o da bende bir hayal kırıklığı yarattı. Çünkü bu ekranlar, bu iletişim biçimi, bu ev hali, bu hazırlıksız hal, sanatla, sahne sanatlarıyla, tiyatroyla ve televizyon yayıncılığıyla ilgili bugüne kadar ne öğrendiysek, hepsinin aksine çalışıyor. Görüntü kötü, lensler kötü. İnsanlar çirkin, hazırlıksız, makyajsız, perişan. Belki bazen birisini ev haliyle görmek büyük bir şaşkınlık yaratır ve samimiyet göstergesidir de aynı zamanda. Ama herkes perişan olursa, bütün görseller çirkin, görüntüler kötü olduğunda, o zaman sahne üzerinde, büyük stüdyolarda yaratılan, bütün o zarafeti, sanatı, dekorasyonu ne yapacağız? Ama kime sorsan 'İnsanlar herkesi natürel halinde ve samimi olarak görmek istiyor.' diyor. Godard, 'İletişimin her türlüsü var, kendisi yok.' der. Bunu söyleyeli de 20 yıldan fazla olmuştur, belki daha fazla olabilir. Sonuçta bütün bu iletişim ve yayıncılık yolları, çok hızla dönüşecek, hızla yeni yollar bulacağız. Şu anda 'Zoom' diye bir uygulamanın üzerinde görüşüyoruz. Bu şimdi işe yaradı, insanlar biraz aile toplantısı yaptı, akrabaları çağırdı falan sonra bunun da pabucu dama atılacak, başka bir şey olacak. Onda da başka bir şekilde endamımızı göstereceğiz herhalde."

Biz sizi yenilikçi olarak takdim ettik ama siz daha muhafazakar şeyler söylediniz...

"Bak adam yapmış ben de kullanıyorum... Bütün sanatlarda vardır bu, fotoğrafçılıkta, sinemacılıkta, resimde... Sürekli yeni bir şeyler çıkar, millet onun peşinden koşar. Bunun adı hep yenilikçi ve öncü olur. Hayır öyle değil. Yeni olan fikirlerdir, alet edevatın yeni olması bir şeyi değiştirmez."

"Kitap okumak bir entelektüellik göstergesi değil"

Sanatçılara, onların canlı yayınlarına ihtiyacımız yok, dediniz. Peki evde kalanlara yapmaları için bir tavsiyeniz var mı?

Okan Bayülgen: "Haşa! Evde kalanlara hiçbir tavsiyem olamaz. Özellikle büyük aileler, evde ne yapacağını daha iyi bilir. Bizim geleneklerimiz, göreneklerimiz, bir yaşama stilimiz var. Şimdi ben kitap okuyorum diye herkes, 'İnanamıyorum, sen kitap okuyorsun ya en büyük ihtiyacımız buydu.' diyor. Sanki biz kitap okumakta dünya birincisiyiz. Ben de herkese diyorum ki, 'Ne entelektüelmişsiniz. Kitap okumadan yaşayamayan insanlarmışsınız. Zaten sabahtan akşama kadar kitap okuyormuşsunuz, artık akşamları yorulduğunuz için, adam tutmuşsunuz, Okan Bayülgen. Gelmiş size kitap okuyor. Ona da Allah razı olsun diyorsunuz.' Böyle saçma şey mi olur? Bu memlekette kaç kişi kitap okuyor? Kitap okumak da lazım değil. Bu da bir entelektüellik göstergesi değil. Kitap okumak bazı kişilerde bir alışkanlıktır, çaresizliktir. Sıkılmamak, yalnızlığı gidermek için, kendisini ancak başkalarının akledebildiği, hayal edebildiği şeylerle besleyebilmek için bir ihtiyaçtır kitap okumak. Şimdi bunun yerini başka teknolojik şeyler aldı. Ama hiç birisindeki kalite, içerik, yazım sanatı, romancıların, büyük araştırmacıların, feylesofların kitaplarındaki dereceye erişemiyor ve hala biz okuma eylemini seviyoruz. Bana sorarsanız bende bir ihtiyaç. Bana 'Hiç kitap okumak istemez miydin?' deseydiniz, istemezdim. Gözlerim de bozuk, gözlük takıyorum, yoruluyorum. Bu bir eylem ama başka çarem yok, kitap okumaktan başka. Yalnız bir adamım. Yalnız yaşıyorum, yalnızlığı seviyorum."

Programa kitap okuyacak başka bir konuk almayı düşünüyor musunuz?

"Evet, düşünüyorum. Fakat kimi riske atayım diye düşünüyorum. Dolayısıyla sevmediğim aktörleri çağırmak istiyorum. Belki Çehov'dan bazı kısa oyunları oynarız diye. 'Amadeus' oyununda beraber rol aldığım büyük üstat Selçuk Yöntem'i çağırmayı düşündüm ama yaşı itibariyle şu anda ev hapsinde. Bakmayın genç durduğuna."

İkinci sırada kim var?

"Vallahi çok başarılı aktörler var tabii. Şimdi bunu sesli kitap formatında yapıyoruz da radyofonik bir oyun ya da bizde bilindiği adıyla TRT radyolarında uzun yıllar yapılan 'Arkası Yarın' radyo tiyatrosu şeklinde de bunları canlandırabiliriz."

Kitap listeniz var mı?

"Can Yayınları ile sesli kitaplara ilişkin bir sözleşmem var. Oradan yayınlanan eserleri okuyoruz. Fakat çok değerli yayınevlerimiz var. Mesela bu gece Tefrika Yayınlarından bir eser okuyacağım. Onlar hızlı şekilde yardımcı oldular. Çünkü kolay bir şey değil, izinlerinin alınması gerekiyor. Her kitabı istediğiniz gibi okuyamazsınız her yerde. Telif yasaları gereği, izinleri almanız gerekli. Belki yaşayan büyük yazarlardan müsade alarak, yaşayan modern yazarların eserlerini televizyonda okumak isterim. Tabii bazılarına ulaşmak daha zor. Mesela her kitabı çıktığında olaylar yaratan Dan Brown var. Dan Brown okusak ne acayip olur. Ama şu anda tabii ki biraz öykülerle gitmek istiyorum. Bana sorarsanız ben 'Arkası Yarın' gibi alıp Goethe ya da Tolstoy'u, sağlık bakanımız da tavsiye ediyor, okumak isterim. Ama diyorum ki biraz denemeler yapayım. Seyircimiz ilerleyen günlerde ekran karşısına geçtiğinde yabancılık çekmesin. 'Eyvah! Bunlar zaten 3 gündür bunu okumaya başlamışlar!' demesin diye böyle denemelerle gidiyoruz."

Kitap okumak dışında evde neler yapıyorsunuz?

"Yemek yapıyorum. Çünkü sevgilim kendi evinde, eski eşim kendi evinde, kızımız anneanne ve dedesinde. Dolayısıyla ara sıra görüşmek dışında tabii ki özel hayatımda yalnızım. Bazen ekibimden arkadaşlarımla gelecek planlaması ve çalışmak maksadıyla bir araya geliyoruz. Yemek yapıyorum biraz, evi temizliyorum. Galiba 8 sene oldu evi toplamamıştım. Toplamamıştım derken, ev pis ve dağınık değil. Ev tertemiz ve kendine göre bir düzeni var. Fakat tablolar asılmamıştı, kitaplar yerlerdeydi, gitarlar sağda solda dağınık duruyordu. Şimdi bütün bunları toplamaya başladım. Hatta bunları toplamam gerektiğini düşündüm çünkü 'Ben ölürüm kalırım, bir şey olur, arkamdakiler toplamak zorunda kalır.' diye endişe ediyordum. O yüzden benim için de güzel bir fırsat oldu.

Genel olarak evde kalan insanlara hiçbir tavsiye vermek istemiyorum, şunu yapın bunu yapmayın gibi. Herkes nasıl yaşıyorsa öyle devam etsin. Herkes ne yapacağını gayet iyi biliyor, kimsenin sanatçıya falan ihtiyacı yok."

Sonraki Haber