Onlar ümidin düşmanıdır…
Diyarbakır Barosu’nun bölgede faaliyete geçen petrol arama ve çıkarma çalışmalarının iptali için hukuksal süreç başlattığını okuyunca Nazım Hikmet’in başlıktaki dizeyle başlayan ve işçi sınıfına ithaf edilen o şiiri dudaklarımdan dökülüverdi.
Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:
- çürüyen diş, dökülen et -,
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
Baro’ya göre devlet, yurttaşların atalarından kalan kadim üretim topraklarını el koyarak zehir saçan santrallere dönüştürmekte.
Bunu açık bir mülksüzleştirme ve gıda krizinin yaşandığı bu yüzyılda halkın sağlığını ve geleceğini açıkça tehlikeye atmak olarak niteleyen Diyarbakır Barosu’nun ülkemizin petrol arama faaliyetlerini kendine mesele etmesinin altında yatan etkeni benim gibi siz de hemen anladınız sanırım.
Korkuyorlar çünkü.
Ülkemizin terörden temizlenen sahalarında, dağlarında bayırlarında petrol bularak çıkarması, neredeyse günlük üretimi 150 bin varil seviyelerine yükseltmesi küresel efendileri ve dolayısıyla da ülkemizdeki finolarını korkuttu.
Atalarından kalan kadim üretim topraklarıymış halkın. Sanki petrol çıkarılan topraklar, maden arama çalışmaları için istimlak edilen araziler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına atalarından değil de gökten zembille geldi.
Bu aptalca bir laf değil.
Alt metin okumasını rahatlıkla yapıyoruz.
Onların ideolojik olarak bağlı oldukları terör örgütünün siyasal uzantısı partinin yöneticilerinin “Burası vadedilmiş topraklar, kimse dokunamaz” dediğini de biliyoruz.
Kime vadedilmiş topraklar. Arz-ı mevud mu yani? Siyonistlere mi teslim edeceksiniz topraklarımızı gelecekte? Hayaliniz bu mu?
Görünür gerekçeleri de var tabii.
Tarımsal üretime sekte vuruyormuş ve 200’den fazla petrol arama sahası nedeniyle 35 bin hektar alan etkileniyormuş.
Bu utanmazlar, 2002 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk 80 yılında bölgenin kalkınması için yapılanların 20 katının AK Parti iktidarı döneminde yapıldığını unutturmak, gözlerden saklamak istiyorlar.
Tarımsal üretime sekte vurur, gıda krizine sebep olurmuş. Sevsinler sizi.
Benim sevgili zeytinyağı üreticilerimden Necati Budak yazmış önceki gün X’te… Eklemelerle olduğu gibi alıyorum:
-Türkiye 2000 yılında 780 bin Km2’lik yüzölçümü olan bir ülke.
-Nüfus 67,8 milyon. Ülkemize gelen turist sayısı 10 milyon.
-Tarımsal ihracat 3,6 milyar dolar.
-Türkiye’de petrol Batman’dan başka yerde çıkmıyor, daha doğrusu aranmıyordu da. Çünkü PKK terör örgütünün şiddet eylemleri bölgeyi güvensiz kılıyordu.
Ama o zaman tarım bitmemişti ne ilginçtir ki…
BUGÜN.
-Türkiye’nin yüzölçümü yine 780 bin Km2.
-Nüfus 85 milyon. Artı 5 milyon sığınmacı ve mülteci. 2023’te gelen turist sayısı ise 56,7 milyon kişi.
-Tarımsal ihracatımız ise 26,5 milyar dolar.
-Ama Gabar’da petrol çıkardık, Diyarbakır’da petrol aranıyor ve bu yüzden tarım bitiyor, gıda krizi yaşayabiliriz öyle mi?
TARIM BİTMİYOR ÇÜNKÜ SON 20 YILDA BÖLGE VE TÜRKİYE ÇAĞ ATLADI
Tarım bitti diyenler yalan söylüyor.
Peki gıda fiyatlarındaki artışın sebebi ne?
Saysak en az 10 sebep sıralarız. Ama bunların arasında üretim düşüklüğü kesinlikle yok. Yanlış politikalar, desteklemedeki yetersizlikler, üretici fiyatlarının düşüklüğü, tedarik zincirinin kontrol edilememesi, hal yasasının çıkarılmaması, market zincirlerinin oluşturduğu kartellerin depolarda ve raflarda etiket değiştirmelerine yeterince müdahale edilememesi gibi pek çok parametre var.
Yukarıda rakamları sıraladım. 90 milyon nüfusa ve 58 milyon yıllık turiste tedarik sağlayan bir tarımsal üretim kapasitemiz olduğu gibi ARTI bu üretimden 26,5 milyar dolarlık da ihracat yapılabilmekte.
Rakamlarla sabit. Türkiye tarımsal üretimde, her başlıkta Avrupa’da ilk üçte, Dünya’da da ilk beş içinde yer almakta.
BÜYÜK ÇAPTA ÜRETİMİN SEBEBİ NE PEKİ?
Sebebi AK Parti iktidarı döneminde yapılanlara bakıp aramak gerek. Ne kadar arazi tarımsal üretime açılmış ve faaliyete geçirilmiş? Ne kadar tarım arazisi verimli hale getirilmiş?
Şu bilgiyi hemen şuracığa koyalım:
Bu ülke 2002 yılında 80 yıl boyunca 276 baraja sahipti.
AK PARTİ DÖNEMİNDE bu sayıya 18 yılda 585 baraj daha eklendi. 2020 yılı rakamlarıyla söylüyorum bunu. Türkiye’de işletme halinde bulunan 861 adet baraj var. Bunun 203 adedi büyük çaplı baraj. Bir kısmı HES, bir kısmı da sulama barajı. Bu arada kalan 658 adet ise küçük çaplı sulama barajları ve yine sulama göletleri.
Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki barajlar: Alpaslan-1, Arpaçay, Bağıştaş, Bayburt, Başköy, Boztepe, Cip, Zernek, Çat, Çıldır, Demirdöven, Dilimli, Erzincan, Gayt, Gülbahar, Kalecik, Kapıkaya, Kayabeyi, Keban, Koçköprü, Kuzgun, Kığı, Medik, Morgedik, Narman, Özlüce, Palandöken, Patnos, Pazaryolu, Polat, Sarımehmet, Sultansuyu, Sürgü, Tercan, Uzunçayır, Yazıcı, Yoncalı, Alkumru…
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki barajlar: Atatürk, Batman, Birecik, Çetin, Deve Geçidi, Dicle, Dumluca, Göksu, Hacı Hıdır, Hancağız, Ilısu, Karakaya, Kayacık, Kirazlık, Kralkızı, Seve…
Şu hatırlatmayı yapalım. Irak ile Suriye, Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde kurduğumuz barajlar nedeniyle çok rahatsız ve bu yüzden yapılan ikili görüşmelerde, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın son Irak gezisinde olduğu gibi su konusu anlaşma masasına yine getirildi ve mutabakata varıldı.
Bu kadar barajın yapılması ülkemizin elektrik üretimine büyük bir katkı sağlamakla kalmadı. Baraj ve göletler sulamada kullanıldığı için yüzbinlerce hektarlık alan tarımsal üretime açıldı. Bu da tarım üretiminin her geçen yıl artmasının sebebi oldu.
DÜNYANIN EN UZUN SULAMA KANALINI YAPAN KİM?
Atatürk barajının suyunu Şanlıurfa ve Mardin’in verimli arazileriyle buluşturan, 221 kilometre uzunluğuyla dünyanın en uzun kalanı olup adeta nehir gibi akan Mardin-Ceylanpınar kanalı sayesinde 250 bin hektarlık alan sulanıyor.
Sonra ipleri dışarıda birileri 35 bin hektarlık tarım arazisinin petrol arama faaliyetleri nedeniyle kaybolduğunu iddia ediyor. Gerçi bu verdikleri rakamlar bile güvenilmez ya neyse. Kaldı ki petrol bulunamayan araziler tekrar tarım arazisine dönüşüyor. İşin başka yanı da bu.
TARIMSAL ÜRETİM ALANLARINDAKİ ARTIŞ
Tarım ve orman bakanlığı ile TÜİK verilerine göre 2023 yılında işlenen tarımsal üretim alanlarında bir önceki yıla göre 97 bin hektar artış yaşandı. Son 3 yıldaki artış ise 470 bin hektar.
Bunun sebebi yukarıda sıraladığım yatırımlar ve artı çiftçiye verilen tarımsal krediler, gübre, mazot destekleri de tarımsal üretimin artmasını sağlayan başlıca faktörler oldu.
Gerçek niyetleri suratlarında kabak gibi sırıtıyor.
Dedik ya Nazım’ın şiirine atıfta bulunarak;
Onlar ümidin düşmanı,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
SONUÇ
Bunu yazdık ama işte asıl sorun bu. Bu üretime rağmen büyük kentlerimizde neden gıda fiyatları hâlâ bu kadar yüksek?
Bu sorunun cevabını veren ve çözümünü hayata geçiren kazanır.