Türkiye İttifakı
Türkiye’de 21 yıldır devam eden AK Parti iktidarı var. Parlamenter Sistem ile Türkiye’de koalisyonlar dönemini unutturan AK Parti, tek başına iktidar olarak siyasî istikrar ile ülkede neler yapılabileceğini herkese gösterdi.
Hatta iş öyle bir noktaya geldi ki ülkede bir muhalefet boşluğu olduğu her geçen gün ortaya çıktı. Yani güçlü bir muhalefet olsa bu hem iktidarın rehavete kapılmasını engelleyecek hem de olası bir yanlış politikada ısrar edilmesi durumunda iktidar değişikliğine yol açabilecek iken, bir türlü ülke de Tayyip Erdoğan’a alternatif olabilecek siyasi lider çıkmadı. Demirel, Özal, Ecevit, Türkeş, Erbakan gibi liderlere aynı anda sahip olan halkımız adeta bir lider kısırlığı yaşamaya başladı.
AK Parti’nin de yüzde 50 sınırlarını aşındırdığı bir ortamda anayasal değişikliğe gidildi ve Parlamenter Sistem yerine Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi getirildi. Sistem siyasî irade noktasında oldukça etkileyici bir performans istiyor. Çünkü her ne kadar Tayyip Erdoğan yüzde 50 oyu alabilse de Erdoğan’ın kendi partisi dahi şu anda yüzde 50 oy oranından oldukça uzakta. Bu da “koalisyon dönemine son” iddiasıyla yola çıkılan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nde, siyasi partileri ittifaklara mahkûm etti.
Yani seçim sonrası anlaşma yerine bu defa siyasi partiler seçim öncesi uzlaşarak, halktan oy istemek zorunda kaldılar. Son girdiğimiz seçimde de Millet İttifakı, Cumhur İttifakı, Ata İttifakı, Emek ve Özgürlük İttifakı olmak üzere dört ana ittifakın varlığından söz edebiliriz. Her bir ittifak birbirinden farklı söylemler geliştiren, kıymetli görüşlere sahiptir. Her birine ayrı ayrı saygı duyuyorum. Ancak bu dört ittifakın da millî güvenlik ve ulusal meselelerde tek bir açıdan bakması gerektiğine inanıyorum.
Türkiye İttifakı olarak bahsettiğim şey tam olarak bu. Örneğin, İsrail’in uygulamış olduğu soykırımda ülke olarak duruşumuz belli. Devlet Başkanı'mız Sayın Erdoğan, dünya susarken, "İsrail soykırım yapıyor" diyerek benzersiz bir cesaret örneği ortaya koyuyor. Ancak hâlâ iç siyasette "Hamas terör örgütüdür" diyenler olduğunu görüyoruz.
Bugün Filistin’de yaşananlar, iç siyasete kurban edilecek şeyler değildir. Hangi ittifaktan olursa olsun herkes İsrail’in yapmış olduğu soykırıma dur demeli, Türkiye ittifakı çatısı altında toplanmalıdır.
50+1 MESELESİ ÜZERİNE
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, uçakta gazetecilere vermiş olduğu mülakatta 50+1’in değişmesi gerektiğini, böylelikle ittifakların son bulacağını ifade etti.
Bu Parlamenter Sisteme geri dönüş demek değil. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ni denedik, yaşıyoruz. Her seçimde sayın Cumhurbaşkanı’mızın yüzde 50’yi geçtiğini (son seçim ikinci tur da olsa dahi) gördük. Aslında Cumhurbaşkanı’mızın yüzde 50’yi geçmek gibi bir kaygısı yok. Ancak kurulan yapay ittifakların aslında inandırıcılıktan ne kadar uzak, ne kadar soyut olduğunu seçim sonrası daha net anladık. Özellikle Millet İttifakı, neredeyse ortadan ikiye ayrıldı. CHP ve İYİ Parti kendi içerisinde yoğun bir kavgaya tutuşurken, Saadet ve Gelecek bir yanda DEVA da öbür yanda olmak üzere bir ayrılık yaşandı.
Birbirinden tamamen kopuk siyasî oluşumların, tabanlarıda bu kadar zıt iken sadece seçimde oylarımızın toplamı başarı getirir düşüncesiyle bir araya gelmesi, bu millete hiçbir şey kazandırmamıştır. Nitekim bu pragmatist yaklaşımlar, Anadolu insanı tarafından da samimiyet testine tabi tutulmuş ve sınıfı geçememiştir. Hâl böyleyken yüzde 50+1’i geçmeleri de hepsi bir araya gelse dahi mümkün görünmemektedir.
Yani işin özüne bakarsak, Sayın Erdoğan, 50+1 değişmeli iradesini ortaya koyarak, kendi veya partisinin siyasî ikbali için değil, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin aksayan yönlerini revize etmek için bir görüş ortaya koymuştur.
Nitekim seçim tarihimizde yüzde 50 oy alan bir sol iktidar olmadığı halde seçimlerden birinci çıkan sol liderler olmuştur. 50+1’in kaldırılmasını Sayın Erdoğan istemiş dahi olsa bu aslında muhalefetin de siyasî geleceği için kritik önem taşıyan bir değişikliktir.