Türkiye, Yunanistan'ın karasularını artırmasına neden tahammül edemez?

Son zamanlarda medyada tartışılan karasuları sorununun tarihçesini Lozan Barış Antlaşması’ndan başlayarak kısaca hatırlatmak istiyorum.

Lozan Barış Antlaşması’nda karasularının genişliği konusunda somut bir hüküm bulunmamakla beraber, antlaşmanın 6. Maddesi'nin 2. Fıkrası ve 12. Maddesi'nin son cümlesi ile akit devletlerin o zamanki uygulamaları ve konferanstaki tutumlarından, karasularının 3 mil genişlikte olması gerektiği hareket ettikleri bilinmektedir.

Bu esasta, karasularının Yunanistan ve Türkiye tarafları açısından 3’er mil olduğu durumda, Adalar Denizi’nin yaklaşık yüzde 72’si serbest geçiş rejimine tabi olup açık deniz statüsünde idi.

Yunanistan, Lozan Anlaşması’nı takip eden süreçte, Türkiye’nin Montrö Sözleşmesi’nin imzalanması ve Hatay meselesi ile uğraştığı dönemde durumu istismar ederek 17 Eylül 1936 tarihinde ‘’Tek taraflı" olarak karasularını 6 mile genişletmiştir

Türkiye, Yunanistan’ın Lozan dengesini bozarak, karasularının genişliğini 6 mile çıkarmasına o dönemdeki siyasi konjonktür nedeni ile, özellikle Montrö Sözleşmesi’nin imzalanmasında ve Hatay meselesinin halledilmesi sürecinde sorun çıkmaması için itiraz etmekten imtina etmiştir.

Böylece Yunanistan, tek taraflı bir tasarruf ile Lozan dengesini bozarak Ege’nin açık deniz alanının yaklaşık yüzde 25’lik bir bölümünü egemenlik alanına dâhil etmiştir. Türkiye yıllarca Lozan dengesine dönülmesi gerekliliği tezini sürdürerek karasularını 3 milde tutmuş, iki ülke ve Adalar Denizi’nde huzuru ve hakkaniyeti sağlayacak tek yöntem olan bu kararda ısrarcı olmuştur.

Bununla birlikte, Türkiye 1964 yılında çıkardığı ‘’476 Sayılı Karasuları Kanunu’’ ile Adalar Denizi’nde kara sularının 6 mil olduğunu ilan ederek maalesef bir bakıma böylesine vahim ve Türkiye’nin aleyhine, bölgenin huzursuzluğuna sebep olacak olan Yunan kararını tescil etmiştir.

 

Halen yürürlükte olan 6 mil genişliğinde karasuları uygulamalarına göre; Adalar Denizi’nin yaklaşık yüzde 7,4’ü Türk, yüzde 39,2’si Yunan, yüzde 5’i de egemenliği devredilmemiş adaların karasuları ile kaplanmaktadır. Adalar Denizi’nin açık deniz alanları ise yüzde 48,4’tür.

Türkiye için kıta sahanlığı ve MEB paylaşımı açısından Adalar Denizi’nin neredeyse ortasından geçen 25º boylamı doğusu önem arz etmektedir. Bu bölgede tüm Adalar Denizi, deniz alanlarının yüzde 25’ini, açık deniz alanlarının ise yüzde 52’sini teşkil etmektedir.

 

1936’da Lozan dengesini bozarak karasularının genişliğini 6 mile çıkaran Yunanistan, şimdi de 6 milin üzerine hatta 12 mile çıkarmak ve Adalar Denizi’nin bir Yunan gölü haline dönüştürmek istemektedir.

Yunanistan’ın, bugünkü tavrına benzer şekilde, yıllar evvel BM Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS)’ni 1995 yılında onaylamasının ardından karasularını 12 mile çıkarma hakkı olduğunu söylemesi üzerine, TBMM, Yunanistan’ın kara sularını genişletmesi durumunda ülkemizin hayati hak ve menfaatlerinin korunacağına dair kararlılığını 8 Haziran 1995 tarihinde meclisteki tüm partilerin desteği ile gösterilen bir toplantı ile dünya kamuoyuna duyurmuştur.

Bunun bir ‘’Casus Belli’’ kararı ya da Anayasa'nın 92. Maddesi çerçevesinde bir savaş ilanı kararı olmadığı açıktır. Ancak Türkiye’nin her türlü milli güç unsurunu kullanacağını ve gerekirse savaşacağını ortaya koyan bir açıklamadır.

Yunanistan uygun koşullar bulur ve karasularını 12 mile çıkarırsa, 176 tane Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar'a (EGAYDAAK) Türkiye’nin sahip çıktığını düşündüğümüz halde dahi; Adalar Denizi’ndeki açık deniz alanları oranı yaklaşık yüzde 19’a inecek ve Türkiye’nin karasuları kaplama oranı ise sadece yüzde 1,3 karasuyu alanı artışıyla  yüzde 8.7’ye, Yunanistan’ın ise yüzde 62’ye çıkacaktır.

 

ADALAR DENİZİ'NİN EN FAZLA YÜZDE 4,5'İ TÜRKİYE'NİN OLACAKTIR!

Bu suretle kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) paylaşımı açısından önemli olan Adalar Denizi doğusunda ise açık deniz alanları yüzde 64 azalarak yüzde 9’a düşecektir. Yani bu yüzde 9’luk açık deniz alanının yarısını Türkiye’nin MEB olarak aldığını düşünsek dahi Türkiye’nin Adalar Denizi, Mavi Vatan parçası, ancak Adalar Denizi’nin yüzde 4,5’i olacaktır!

 

EGAYDAAK’’ın Yunanistan’ın egemenliğinde kabul edilmesi halinde ise; Yunanistan’ın karasuları kaplama oranı tüm Ege’de yüzde 68’e çıkacak ve durum daha da vahim hale gelecektir.

Böylece Adalar Denizi'nin iki ayrı bölgesinde etrafı Yunan karasuları ile çevrili iki açık deniz kesimi hariç, Adalar Denizi bir Yunan iç denizine dönüşecektir.

Böyle bir durumda Türkiye’nin ülkesel bütünlüğü bozulacak; Adalar Denizi kıta sahanlığının ve münhasır ekonomik bölgesinin yaklaşık yüzde 90’ı Yunanistan’a ait olacak,.Türkiye’nin, Adalar Denizi’ne yönelik doğal kaynakların çıkarılması ve işletilmesi ile balıkçılık, turizm ve bilimsel araştırma gibi ekonomik faaliyetlerini çok büyük ölçüde kısıtlayacak hatta sıfırlayacaktır.

Kısaca, Yunanistan karasularını 12 mile genişleterek; kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge ile hava sahası başta olmak üzere tüm sorunları bütünü ile kendi lehine hallederek Adalar Denizi’nde mutlak hakimiyet tesis edecektir.

Nitekim, Yunan medyasında çıkan haberler ve yorumlar ile hükümet yetkililerinin söylemleri de bu beklenti ile paralellik arz etmektedir.

CEHALET+CESARET = FELAKET

Maalesef konunun uzmanı olmayan bazı kişiler, denizlere ilişkin milli konularda kulaktan dolma, dayanaksız ve sığ bir takım bilgi, belge ve haritaları; dış politikaya iç siyasete alet ederek görüşler ortaya koymaya devam ediyor. Söz konusu kişilerden bir tanesi de bizler gibi bu konulara hayatını adamış insanlara hakaretler içeren, elektronik postalar göndermeyi de alışkanlık haline getirmiş biri maalesef. Bu duruma kişisel olarak olmasa da, ülkem adına bu gibi kişilerin konuşmasının önü açılarak kamuoyu ciddi şekilde yanlış yönlendirildiği için endişe duyuyorum. Böyle ehliyetsiz kişiler muhatap alınarak, böyle önemli konularda itibar edilmesi en hafif tabiriyle felakettir.

Söz konusu şahıslardan biri eline kurşun kalem, silgi ve cetvel alıp Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz’de münhasır ekonomik bölge çizmeye kalkmış biridir!! Üstelik “bu adalar bize aittir ve bu adaların kıta sahanlığı nedeniyle kıta sahanlığımız buraya kadar uzanır” diyerek Yunanistan tezine bilgisizliğiyle destek vermiş, millî tezimizi hançerlemiştir. Ve üzülerek belirtmemiz gerekir ki; maalesef ülkemizde bu kişi gibi niceleri bulunmaktadır.

Bu konu bu tür bilgisiz yorumlarına açık bırakılarak esnetilebilecek bir konu asla değildir. Zira neticesi ülkemizin gelecekteki refah ve güvenliğini etkileyebilecektir.

Bu gibi şahıslar;

- EGAYDAAK konusunda söz konusu adalardaki gayri meşru Yunanistan varlığının 1938’den ve hatta 1912’den günümüze sarkan bir mesele olduğunu söylemez!

- Konuyu iç siyaset malzemesi yapabilmek için “son 15-20 yılda işgal edilmiş adalarımız" olduğuna dair sansasyon oluşturmaya çalışır.

- Bu konuda MSB’nin “1996 Kardak olayından sonra hiçbir gayri meskun EGAYDAAK’da Yunan yapılanmasına müsaade edilmemiştir” şeklinde açıklamalarına itibar etmez!

- EGAYDAAK varlığını neredeyse sadece ana karamızın 3 mili içinde olduğunu ifade ederek 176 EGAYDAAK’ı unuttururlar! (Odağı farklı noktalara çekerek halkımızı ana konudan, bize ait olan adalarımızdan koparma çabasındadırlar.)

Acı olan, konuyu derinlemesine bilmeyenlerin iyi niyetle bu gibi şahısların söylediklerine itibar etmiş olmasıdır.

Geçtiğimiz günlerde yine bir gazetenin köşe yazısında böyle bir şahsın “Yunanistan’ın Girit güneyinde karasularının artırmasına yönelik” yine eksik ve çok yanlış bilgi vererek millî deniz politikamıza büyük zararlar verdiğini gördük.

Şahsın Adalar Denizi-Akdeniz ayrımı olarak gösterdiği ve Adalar'ın ortasından geçen hat Yunan tezidir. Bugüne kadar da bu ayrım konusunda hiç mutabakat oluşmamıştır.

 

Bu adaların Doğu Akdeniz’e bakan yüzleri ile Akdeniz’de yer aldıklarını belirtmek ancak ve ancak Yunan tezlerine hizmet eden bir yaklaşımdır. Kaldı ki bu görüşten yola çıkarak, bu adaların Adalar Denizi’ne bakan kuzey kısımlarının 6 mil ve sözde Doğu Akdeniz’e dahil olan güney kısımlarında ise 12 mil karasuyu uygulanmasının hiçbir sakınca yaratmayacağı, aksine Türkiye’yi ilgilendirmeyen bir tutum olacağı eksik, yanlış ve ahkam kesercesine sunulan bilgiler, Türkiye’nin Mavi Vatan davası başta olmak üzere yürüttüğü millî davaya ve egemenlik haklarına ciddi zarar vermektedir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 2010 yılında Uluslararası Hidrografi Örgütü’ne (IHO) bildirdiği haritaya göre ayrım hattı, Adalar'ın ortasından geçen Yunan tezine dayalı hattın aksine tüm Adalar “Adalar Denizi” içinde kalacak şekilde bu adaların en dışından geçer. Bu bağlamda Türkiye’nin Adalar Denizi ve Akdeniz ayrımına ilişkin tutumu, 3 Aralık 2010 tarihinde Uluslararası Hidrografi Organizasyonu’na (IHO) deklare ettiği üzere “Büyük Çuha, Küçük Çuha, Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos Adalarının Akdeniz’e bakan güney uçlarından geçerek Akyar Burnu’na ulaşacak şekilde çizilmesi gerektiği” şeklindedir.

Böylelikle, Adalar Denizi’nde yer alan Yunan Adaları'nın, Akdeniz adası gibi gösterilmesi önlenmek istenmiştir.

Ayrıca Yunanistan’ın bu adaların Akdeniz’e bakan yüzlerinde farklı uygulamalar yaparak sorun çıkarmasını önlemek de amaçlanmıştır.

 

Konuyu enine boyuna bilmeden, teknik altyapıya sahip olmadan, çarpıtılmış bilgilerle iç siyaset malzemesi yapmak ve taraftar toplamaya çalışmak son derede yanlıştır.

Bu yanlış yaklaşımın pratiğe geçirilmesi durumunda, yani ilgili Adaların kuzey uçlarında karasuyunun 6 mil, Akdeniz’e bakan güney uçlarında ise 12 mil karasuyu uygulamaları durumunda geçitler kapanmaktadır. Bu söylemler Yunanistan’a çok ciddi kozlar sunmaktadır. Yunanistan bu yöntemle aşağıdaki haritada da görüleceği üzere, Adalar Denizi’nden Akdeniz’e geçitleri adaların güneyinde uyguladığı 12 mil karasuyu ile kontrol altında tutarak Çuha Adası’ndan Akyar Burnu'na kadar olan alanda tam kontrol sağlamış olacaktır.

 

İşte böyle Yunan’ın eline öyle büyük kozlar veriyorlar ki... Ne yani şimdi Girit, Küçük Çuha, Büyük Çuha hattında Yunanistan karasularını 12 mile artırsa ses çıkarmayacak mıyız? Geçitlerin kapanmasına ses çıkarmayacak mıyız?

Bakın şahıs “Girit güneyinde zaten 12 mil uygulanıyor” diye yine Yunan’ın işine yarayacak yanlış bilgi veriyor. Yunanistan’ın 2017’de başlattığı basamak basamak karasularını artırma planı çerçevesinde şu anda sadece İyon Denizi’nde karasuları 12 mildir ve sonraki planda Girit vardır.

ANADOLU’NUN YÜZDE 13’ÜNÜ VERMEKLE MAVİ VATAN’IN YÜZDE 13’ÜNÜ VERMEK ARASINDA HİÇBİR FARK YOKTUR!

Esasen 6 mil rejimine göre karasularında 1 millik bir artış dahi Adalar Denizi’nde açık deniz alanlarının yaklaşık en az yüzde 13 azalmasına neden olacaktır. Yani Yunanistan’ın her bir 1 millik karasuları artışında Türkiye’nin Adalar Denizi’ndeki Mavi Vatan’ın en az yüzde 13’ü gasp edilmiş olacaktır. Anadolu’nun yüzde 13’ünü vermekle Mavi Vatan’ın yüzde 13’ünü vermek arasında hiçbir fark yoktur!

Mesele hukuki açıdan irdelendiğinde ise; Adalar Denizi’ndeki statü, karasuları dahil olmak üzere, 1923 Lozan Barış Antlaşması (LBA) ile belirlenmiştir. LBA esasen hem Yunanistan hem de Türkiye tarafından imzalanmış çok önemli, savaşları sona erdiren, ülkesel statüleri belirleyen antlaşmadır. Yukarıda bahsettiğimiz üzere LBA’ya göre Adalar Denizi’nde karasuları statüsü 3 mildir.

1982 BMDHS ise Türkiye’nin imzacı olmadığı bir sözleşmedir ve hükümlerinin Türkiye’ye dayatılmaya kalkılması apaçık bir hukuksuzluk, haksızlık ve küstahlıktır!

TÜRKİYE, ZORLA BARIŞ MASASINA OTURMAK ZORUNDA OLAN BİR DEVLET DEĞİLDİR

Diğer yandan 1982 BMDHS hükümleri öne sürülerek LBA hükümlerinin ortadan kaldırılmaya çalışılması da başlı başına hukuk ve hak katliamıdır! Bir sözleşme, yapılmış önceki antlaşmayı tek taraflı olarak ortadan kaldırmaz!

Ama Yunanistan buna alışıktır. Türkiye ise “ahde vefa ilkesi” çerçevesinde hep hukuka ve imzaladığı antlaşmalara saygılı olmuş, hükümlerine uymuştur.

Buna en önemli örnek 1936 Montrö Sözleşmesi'dir. 1982 BMDHS’nin teamül hukuku haline hükümleri çerçevesinde İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi iç su rejimine (yani Türkiye’nin “istediğini geçirme, istemediğini geçirmeme dâhil, kara ülkesindeki kolluk dâhil tüm yetkilerini istisnasız kullanabildiği” su rejimi) sahip olması gereken deniz alanlarıdır. Ama Türkiye küresel ve bölgesel barış, istikrar ve güvenliğe katkısı nedeniyle 1936 yılında imzaladığı Montrö Sözleşmesini uygulamaya devam etmektedir.

Ama tüm bunlara rağmen farz edelim ki, 1982 BMDHS esas alınsın. Bakın orada da durum hiç de Yunanistan’ın iddia ettiği gibi değildir.  

1982 BMDHS’nin 3.Maddesi devletlere azami 12 mile kadar karasuyu genişliği belirleme hakkı tanırken, karasularının genişliğini mutlak şekilde 12 mil olarak dikte etmemekte. Yani karasuları en fazla 12 mil olabilir demektedir. Hüküm, kendi içinde karasularının 12 milden az olması gereken hallerin de varlığını ortaya koymaktadır. Esasen İngiltere, Finlandiya, Japonya, Ürdün, Danimarka vesaire birçok ülke bir kısım topraklarında 3 mil karasuyu uygulamaktadır.

Diğer yandan 1982 BMDHS; 123. Maddesi ile yarı kapalı bir deniz statüsünde olan Adalar Denizi için de genel kuralların işletilemeyeceğini dikte etmektedir.

300.Maddesi ise; ‘’Taraf devletler, işbu sözleşme hükümleri uyarınca üstlendikleri yükümlülükleri iyi niyetle yerine getirmeli ve işbu sözleşmede tanınan hakları, yetkileri ve serbestileri hakkın kötüye kullanılmasını oluşturmayacak biçimde kullanmalıdırlar’’ hükmüne amir olup, Yunanistan’ın tek taraflı olarak kara sularını genişletmesine engel oluşturmaktadır.

Bu hukuki durum çerçevesinde; ortada Türkiye’nin müzakere edebileceği bir karasuları sorunu yoktur. Yunanistan’ın karasularını tek taraflı ve hukuk dışı genişletme talebi vardır.

Hukuken haklı olan Türkiye; ne savaşta yenilmiş ne de toprak ya da deniz vermek üzere zorla barış masasına oturmak durumunda kalan bir devlet değildir!

Aksine Türkiye’nin siyasi, askeri ve ekonomik açıdan gittikçe güçlendiği, Yunanistan’ın ise zayıfladığı bu konjonktürde hak ve menfaatlerimizin herhangi bir kriz ya da gerginliğe neden olmadan Yunanistan’a teyit ve tescil ettirilmesi için önemli fırsatlar mevcuttur.

TÜRK MİLLET’NİN NE VERECEK BİR KARIŞ VATAN TOPRAĞI, NE DE BİR DAMLA VATAN SUYU VARDIR!

Reaksiyoner politikalar dışına çıkma, proaktif politika uygulama zamanıdır. Bu nokta da:

1. Adalar Denizi’nde temel hukuki statü Lozan statüsüne dönülmeli (bırakınız karasularını artırmayı konuşmayı) ve karasuları 3 mile indirgenmesini istemeliyiz.

2. Yunanistan’ın karasularını artırarak Adalar Denizi’ndeki MEB ve kıta sahanlığımızı gasp etmesini önlemek üzere,  iki ana kara arasındaki orta hattı esas alarak çizdiğimiz Münhasır Ekonomik Bölgemizi ilan etmeliyiz

Sonuç olarak;

Türk Millet’nin ne verecek bir karış vatan toprağı, ne de bir damla vatan suyu vardır!