Yuva yıkan kadın yoktur, bitmiş evlilikler vardır!
Tarih boyunca, herhalde üzerinde en çok konuşulan, tartışılan, yazılıp çizilen konuların başında geliyordur ‘aldatmak.’ Yıllar önce bu yazıyı İstanbul sosyetesindeki aldatma ve yuva yıkma haberleri manşetlere çıktığında yazmıştım. O çok tanınan ailenin kızının, yine çok tanınmış ama evli bir erkekle ilişkisi konuşulmuştu o yıllarda.
Tabii ki kimsenin özel hayatına girmeden, incitmeden, yargılamadan yazmıştım bu konuyu o zamanlar. Çünkü hep şunu söylerim; “kimin duygusunun gerçek aşk olduğunu bilemeyiz.” Kimse bilemez. Sadece taraflar hisseder ve yaşar. Bu kadar.
Yıllar sonra aynı başlıklı yazıyı yazmama neden olan ise çok tartışılan televizyon dizisi Kızılcık Şerbeti.
Dizi önceki bölümlerinde muhafazakâr ve laik yaşam tarzlarının çelişkilerini ortaya koymasıyla tartışılmıştı. Son bölümünde ise evli ve muhafazakâr Abdullah Bey’in, dizinin haşarı ve atarlı kızı Alev ile ilişkisi nedeniyle karısı Pembe Hanım’dan ayrılmak istemesini söylemesiyle tekrar tartışma konusu oldu.
Tıpkı yıllar öncesinde bu yazıyı yazdıran sosyetik aldatmada olduğu gibi, çok izlenen dizideki olaylar da bir başka kavramı ortaya çıkarıyor; ‘yuva yıkan kadın.’ Örnekleri ne kadar çok değil mi? Özellikle tanınmış kişilerin haberleri çıkınca konu daha da bir hararetle tartışılıyor. Sanatçı, şarkıcı, türkücü, manken, iş adamı, sosyetik güzel…
Oysa aşkın ve sevişmenin sınıfsal değeri yoktur. İnsanlar öldüğünde ortadan kalkan bir değer gibi bu tip duygular da sınıfsız, tabakasız yaşanır. Kraliçe ile köylü kadının kalbi veya dünyalar kadar zengin bir iş adamı ile bir kapıcının kalbi sınıfsal değerle atmaz. Aşkın gücü ve etkisiyle atar. Bunun yaşanmasında belki sınıfsal farklılığın izleri olabilir. Yani biri aşkını rezidansta, villada, köşkte yaşar, diğeri fakirhanede. Ama sonuç aynıdır.
Her iki uç örnekte de benzer sonuçlar ve kavramlar ortaya çıkar. Bunlardan biri de ‘yuva yıkma’ kavramı. İtiraf etmeliyim ki, taraflardan en az biri için zor bir durumdur. Ancak şunu da belirtmek gerekir; “yapılacak bir şey yok.”
Evet, bu kadar basit. Aslında yaşananlar, suçlusu olmayan bir kabahatler zinciridir. Kimse kimsenin yuvasını yıkmaz. Çünkü esen bir fırtınadır ve bu fırtına çatıyı götürür. Zaten başlarken hesap kitap yapılmaz ki; aşk bu. Eser.
Kızılcık Şerbeti dizisindeki olaylar zincirinde de ‘aldatılan kadın’, yuvasının dağılmasından şikâyetçidir ve cümle âlem kocasının aklını çeldiğini iddia ettiği kadını, ‘yuva yıkan kadın’ olarak nitelendirir. Erkek, inanılmaz baskılar ve eleştiri altındadır. İkinci kadın ise suçlu, yuva yıkan, rezil, kötü kadın olur.
Yani hemen her şey ‘yuva’ kavramının üzerinde döner. Zaten hata da buradadır. Çünkü o yuva kavramına çocuklar, mutluluk ve aşk da gizlenmiştir.
Oysa biten aşkla birlikte yuva da bitmiştir, ama kimse bunu düşünmez, tartışmaz. Önce aşk bitmiştir de diğer ilişki bundan dolayı mı başlamıştır, yoksa yeni ilişki yüzünden mi yuvadaki aşk sönmüştür? İşte bu sorunun da önemi yoktur. Burada önemli olan sonuçtur ve bu sonuca varılmasında suçlu da yoktur.
İster kader deyin ister haytalık-hoyratlık-hovardalık deyin, hayat o noktaya gelmiştir kişi için. Sadece sözünü ettiğimiz televizyon dizisindeki ilişkiler zinciri için böyle değildir bu. Her sosyal tabakada da böyle işler. Bir tek tepkiler değişir, o kadar. Yapılacak bir şey yoktur.
Suçlu mu? İnanın bana bunun suçlusu da yoktur. Çünkü iş bu noktaya gelmiştir ki, aşk önüne katıp sürüklemiştir insanı. Bu nedenledir ki yuva yıkan kadın yoktur, aslında bitmiş evlilikler vardır.
Bir de şöyle düşünün, söz konusu kişiler evli olmasaydı ne olurdu? Yuva kavramını tartışır mıydık? Hayır.
Oysa arada bir fark yoktur, bir evlilik ile başka bir ilişkinin bitmesi arasında. Sadece bitmiştir. Acı verir, zarar verir, aldatılmak hazmedilmez ve insanı duvardan duvara çarpar. Ama böyledir.
Bu yüzden bu işin suçlusu yoktur. Çünkü aşk bir suç değildir. Nerede, nasıl ve ne şekilde yaşanırsa yaşansın.
Çok üzer. Yıkar geçer. Ve hep beraat eder.