“Antakya yok artık arkadaşım, can kaybımız 100 bin vardır inan!”
Tam yazımı yetiştirmenin telaşı arasında aradı.
Açtım.
Nuray Başaran. Show TV Ankara Haber Müdürü olduğum zamanlarda o Akşam ve Güneş gazetelerinin de dâhil olduğu tüm grubun Ankara temsilcisi ve patronumuz Turkcell’in ilk sahibi Mehmet Emin Karamehmetler’in Ankara’daki sağ koluydu. Şimdi N Gazete diye bir internet sitesini yönetiyor.
“Antakya artık yok arkadaşım” diye söze başladı Nuray.
Depremden bir gün önce Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’la görüşmeye gitmiş. Geçen Eylül ayında beni oraya geziye davet etmişti ama işim nedeniyle katılamamıştım. Röportajı yapmışlar. Eşi Levent’le birlikte Başkan’ın onları misafir ettiği, otel olarak kullanılan eski Antakya’daki iki katlı tarihi konaklarından birinde gecelemişler. Ertesi sabah da saat 05.30’daki uçaklarına yetişmek için 04.10’da yola çıkmışlar. Tam 7 dakika sonra, yolda yakalanmışlar depreme.
Anlatırken o anı yeniden yaşıyor:
“Yerin ayaklarımın altından kaydığını ve bir an için açılacak kocaman yarıklardan içine korku filmlerindeki gibi düşeceğimi sandım. Aklımdan geçti bu. Herkes süre veriyor iki dakika sürdü diye. Fuat inanma, dört dakika sürdü. 7,7 büyüklüğünde değildi, 10’du inan ki.”
Beni aradığında İstanbul’a yeni giriyorlardı. İki gün gecelemek zorunda kalmışlar şehirden çıkamadıkları için. İlk gece Başkan Savaş’ın makam minibüsünde gecelemişler. Soğuk, yağmur dinmek bilmiyor. Hayalet bir şehrin ortasında, feryatlar yükseliyor her yerden.
İlk şoku atlattıktan sonra şehri dolaşmışlar. Savaşta bombalanmış Halep gibi. O tarihi Antakya evlerinin bulunduğu bölgeyi merak etmiş. Kendi kaldıkları konak dâhil her yer tuzla buz. Hani “İki katlı eski yapılar yıkılmaz” filan deniyor ya, hikâye. Yıkılmayan ev var ama içine girilecek gibi değil.
BU GERÇEĞE KENDİMİZİ ALIŞTIRSAK İYİ OLUR
Nuray “Geçen yıl deprem yönetmeliğine göre yapılan binalar bile yıkılmış” diyor. Muhalif olduğunu bildiğim için “Makam aracında Başkanla birlikteydiniz o gece, sorsaydın Lütfü Bey’e neden kontrol etmeden ruhsat vermişler?” diye sıkıştırdım. “Soramazdım Fuat, ben yaşadım, bu depreme hiçbir bina dayanamazdı” dedi. Haksız da değil. Son 100 yılın en büyük depremi. Murat Bardakçı’nın deyimiyle bu bir KITA DEPREMİ, bölge bile değil. Tüm Ortadoğu sallandı.
Üstelik tarihte ilk kez yıkılmadı Antakya. Defalarca yerle bir oldu ama insanoğlu garip bir ısrarla burada şehir kurmayı sürdürdü günümüze dek.
Nuray’ın dillendirdiği bir şey var ki onu burada yazsam mı, yazmasam mı epey zorlandım. Ama öte yandan kendimizi bu gerçeğe yavaş yavaş alıştırsak iyi olur gibi geliyor bana.
Evet, Nuray Başaran bana, “Bu yıkılan evlerden sağ çıkan üç beş kişidir Fuat, ben sana söyleyeyim. Antakya diye bir şehir yok ve bence en az 50 bin kişi hayatını kaybetmiştir. En az diyorum bak, 100 bin bile olabilir” dedi.
Korkuyla irkildim.
Onun söylediği gerçeklikten yola çıkarak mantık yürütsek 10 ili kapsayan bu geniş coğrafyada ortaya çıkacak bilançoyu hayal bile edemiyorum.
AMİK GÖLÜ’NÜN LANETİ
Nuray ile aramdaki bu sohbeti yazmadan evvel tv100 Yayın Yönetmeni sevgili dostum Alican Değer’e anlattım, Nuray’ı o da tanıdığı ve Show TV’de benim Genel Yayın Yönetmenim olduğu için.
Alican’la 1990 yılından beri Güneş gazetesindeki muhabirlik dönemlerimizden arkadaşız. O Güneş’in tanınmış bir çevre muhabiriydi. Hatay’daki Amik Gölü ile ilgili defalarca nasıl haber yaptığını bana tekrar hatırlattı.
Doğru, bugün Amik Ovası denilen yerde Amik Gölü vardı ve derinlik seviyesi sığ sayılacak kadar az (6 metre) olmasına rağmen yüzölçümü hayli geniş bir göldü. Bölgenin ekosistemi için son derece değerliydi. Yaklaşık 1 milyon 200 bin dönümlük bir ovanın ortasında 330 bin dönüm alana yayılmış bir göçük alanda yer alıyordu. Çukurda olduğu için yeraltı sularıyla beslenen göle ayrıca Muratpaşa, Karasu ve Afrin nehirleri dökülmekteydi. Ama köylüler bu göle gözlerini dikmişler, kurutulmasını istiyorlardı. Sivrisinek, sıtma, su baskınları ve ekili alanların sular altında kalması vesaire pek çok gerekçeleri vardı, ama asıl maksat gölün kurutulmasından sonra ortaya çıkacak verimli topraklar ve onun üzerinden kazanılacak paraydı. Bunun için de dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e epey baskı yaptılar. Tabii işin ucunda oy da vardı ki en mühimi buydu. Seçmen oy ile şantaj yapıyor, siyasetçi de buna boynunu eğiyordu.
Sonuçta istedikleri oldu. Göl kurutuldu, bölgenin iklimi değişti. O topraklar üç beş toprak ağası tarafından paylaşıldı, kalanı da köylülere de dağıtıldı. İlk beş yıl inanılmaz derecede yüksek verim elde edildi. Ama sonra gölün toprak seviyesinin altından tuzlanma başlayınca toprak eski verimliliğini kaybetti. Sonra da önce Amik Ovası’na dönen göl, şehirleşmeye açıldı. Bu gevşek ve balçık zemin üzerine binlerce apartman dikildi. Üstüne yetmezmiş gibi bir de havaalanı yapıldı.
Gözümüzü kör eden hırs, oy, rant, kontrolsüzlük, açgözlülük... Ne derseniz deyin.
Sonuç bu.
Geçen günkü yazımda bahsetmiştim ya…
Eski devlet yıkımı telafi edebilmeyi de beceremiyordu. AK Parti iktidarının en büyük özelliği bu. Müthiş bir organizasyon kabiliyeti var ve yıkımın sonuçlarını ortadan kaldırıp, yaraları sarabiliyor.
Ama ya sonra?
Korkum, bu yaşadıklarımızı yeniden unutacak olmamız ve gözümüzü hırs bürüyecek olması.