Arap ülkelerinin ölümüyle yas ilân ettiği o Türk generali

 

HAMAS lideri İsmail Haniye için yas ilân edilmesi bizdeki İsrail dostlarını kızdırdı. Demediklerini bırakmadılar. Siyonist ajandası artık aşikâr olan Zafer Partisi’nden İyi Parti ve CHP’ye kadar.

Batılı ve İsrailli istihbarat örgütlerinin neredeyse 100 yıldır sürdürdüğü sistematik Arap düşmanlığının bir yansıması bu aslında. Tekerlemeleri ve “Atasözü” diye yutturdukları laflar bile hep Batılıların dost, Arapların bize düşman olduğu yalanıyla ambalajlandı. Misal “Ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın yüzü aşağılaması ya da “Araplar bizi sırtımızdan vurdu” söylemleriyle nesilden nesile aktarılan bir düşmanlık bu. Kimse de çıkıp “Yüzyıllarca Osmanlı topraklarında birlikte yaşadığımız bu insanlar bize ne yaptı? Oraları işgal eden İngiliz ve Fransız emperyalistleri değil miydi? İstanbul’u, Antep’i, İzmir’i ve Anadolu’nun yarısından fazlasını işgal eden onlar değil miydi?  Onların paçalarımıza saldırttığı Yunan, Anadolu’dan çekilirken on binlerce insanımızı öldürüp, kadınlarımıza tecavüz edip, yüzbinlerce evi yakıp yıkmadı mı?” diye sormadı. Tarih kitaplarında Kut-ül Amare savaşında İngilizleri nasıl perişan ettiğimiz bile yazılmadı İngiliz “dostlarımız” ın kalpleri kırılır diye.

Araplar hangi Türk toprağını işgal etti? İngilizlerin kışkırtmasıyla ayaklanan Arap aşiretlerinden söz edenler Millî Mücadele yıllarında öz be öz Türklerin Kuvayı Milliye’ye karşı defalarca çeteler, ordular kurup ayaklandığını göremezler mi? Bazıları Ankara’ya kadar dayandı, neredeyse başkenti düşürecekti de Mustafa Kemal Kuvayı Seyyare’nin başında Yunan ordusunu perişan eden ÇERKES ETHEM’den yardım istemedi mi? Ethem bey Ankara’yı kurtarmadı mı?

Türklük üzerinden kışkırtıcılık yapanlara dikkat edin, onlar aslında Türkiye’de yaşayan herkesin arasına bir FİTNE sokup birbirine düşürmeyi amaçlayanlar. Rum mezelerinin çok lezzetli olduğunu anlatabilmek için “Kıbrıs’ı veresiniz gelir” diyecek ve bunu sıradanlaştıracak kadar Türk olmaktan uzaklaşmış olanların, milliyetçilik borazanı ile İsrail düdüğü çalanların, Amerikan ağzıyla HAMAS’ın terör örgütü olduğunu söyleyenlerin dilindeki tekerleme şu:

“Türk milleti matemde değil ki, neden Türk bayrakları yarıya indiriliyor?”

Bu konuda özellikle Tayyip Erdoğan yönetimi hedefte.

Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz el-Suud için yas ilân edilmesi ile ateşlendi bu tartışmanın fitili. Turgut Özal, Humeyni için yas ilân etmiş ama 2005 yılında da Erdoğan ölen Papa II. Jean Paul için de yas ilân etmişti. O vakit bugünün düdükleri susmuştu. Oysa 1963 yılında John F. Kennedy Dallas’ta vurulduğunda da 27 Mayıs Darbesi’nin başındaki isim Cemal Gürsel yas ilan etmişti Türkiye’de. Hatta öyle göstermelik de değildi bu yas. Sinemalar, konserler, lokantalar, eğlence mekanları tamamen kapatılmıştı.

Keza aynı İnönü, ülkemizi işgal eden, on binlerce insanımızı katleden, kadınlarımıza sistematik olarak tecavüz eden, on binlerce evi yakıp yıkarak, yağmalayarak kaçan Yunan ordusunun, Yunan Başbakanı İoannis Metaksas’ın ölümü üzerine de Türkiye’de yas ilân etmişti.

Arap ülkelerinin ölümüyle yas ilân ettiği o Türk generali - Resim : 1

Onunla sınırlı değil, Yunan hayranlığı 1947’de de devam etmiş, Yunan Kralı II. Yorgos’un ölümü sonrasında da yas ilan etmişti İnönü. ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt, Danimarka Kralı VI. Christian’ı da ekleyelim bunlara.

Cumhuriyet tarihinin yas listesi aşağıda. Ama benim asıl anlatmak istediğim mesele başka.

Arap ülkelerinin ölümüyle yas ilân ettiği o Türk generali - Resim : 2

Bu saydığımız ülkeler bizim hiçbir liderimiz için yas ilan etmedi.

Ama Batı ajandası ile Türkiye'de siyasi mühendislik yapanların tek amacı vardı. Biz Ortadoğu coğrafyasına hiç bulaşmayalım, çünkü ne Şam’ın şekeri, ne de ardabın yüzü idi. Kılıf olarak da Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözünü kullandılar. Bunun altındaki ASIL NEDEN ise Batı emperyalizminin Ortadoğu’nun petrollerine çökmesine ve bunun için oradaki yönetimleri darbeler ya da entrikalarla dizayn etmesine fırsat vermekti. Dillerine pelesenk ettikleri laf şuydu:

“Ne işimiz var Suriye’de, ne işimiz var Libya’da, ne işimiz var Irak’ta, ne işimiz var Akdeniz’de, Mavi Vatan masal zaten…”

Bugün Arap ülkelerini kimin yönettiğinin önemi yok. Ona bakarsanız Mahmud Abbas da Filistin Batı Şeria’nın başındaki isim. Hamas’ın 7 Ekim kalkışmasından sonra  “İsrail’e bir Yahudi olarak geldim” diyerek Kudüs’e giden ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’a Yahudi yerleşimcilerin talan ettiği Batı Şeria’yı kastederek “Size burada bir ev verelim” diyebilen bir karakter yoksunu, Batı şebeği.  Ama Filistin halkı da Irak, Suriye, Mısır halkı da Türkiye’nin, özellikle de Tayyip Erdoğan’ın kendilerine duyduğu sıcak muhabbetin farkında ve bunu sokaklarda, röportajlarda sürekli dillendiriyorlar. Turistik yerlerde Arap turistlere saldıran şerefsizlerin hepsinin arka planında kimin olduğu da belli.

Oysa ARAP ÜLKELERİNİN YÖNETİMLERİ hep Mahmut Abbas ya da BAE Emirleri gibi değil.

GEÇMİŞE BİR YOLCULUK; ATATÜRK ÖLÜM DÖŞEĞİNDE…

Şimdi size geçmişe götüreceğim. İhaneti görebilmeniz açısından.

Atatürk ölüm döşeğindedir ve Ankara’da ondan sonra yerine kimin geçeceği konuşulmaktadır.

Herkesin aklındaki isim MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK’tır. Yeğeni Ahmet Çakmak, amcasına bir değil tam üç kez Atatürk’ten sonra Cumhurbaşkanlığı teklifi yapıldığını anlatır anılarında. Atatürk’ün gençlik arkadaşı Aziz Samih de Atatürk’ün, İsmet İnönü’nün Özel Kalem Müdürü Vedit beyin bulunduğu bir akşam yemeğinde “Ben onu hayattayken Cumhurbaşkanı yapacağım” dediğini anlatır. Hatta ATATÜRK, Vedit beye dönerek “Bu sözlerimi İsmet’e gidip naklet” demeyi de ihmal etmez.

O günlerde Milli Savunma Bakanı olan Kâzım Özalp Mareşal Fevzi Çakmak’ı ziyaret eder ve bu konudaki görüşünü sorar. Çakmak’ın cevabı nettir:

“Buna Büyük Millet Meclisi karar verecek. Kanun dışında yapılacak her türlü propaganda ve hareketlere mâni olacağız. Tabii ki namzet İsmet Paşa’dır

Bu kadar dürüst, namuslu ve vatanının istikrarına, sivil siyasete önem veren bir askerdir Fevzi Çakmak.

Sonuçta Atatürk’ün ölümünden hemen sonra, Bakanlar Kurulu ile Meclis Başkanlık Divanı üyelerinin 11 Kasım 1938’de yaptığı toplantı neticesinde İsmet İnönü Türkiye’nin İkinci Cumhurbaşkanı seçilir.

Mareşal Fevzi Çakmak 1944 yılına dek Genelkurmay Başkanlığı’nı yürütür. Ancak hiç istemediği halde, İsmet İnönü tarafından zorla emekliye sevkedilir. Çok üzgündür ve iki buçuk yıl sonra Demokrat Parti’den milletvekili olur. Fakat onların da CHP ile mücadele biçiminden hoşlanmayarak DP ile ilişkisini keser ve Millet Partisi’ni kurar ve onursal başkanı olur. Ancak bu esnada rahatsızlanır, Teşvikiye Sağlık Yurdu’na yatırılır.

Rahatsızlığı Türkiye çapında büyük üzüntüye sebep olur. Ama o kadar kırgındır ki kendisini ziyarete gelen İsmet İnönü’yü kabul etmez.

Çakmak, Demokrat Parti’nin bir ay sonra, 14 Mayıs 1950’de yapılacak seçimle iktidar olduğunu göremeden, 10 Nisan 1950 tarihinde vefat eder.

Sadece Türkiye’de değil, yurtdışında da büyük üzüntüye sebep olur Mareşal Fevzi Çakmak’ın vefatı. Bilin bakalım nerede? Hayır, İsmet İnönü’nün defalarca kralları, başbakanları için yas ilân ettiği Yunanistan’da, İngiltere’de, Amerika’da değil. O beğenmedikleri, dışladıkları İKİ ARAP ÜLKESİNDE YAS ilân edilir; IRAK VE SURİYE’de. Öyle ki Irak ve Suriye radyoları matem marşları çalarak yayınlarındaki eğlence programlarını kaldırırlar. Fakat bilin bakalım Ankara ve İstanbul radyolarında ne olur? Evet, tahmin ettiğiniz gibi, İsmet İnönü’nün emriyle çalgı çengi devam eder, vur patlasın çal oynasın…

Ancak beklenmedik bir şey yaşanır. İsmet İnönü’nün bu tutumu üniversite gençliği arasında büyük tepkiye yol açar. Millet Partisi, Demokrat Parti ve Milli Türk Talebe birliği bildiriler yayınlar. Üniversite gençliği sloganlar eşliğinde yürüyüşe geçer. Mareşal Fevzi Çakmak’ın cenaze törenine yüzbinlerce kişi katılır.

İşte “Arabın mateminden bize ne” diye toplumu zehirlemeye çalışanların kim olduğunu anlamak açısından tarih bazen ibretlik vesikalarla doludur.

İlber Ortaylı gibi bir DEDİKODU TARİHÇİSİ’nin salladığı “Filistinliler topraklarını satanlar olarak tanınır” iftirasına dayanarak bir başka “Büyük tarihçi” ve sosyal medya yayıncısı Oğuzhan Uğur’un bu necis iftiraya krema sürerek millete yedirmesiyle kendisini tarih bilgisiyle donanmış sanan büyük bir aptal kitleye “Arap’tan bize ne?” sözlerini ezberletenlerin kim olduklarını daha fazla anlatmak gerekir mi? Siz istediğiniz kadar Filistinlilerin bir karış toprak satmadığını, İsrailli terörist örgütlerin bu topraklara el koyduğunu, devredilen yüzde 6’lık toprağın sahiplerinin ise çatışmalardan kaçmak isteyen Lübnan vatandaşları olduğunu anlatın. Hayır anlamazlar. Dediğim gibi bu aptal ve zihinleri kolonize edilmiş kitleye anlatabilmeniz çok zordur.

Not: Yukarıdaki tarihi olaylara ait bilgiler Yazar Nüket Aşkın’ın “MAKBULE HANIM/Sırlarıyla Atatürk’ün kız kardeşi” adlı kitabından alındı.