Asgari ücret sorunsalı
Milyonların takip ettiği asgari ücret toplantılarının üçüncü turunda Türk-İş Başkanı Ergün Atalay, talep ettikleri rakamın yüzde 45 enflasyon üzerine yüzde 20’lik refah payıyla 29 bin 583 TL olarak açıkladı ve bu rakamın verilmemesi durumunda karara imza atmayacaklarını belirtti. Türk-İş'in verdiği rakam net asgari ücrette toplamda yüzde 74’lük bir artış talebine işaret etti. Bu oran mevcut dolar kuruyla yaklaşık 845 dolar.
Asgari ücret artışı, hem çalışanlar hem de işverenler için kritik öneme sahiptir. Türkiye, birkaç yıldır yani pandemi ile birlikte ekonomik dengeyi sağlamada güçlük çekiyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ekonomik büyüme kaydedildiğini söylüyor ve bu yönde olumlu mesajlar veriliyor. Ancak büyüme kaydedildiği halde, büyümeden elde edilen gelir doğru ve adil bir şekilde paylaşılmadığında, çeşitli ekonomik, sosyal ve politik sonuçlar ortaya çıkar. Türkiye deki durumu bu yönüyle değerlendirebiliriz.
Adil paylaşım sağlanmadığında büyümenin olumlu etkilerinden tüm toplum kesimleri yararlanamaz ve ekonomik istikrar tehlikeye girer. Bu nedenle gelir dağılımını iyileştirici politikalara öncelik verilmesi önemlidir.
Her yıl sonu asgari ücretin ne olacağı tartışmaları yaşanıyor. Tartışmalar bu enflasyonist ortamda daha da sorun haline geliyor. Neticede işçi ve işveren arasında bir denge kurulmaya çalışılacak. Hem işçi hem işveren kendine göre haklı. Asgari ücret, barınma ve beslenme giderlerine bakınca 50 bin TL olsa dahi az. Açlık ve yoksulluk sınırında hayatını idame ettirmeye çalışan milyonlar söz konusu ve mevcut ekonomik koşullar nedeniyle ayakta kalabilme mücadelesi veren sanayiciler, üreticiler, ihracatçılar ve şirketler…
Asgari ücret tartışmasında işçi ve işverenlerin yanı sıra, ekonomik politika yapıcıların da sorumluluğu büyüktür. Dengeyi sağlayacak politikaların uygulanması, toplumsal refah ve ekonomik istikrar açısından vazgeçilmezdir.
Maliyet ve hammadde fiyatlarındaki artışlar, yüksek faiz, finansmana erişim zorlukları ve piyasa belirsizlikleri sanayi sektörünün büyüme ve istihdam oluşturma kapasitesini olumsuz etkiliyor. Giderek karlılık, verimlilik, kalite oranı düşüyor. Bu nedenle, sanayicilerin, üreticilerin desteklenmesi ve sektörün rekabet gücünün artırılması için yapısal reformların biran önce hayata geçirilmesi gerektiği üzerine yazılar kaleme alıyorum.
Sanayi sektörünün ve üreticilerin verimliliğinin düşmesi ve küçülmeye gitmesi genel ekonomik sistemi temelinden sarsar. Türkiye’nin ekonomik büyümesi, istihdam artışı ve refah seviyesinin yükselmesi için özellikle sanayi sektörünün ve üreticilerin karşılaştığı mali ve yapısal sorunların çözüme kavuşturulmasının üretime dayalı ekonomi politikalarının benimsenmesinin altını bir kez daha çizmiş olalım. Bu, hem kamu politikalarıyla hem de sektör iş birliğiyle mümkün olabilir.
Sanayici ve üreticinin desteklenmesi, ekonomik kalkınmanın anahtarı, ekonominin motor gücüdür. Sanayi sektörü yüksek katma değer kapasitesiyle diğer sektörleri de besler. İmalat sanayindeki yenilikçi süreçler, hem istihdamın artmasına hem de yan sektörlerin büyümesine yol açar. Ancak, bu potansiyelin tam anlamıyla kullanılması için sanayicinin büyümeden aldığı payın korunması ve iyileştirilmesi gerekir.
Türkiye, ekonomik kalkınma ve refah artışı açısından büyümeyi hedefleyen bir ülke olarak, sanayici ve üreticilerin bu süreçteki payını anlamanın ve artırmanın kritik önem taşıdığı bir dönemden geçiyor. Sanayici ve üreticiler, ekonomik büyümenin temel taşlarından biri olmanın ötesinde, istihdam, inovasyon ve dış ticaretin de ana itici güçleridir. Bu payın korunması ve artırılması, sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal dengeler için de büyük bir önem taşımaktadır.
Türkiye’nin ekonomisi tarımdan hayvancılığa, üretimden sanayi sektörüne verilen destekle ayağa kalkabilir. Yani işçi ve işverenin yüzünün gülmesi ve iki yakasının bir araya gelmesi için üretim ekonomisine geçmekten başka çare yoktur. Enflasyonu düşürmekte ancak üretim politikası ile mümkündür.
Üretim temelli bir ekonomi, istihdam yaratır ve işsizliği azaltır. Daha fazla iş olanağı, işçi ve işveren ilişkilerinde daha sağlıklı bir ortam oluşturur, tarafların memnuniyetini artırır. Üretim artışı, arzın talebi karşılamasını kolaylaştırır. Bu durum, fiyat artışlarını sınırlayarak enflasyonu kontrol altına alır. İthalata bağımlılığı azaltarak döviz kuru dalgalanmalarının ekonomiye olan olumsuz etkilerini minimize eder. İhraç edilen yerli ürünler, ülkeye döviz kazandırır. Bu da cari açığın kapanmasına ve ekonomik istikrarın sağlanmasına katkı sağlar.
Üretim artışı, gelir dağılımını iyileştirir. Böylece işçi ve işveren arasındaki refah farkı dengelenir. Yerli üretim, toplumsal dayanışmayı artırır ve ekonomik bağımsızlığı güçlendirir. Bu geçişi başarmak için devletin üretimi teşvik eden, sanayi, tarım ve teknolojiyi destekleyen politikaları hayata geçirmesi gerekir. Eğitimden altyapıya, AR-GE’den finansmana kadar geniş kapsamlı reformlarla bu dönüşüm gerçekleştirilebilir. İşçi ve işverenin yüzünün gülmesi için ortak hedeflere odaklanmak ve işbirliği yapmak şarttır.