Ben bu filmi çok izledim
Son 10 gündür çok tuhaf bir dönemden geçiyoruz. Aslında biz bu filmi seyrettik. Gişe yapmayan, sıkıcı, talep görmeyen bu kötü film, aynı senaryo ve farklı rollerle her 10 yılda bir zaten önümüze konuluyor.
Millet bu berbat filme gitmiyor. Talep göstermiyor. Ancak bu filmin yapımcıları bir türlü uslanmıyor. Seyircinin mesajını almıyor.
Aslında peş peşe gelen olaylara bir bütün olarak baktığımız her şey gün gibi ortada.
Yılbaşından önce bir meczup çıkıyor, Anıtkabir’e gidip, “Hilafet isteriz” diye bağırıp çağırıyor.
Ardından 29 Aralık günü, Galatasaray - Fenerbahçe Süper Kupa maçı öncesi Suudi Arabistan’ın millî marşımızı okutmayacağına dair haberler servis edilmeye başlıyor.
Millî marş konusunun yalan olduğu ortaya çıkınca, bu defa sorunun Atatürk’ün sözlerinin olduğu, pankartlar ve Atatürk baskılı ısınma tişörtleriyle sahaya çıkma talebiyle ilgili olduğu ortaya çıktı.
Bu konuya dair ise iki iddia ön planda. Birincisi maçtan bir kaç saat önce Fenerbahçe Kulübü Başkanı Ali Koç’un böyle bir talebi olduğu, Dursun Özbek’in de madem Fenerbahçe yapıyor, biz de eksik kalmayalım düşüncesiyle benzer bir talepte bulunduğu.
İkincisi ise maçtan üç gün önce Ali Koç’un böyle bir talebi ve hazırlığı olduğu, Dursun Özbek’in de bir gün önce öğrenince Riyad’da pankart ve Atatürk tişörtü bastırdığı yönünde.
Hangisini doğru kabul edersek edelim, vahim çok vahim. Maçtan hemen önce böyle talepler olduğunu varsayalım. Her iki takımın başkanı da FIFA kuralları gereği, maçtan önce böyle bir talebin kabul görmeyeceğini bile bile neden bu tür isteklerde bulunuyor?
Maçtan üç gün önce Ali Koç’un Atatürk pankartıyla ve tişörtüyle sahaya çıkma talebi olduğu ihtimalinde ise bu talep reddedildiği halde neden Ali Koç takımını Suudi Arabistan’a götürüyor? Madem sahaya çıkmayacaktınız, hiç Suudi Arabistan’a gitmeseydiniz de bu krizi yaşamasaydık nasıl olurdu?
Maalesef görülüyor ki birileri, ya bile bile Suudi Arabistan’la kriz yaşamamızı istedi ya da yaptıkları davranışların kriz çıkaracağını biliyordu ancak “çıkarsa çıksın” diyerek, devletimizin dış politikasını, milletimizin menfaatlerini umursamayarak hareket etti.
O birilerini, yani sorumluların kim olduğunu sayın Cumhurbaşkanı’mızın bildiğine zerre kadar şüphem yok. Ancak o yıllardır yaptığı gibi “kin tutmaz, not tutar!”
Tabii hikâye bu kadarla bitmedi. 1 Ocak sabahı, “Şehitlerimize rahmet, Filistin’e destek, İsrail’e lanet” mitingi yapıldı. Sabah namazı sonrası toplanan sivil toplum kuruluşları tam 250 bin kişinin katılımıyla bu mitingi yaptı.
Ancak ne hikmetse seküler yaşam tarzına sahip bir çocuk, yılbaşı gecesi sabaha kadar eğlenip, ertesi gün de geç saatte uyanması hayatın olağan akışına uygun olan bir genç, miting yakınlarında gezinirken, Suudi Arabistan bayrağı taşıdığı sebebiyle bir kişiye yumruk attı.
Kamuoyuna hep hilafet bayrağı taşıdığı gerekçesiyle yumruk attığı söyleniyor ama şüpheli Ege Akersoy, kendi ifadesinde mağdurun “Suudi Arabistan bayrağı taşıdığını gördüm” diyor. Ancak bu da yetmiyor. “Suudi Arabistan’ın Süper Kupa maçı öncesi Atatürk’e yaptığı saygısızlığı görünce millî duygularım kabardı. Ben bir binbaşı çocuğuyum, millî duygularım çok hassaslaştı. Ben de bu eylemi yaptım” diyor.
Şüpheli Ege Akersoy ifadesinde “Suudi Arabistan bayrağı” ve “İki gün önceki Süper Kupa maçında yaşananlardan tahrik oldum” diyor.
Basının belli kısmı ise Ege Akersoy’un ifadesine rağmen hilafet bayrağı diye manşet atıyor. Üstelik bayrak Kelime-i Tevhid bayrağı. Ancak hilafet bayrağı olarak yansıtılması önemli. Çünkü bunun üzerinden, Anıtkabir’de “Hilafet istiyoruz” diyen provokatörün eylemine kendilerince mesaj veriliyor.
Yani iki ayrı eylemle önce altlık yapıp, sonra da piyonlarıyla ortalığı karıştırmaya başlıyorlar.
Her 10 yılda bir aynı senaryoları, farklı oyunculara oynatıyorlar. Her darbeci ve darbe yaltakçısı Atatürk isminin arkasına sığınıyor.
Oysa ki Mustafa Kemal Atatürk, bu ülkenin kurucusu ve hepimizin ortak değeridir. Siyaset üstüdür.
Atatürk’ün ismini kullananlar, onun demokratik cumhuriyeti getirdiğini görmezden gelip, silah zoruyla millet iradesine dur demeye kalktılar geçmişte.
Ne yazık ki bu vesayetçilerin sivil ayakları da bunlara ortam hazırlamaya çalıştı.
Bu millet 15 Temmuz’da nasıl dimdik durduysa, 28 Şubat’ı nasıl tarihe gömdüyse, 12 Eylül’e Özal’ı seçerek yeter dediyse, 12 Martçıları Cumhurbaşkanı seçmediyse, 26 Mayısçıları tarihin tozlu raflarına bırakıp Menderes ve arkadaşlarına gönlünü açtıysa bugünün provokatörlerine de fırsat vermeyecektir!