Beşiktaş, ben ve evlatlarım
Sadece yıllar önce Liverpool'dan 8 yedikten sonra değil, türlü hezimetlerle Avrupa kupalarından elendiğimiz maçlardan sonra da aynı şeyi sordular bana: "Beşiktaş'ı niçin seviyorsun?" Bunu öyle bir vurguyla soruyorlar ki, dünyanın en korkunç şeyini istiyorlar yani benden: "Bu sevdadan vazgeçmemi."
Oysa yeni değil ki bu durum. Yenilseydik küme düşeceğimiz dönemleri gördüm ben ve o zaman da aynı şeyi söylerlerdi. Bursa'dan 5 yediğimizde, okul sıralarında dalga geçenler olurdu, hep aynı cümlelerle. Onlar da bu sevdadan vazgeçmemi istedi. "O vakte kadar şampiyonluğunu görmediğim, ciddi bir başarısına tanık olamadığım renklere gönül vermeme inanamıyorlardı." Ben de onların gerçeği görememesine şaşardım.
Büyüdüm sonra. Hezimetlere tanık oldum. 3-0 biten ilk yarının ardından çöküşü gördüm. 2-0 galipken, Avrupa Kupalarından nasıl elendiğimize tanık oldum. Kimi zaman gülüp, kimi zaman coştuk. Ağlarken, kahkahalara boğulduk. Hayat gibi yani. Böyle böyle öğrendim ki; "Aslolan hayattır, hayatta Beşiktaş."
Şampiyonluk sevincini yaşadım. Yıllarca üst üste, büyük bir gurura, onura tanık oldum. Sonra oğlum Erçe dünyaya geldi. Benim için en büyük zafer, en büyük mutluluk. Yani hiç yenilmeden şampiyon olmak gibi bir şeydi. Barcelona'ya üç çekmek, Fenerbahçe'yi Kadıköy'ün çimlerine gömmek, 2-0 mağlupken 3-2'ye gelip Galatasaray'ı ezmek gibi. Oğlumu kucağıma aldığım ilk gün, Şampiyonlar Ligi şampiyonuydum ben. En büyük galibiyet, en büyük kupa kucağımdaydı.
İlk maça gittiğimiz günü hatırlıyorum onunla. Sorduğu sorulardan maçı seyredememiştim. Beşiktaş'ı anlattım ona. Beşiktaşlılığı.
Sonra kardeşleri geldi. Ali ve Ayşe. El ele. Sanki biz tribünde oturuyorduk da onlar sahaya çıktı ve yumruk şova geldi. İki minik Beşiktaşlı daha.
Beşiktaş sayemde gezegendeki tüm rakiplerine üç gol attı, farkında değiller henüz.100. yıl şampiyonluğunda hep birlikte gezdik sokakları. Hep birlikte söyledik şarkıları. Beş kişi haykırdık; "Beşiktaş sen bizim her şeyimizsin!"
Kimi zaman hayal kırıklıklarını onlarla yaşadım. Örneğin Erçe hasta olunca benim için hayat zaten 8-0'dı. Ali'nin ateşi çıksa küme düşüyordum. Bir kahır yayılıyordu her hücreme. Ayşe'm dudağını bükse, hükmen mağluptum ben. Onlar ağlasa ben dünyadaki tüm kupalardan eleniyordum.
Ya da Erçe sınavlardan iyi bir not aldığında güzel bir gol atan Beşiktaş'ı hayal ediyordum. Ali piyanonun tuşlarına dokunduğunda 10 yıl sonrasının Beşiktaş marşı kulağımda çınlıyor. Ayşe masasındaki kağıda resimler çizdiğinde İnönü'deki şampiyonluk turları geliyor gözümün önüne. Güzel günler kısacası.
Yani Beşiktaş'ı sevmek, çocukları sevmek, hayatı sevmek. Yaşıyoruz çok şükür der gibi.
Vazgeçilir mi bu sevdadan? Kim bana bunu teklif edebilir? Evlat sevgisi, Beşiktaş sevgisi.
Hem Beşiktaş'a hem evlatlarıma sesleniyorum. "Çocuklar inanın, inanın çocuklar, güzel günler göreceğiz, güneşli günler.”
NOT: Bu yazının ilk hali, Beşiktaş’ın Liverpool deplasmanında 8-0 yenildiği maç sonrası 2007 yılında yayınlandı.