Beyin göçü: Türkiye’nin kanayan yarası
Türkiye, kırk yılı aşkın bir süredir enerjisini ve kaynaklarını tüketen terör sorunuyla mücadele ediyor. Bu süreçte binlerce insanımız hayatını kaybetti, ekonomik maliyet milyarlarca doları buldu ve toplumsal barış üzerinde derin yaralar açıldı. Terör, sadece bir güvenlik meselesi değil, aynı zamanda sosyal, ekonomik ve siyasi boyutları olan çok yönlü bir sorun olarak karşımızda duruyor.
Bu sorunun çözümü, hem toplumsal barışın yeniden inşası hem de ekonomik ve sosyal kalkınmanın hızlanması için kritik önemdedir. Kırk yıl boyunca bugün olduğu gibi terör sorunuyla gündemi kilitlenen Türkiye, enerjisini artık daha fazla üretim, eğitim ve kalkınmaya yönlendirecek bir çözüm yolunu bulmak zorundadır. Kaybedecek vaktimiz yok.
Türkiye, terör sorunuyla mücadele ederken, bu gündemin ağırlığı altında başka kritik meseleler sıklıkla göz ardı ediliyor. Bunlardan biri de beyin göçü. Terör ve bölgesel gelişmelerin oluşturduğu yoğun gündem, nitelikli insan kaynağının yurtdışına göç etmesi gibi ülkenin uzun vadeli geleceğini etkileyecek sorunların yeterince tartışılmasını ve önlem noktasında gereken adımların atılmasını geciktiriyor ya da engelliyor.
Beyin göçü, ekonomik büyüme ve inovasyon açısından büyük kayıplara yol açan ve terör sorunu gündeminin gölgesinde kalmaması gereken önemli bir konudur. Beyin göçü, genellikle nitelikli bireylerin daha iyi iş, eğitim ve yaşam koşulları bulmak amacıyla yurtdışına göç etmesi anlamına gelir. Bu yazıda, Türkiye’deki beyin göçünün temel nedenlerini ve sonuçlarını ele alarak bu olgunun toplumsal etkilerine ışık tutmayı amaçlıyorum.
Türkiye’deki ekonomik belirsizlik ortamı, artan enflasyon ve işsizlik oranları, özellikle genç nesil arasında yurtdışına göç etme isteğini artırıyor. Daha yüksek maaşlar ve yaşam standartları sunan ülkeler, nitelikli insan kaynağı için çekici bir alternatif haline geliyor.
Türkiye’deki akademik ve mesleki gelişim olanaklarının sınırlı olması, genç yeteneklerin yurtdışına yönelmesinde etkili bir diğer faktör. Yükseköğrenim kalitesinde yaşanan sorunlar, araştırma fonlarının yetersizliği ve kariyer basamaklarında özellikle liyakatin göz ardı edilmesi, bu bireyleri uluslararası fırsatları değerlendirmeye yöneltiyor.
Bir başka husus, kutuplaşmış siyasi ortam, algı çalışmalarının da devreye girmesiyle demokrasi ve adalet arayışına, ifade özgürlüğüne yönelik endişeler ve toplumsal huzursuzluk bireylerin başka ülkelerde daha özgür bir yaşam sürme arzusunu tetikliyor.
Gençler, yurt dışında bireysel gelişimlerine daha fazla imkân tanınacağını, fikirlerinin değer göreceğini ve huzurlu bir yaşam süreceklerini düşünüyor. Yabancılaşma hissiyle ülkelerinde kendilerini gerçekleştiremedikleri, yurt dışında kendilerini daha özgür ve üretken hissedeceklerine inanıyor. Birçoğu bu anlamda yanılgıya düşüyor ve gittikleri ülkelerde çıkmaza girip mutsuz oluyorlar.
Türkiye, yatırımlar yaparak nitelikli insan kaynağı yetiştiriyor. Ancak bu nitelikli insan kaynağı yurtdışına göç ettiğinde, yapılan yatırımlar diğer ülkelerin kalkınmasına hizmet etmiş oluyor. Bu durum, kaynakların etkin kullanılmaması anlamına geliyor.
Beyin göçü, ülkenin ekonomik ve teknolojik kalkınmasında kritik rol oynayabilecek nitelikli insan kaynağının kaybına yol açar. Özellikle mühendislik, yazılım geliştirme, tıp ve akademi gibi alanlarda bu kayıplar daha belirgin hale gelir ve gelmekte. Göç eden bilim insanları ve mühendisler, diğer ülkelerin kalkınmasına katkı sağlarken Türkiye'nin yenilikçi kapasitesi azalıyor.
Dijital çağ, dünyayı hızla dönüştürürken bu dönüşüme ayak uyduramayan toplumlar için büyük riskler barındırıyor. Dijitalleşme sadece ekonomiyi ve iş yapma biçimlerini değiştirmekle kalmıyor; aynı zamanda bireylerin eğitim, kariyer ve yaşam standartlarına dair beklentilerini de yeniden şekillendiriyor. Dijital çağda dünyaya daha açık hale gelen gençler, küresel fırsatların kendi ülkelerinde bulamadıkları bir yaşam sunabileceğine inanıyor.
Türkiye’nin bu dönüşümde geri kalması, özellikle nitelikli bireylerin yurtdışına göçünü hızlandırarak uzun vadeli kalkınma hedeflerini tehdit ediyor. Dijitalleşmeyi hızlandıracak adımlar atmak, yalnızca beyin göçünü durdurmak için değil, aynı zamanda Türkiye’nin küresel düzeyde rekabet edebilir bir ülke haline gelmesi için hayati önem taşıyor. Unutulmamalıdır ki, dijital çağa geç kalmak, sadece bireylerin değil, bir ülkenin geleceğini de kaybetmek anlamına gelir.
Nitekim yalnızlık ve yabancılaşma hissi, ekonomik ve siyasi nedenlerle birleşerek gençlerin geleceği yurt dışında aramalarına yol açıyor. Türkiye’nin bu durumu tersine çevirebilmesi için, nitelikli insan kaynağının ve gençlerin ülkelerinde kalıp hayal kurabileceği, kendilerini değerli hissettiği, gelecek kaygılarının azaldığı ve toplumsal aidiyetin güçlendiği bir ortam oluşturması gerekiyor.
Eleştirel düşünme, bireylerin özgürce analiz yapmasını, sorgulamasını ve yaratıcı çözümler üretmesini sağlayan bir beceridir. Bir toplumda eleştirel düşüncenin teşvik edilmesi, bireylerin kendilerini ifade etme alanı bulmasını kolaylaştırır ve yabancılaşma hissini azaltır. Türkiye’de beyin göçünü önlemek için eleştirel düşünme kültürünü geliştirmeye, toplumsal ayrışmaları ve kutuplaşmaları azaltmaya yönelik politikalar hayata geçirilmeli.
Gençlerin fikirlerini özgürce ifade edebileceği sosyal ve dijital alanlar sağlanmalıdır. Gençlerin yeteneklerini ve başarılarını fark eden bir sistem kurulmalıdır. Özellikle nitelikli bireylere kariyerlerini ülkelerinde geliştirme fırsatları sunulmalıdır.
Gençlerin gelecek kaygılarını azaltmak için istihdam olanakları artırılmalı ve ekonomik istikrar sağlanmalıdır. Üniversitelerden mezun olan gençlerin kendi alanlarında iş bulabilmelerini destekleyecek sistemler geliştirilmelidir.
Türkiye, nitelikli bireylerini kaybetmeye devam ederse, bu durum yalnızca bugünün değil, geleceğin de kaybı olacaktır. Bu süreci tersine çevirmek imkânsız değildir. Doğru politikalar ve vizyoner bir yaklaşımla, beyin göçü hem yavaşlatılabilir hem de yurtdışındaki bireylerin yeniden ülkeye dönmesi sağlanabilir.