Böl, parçala, yönet taktiği: Ortadoğu’da süregelen çatışmaların temeli
Bu sabaha karşı İsrail’in Gazze'ye gerçekleştirdiği saldırılarda yüzlerce Filistinli’nin hayatını kaybetmesi, Netanyahu hükümetinin soykırım politikalarında yeni ve karanlık bir aşamaya geçildiğini gözler önüne seriyor. Uluslararası hukuku ve evrensel değerleri hiçe sayan bu saldırılar, insanlık adına bir meydan okuma niteliğinde. Küresel çapta barış ve istikrar arayışlarının yoğunlaştığı bir dönemde, İsrail’in bu saldırgan tutumu, bölgenin ve dünyanın ortak geleceğini tehdit ediyor.
Ortadoğu’nun kalbinde, Gazze ve Filistin meselesi, küresel siyasetin en karmaşık ve çözümü en zor sorunlarından biri olarak karşımızda duruyor. Filistin topraklarının İsrail tarafından işgal süreci, bölgesel çatışmaların ve uluslararası ilişkilerin en büyük deneme tahtalarından biridir. Bu yazıda, İsrail’in Filistin topraklarını nasıl işgal ettiğine, bu süreçte İngiltere ve ABD’nin oynadığı role ve Arap dünyasının bölünmüşlüğüne dair bir değerlendirme yapacağım. Süreç olayların akışını seyretmekten, üzülmekten, kınamaktan öteye geçmeyi, alınacak tarihi dersler ve önlemler noktasında kafa yormayı ve acilen çözüm üretmeyi gerekli kılıyor.
Araplar, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra bağımsızlık arayışlarına girmiş, ancak etnik ve mezhepsel farklılıkların derinleşmesi, küçük olsun benim olsun mantığı ulusal birliklerin kurulmasını güçleştirmiştir. Yüz yıllardır süren bu bölünmüşlük, dış aktörlerin de etkisiyle bölge ülkeleri arasında barış, istikrar ve huzur bir türlü sağlanamamıştır. Özellikle Sykes-Picot Anlaşması ile belirlenen yapay sınırlar, Arap dünyasını parçalara ayırarak, “böl ve yönet” politikasının bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum, Arap ülkeleri arasında etnik ve mezhepsel çatışmaların sürekli bir hal almasına neden olmuş, bölgesel ve küresel güçlerin müdahalesine zemin hazırlamıştır.
Bu tarihi döngü içinde, Filistin sorunu, bölge ülkeleri ve uluslararası aktörler tarafından politik bir araç olarak kullanılmaya devam etmektedir. İsrail ve Filistin arasındaki çatışma, radikalleşmeyi, terörü ve bölgesel istikrarsızlığı körüklemekte, dünya barışı için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
Bu süreç, Filistin’in durumuna benzer bir senaryonun Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgeler için de yaşanabileceğine işaret etmektedir. Filistinlilerin yıllardır devam eden bağımsızlık mücadelesi ve devletsizlik krizi, Kürt hareketleri için de potansiyel bir gelecek senaryosu olarak öne çıkıyor. Kürtlerin, bölgedeki karmaşık etnik ve siyasi yapı içinde bulunmaları, dış etkenlerin müdahalesiyle daha da karmaşık bir hale gelmiştir.
ABD’nin bölgedeki politikaları, Kürt ayrılıkçı hareketlerini ve terör yapılanmalarını desteklemesi, benzer bir "böl ve yönet" stratejisinin tezahürüdür. ABD’nin Kürt grupları stratejik müttefik olarak kullanması, bölgedeki etnik ve mezhepsel çatışmaların daha da derinleşmesine neden olmakla birlikte bölge ülkelerinin toprak bütünlüğünü ve siyasi istikrarını ciddi şekilde tehdit etmektedir. Bu bağlamda bölge ülkelerinin toprak bütünlüğünün korunması ve siyasi istikrarın sağlanması, bu tür senaryoların önüne geçilmesi için kritik öneme sahiptir.
Bu bağlamda, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), bölgede istikrar ve demokrasi yaratma iddiasıyla ortaya atılmış, ancak uygulamada bölgeyi daha fazla bölünmeye ve çatışmaya sürüklemiştir. Türkiye, bu projenin potansiyel hedeflerinden biri olarak görülüyor. Bu bağlamda özellikle göç sorununa geçmiş yazılarımda dikkat çekmiş, Türkiye'nin etnik ve mezhepsel çeşitliliği, çok kültürlülüğün dezavantajları Türkiye’yi dış müdahalelere karşı savunmasız bırakabileceğini ihtimal dâhilinde değerlendirmiştim.
Nitekim İsrail’in Gazze’ye yönelik artan saldırganlığı ve uluslararası hukuku açıkça ihlal eden eylemleri, tüm dünyanın gözleri önünde yaşanan bir insanlık dramını bir kez daha gündeme getirmiştir. Günümüzde bölgesel dinamikler, tarihi ve etnik çatışmalarla daha da karmaşık bir hale gelmiştir. Büyük Ortadoğu Projesi gibi girişimler, bölgede demokrasi ve istikrar vaadiyle yola çıkmasına rağmen, pratikte bölünmeye ve çatışmalara daha fazla zemin hazırlamıştır. Türkiye’nin bu süreçte karşılaştığı zorluklar, sınırları içinde ve çevresinde yaşanan çatışmaların bir yansımasıdır. Göç krizi, etnik ve mezhepsel çeşitlilik gibi konular, Türkiye’nin siyasi ve sosyal yapısını etkileyen faktörler arasında önemli yer tutmaktadır.
Bölgesel çatışmaların ve uluslararası müdahalelerin arttığı bu dönemde, Türkiye’nin ulusal birlik ve beraberlik içinde hareket etmesi, iç ve dış tehditlere karşı koyması, ayrılıkçı ve radikalleşme gibi uç noktaları iyi okuyup önlem alması toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığı, bölgesel barış ve istikrarın sağlanması için büyük önem taşımaktadır. Bu, hem Türkiye’nin kendi iç huzurunu sağlamak hem de bölge ülkeleriyle olan ilişkilerinde stabil bir güç olarak kalabilmesi için elzemdir.
Sonuç olarak, İsrail ve Filistin arasındaki çatışmanın çözümü, bölgesel ve uluslararası düzeyde adaletli, kapsayıcı ve kalıcı bir yaklaşıma ihtiyaç duymaktadır. Bu, yalnızca diplomatik çabalarla değil, aynı zamanda tüm tarafların gerçek niyetlerle hareket etmeleri ve uluslararası toplumun etkin bir şekilde müdahil olmasıyla mümkün olacaktır. Türkiye’nin de bu süreçte aktif ve yapıcı bir rol oynaması, kendi iç dinamiklerini koruyarak bölgesel bir barış ve istikrar unsuru olarak ön plana çıkması, bölgedeki mevcut ve potansiyel çatışmaların çözümünde kritik bir faktör olacaktır.