Çakar kullanımı, ayrıcalıklı imtiyazlar ve adalet algısı
Cübbeli Ahmet Hoca’nın kızının çakarlı bir araçla trafik kurallarını ihlal ettiği görüntüler kamuoyunda geniş yankı uyandırmıştı. Ardından Instagram’da lüks çanta, saat ve mücevherler satan, “Ersan Diamond” adıyla tanınan kişinin; çakarlı aracıyla çekip yayınladığı video “çakar” kullanımının kime ve hangi gerekçeyle verildiğine dair tartışmaları yeniden alevlendirdi. Bu tip görüntüler artık bir istisna olmaktan çıktı; trafikte kendi alanında ayrıcalık hissiyle hareket eden “çakarlı lüks araç” sahipleri ile bir soruna dönüştü.
Peki, mevzuat ne diyor? Türkiye’de çakar ya da geçiş üstünlüğüne sahip ışıklı-sesli ikaz sistemi kullanımı; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ve Karayolları Trafik Yönetmeliği çerçevesinde düzenleniyor. Normal şartlarda, çakar hakkı yalnızca belirli kamu görevlilerine, resmi kurum araçlarına ve acil durum hizmeti veren araçlara tanınmış bir ayrıcalıktır.
Yönetmelikteki maddelere göre; ambulans, itfaiye, polis, jandarma gibi acil müdahale araçları dışında belli makamların koruma araçları da dahil olmak üzere çakar kullanabilmek için somut kriterlere ve resmi izne tabi olma şartı vardır. Yani, sivillerin keyfi olarak “ben risk altındayım” veya “özel iznim var” diyerek çakar takması, mevzuata göre yasaklanmış durumda. Ancak “makamın niteliği”, “güvenlik riskleri”, “koruma kararı” gibi geniş ifadelerle çakar izni verilebilmesi, kapsamı genişletiyor.
Her ne kadar ceza miktarları yükseltilmiş olsa da lüks araç sahibi ve maddi gücü yüksek kişiler üzerinde mevcut cezaların yeterince caydırıcı olmadığı düşünülüyor. Son yıllarda sosyal medyaya da yansıyan pek çok görüntü, bu kuralın pratikte çokça ihlâl edildiğini açıkça ortaya koyuyor.
Çakar konusu “trafik kuralı ihlâli” şeklinde geçiştirilecek basit bir konu değildir. Esas sorun, toplumsal adalet ve kanun önünde eşitlik duygusunu zedelemesidir. Saatlerce trafikte zaman kaybeden, emniyet şeridi kullanmak şöyle dursun, sinyalsiz şerit değiştirmeyi bile göze almayan, kurallara riayet eden vatandaşların yanından lüks çakarlı araçların, acil durum veya mecburiyet gerekmeksizin trafiği yararak geçip gitmesi, üstelik bunun yasadan doğan bir hak gibi sunulması, toplumdaki “ayrıcalıklı zümre” algısını iyiden iyiye yerleştiriyor.
Aslında resmi araçların da geçiş üstünlüğünü suistimal etmemesi gerekir. Çünkü her çakar veya siren kullanımının mutlaka gerçek bir acil durumu veya kamu yararını gözetmesi beklenir. Buradaki temel sorun ise yetkinin kötüye kullanılması veya aslında hiç var olmayan bir yetkinin “mış gibi” yapılarak topluma dayatılmasıdır.
Öncelikle, hukuk devleti kavramını ciddiye almalıyız. İnsanlar, kural tanımayan veya kuralı kendi lehine çarpıtan bir kesim olduğu düşüncesine kapıldıkça, hem kurallara uyma konusundaki motivasyonları azalır hem de hukukun üstünlüğü ilkesine olan inanç zayıflar. Bunun için kanun önünde eşitliği sağlamakla yükümlü olan devlet mekanizmasının, çakar gibi “istisnai” hakları dağıtırken ya da denetlerken yeterli şeffaflığı ve adilane uygulamayı ortaya koyması büyük önem arz ediyor.
Elbette, çakarın meşru kullanımına saygı duyulmalı. Gerçekten acil görevi olan kamu araçları ya da kritik güvenlik riski altındaki yetkililerin, kamu yararı için çakar kullanması kaçınılmazdır. Burada temel nokta, ihtiyaç-öncelik dengesinin doğru kurulması ve yetkilerin suistimal edilmesine engel olunmasıdır. Bu hem devletin kurumsal itibarını korur hem de vatandaşta oluşabilecek “ayrıcalıklı keyfîlik” algısını ortadan kaldırır.
Sonuç olarak, çakar kullanımı meseleye yalnızca “trafik kuralı” çerçevesinden bakarak çözülemez. Sorunun odağında, toplumsal adalet ve hukukun üstünlüğü gibi değerler bulunuyor. Kanunlar, toplumun her kesimi için eşit uygulanmadıkça; kuralları çiğneyen, lüks ve bağlantılı kesimin önü açıldıkça, bu değerleri korumak zorlaşır. Güçlü ve güvenilir bir hukuk sisteminin yolu, en küçük ayrıntıda dahi adil uygulamadan geçer. “Küçük bir lamba” gibi görünen çakar, aslında toplumsal barış ve hukuk düzeni açısından büyük bir sınavdır.
“Kanun her şeyin üstündedir; kanunlar parayla alınıp satılamaz.” Bu cümle, hukuk devletinin temel ilkesini özetler. Her ne kadar imtiyazlı bir kesim veya maddi gücü yüksek bireyler, zaman zaman yasaları kendi lehlerine esnetme çabasına girse de, sağlam bir demokraside kanunlar, bütün toplumun üzerinde uzlaşmaya vardığı ortak kurallar bütünü olarak varlığını sürdürür. Toplumsal huzur, ancak herkesin makamı, maddi gücü veya çevresi ne olursa olsun bu kurallara eşit şekilde tabi olduğu bir düzende sağlanabilir. Hukukun üstünlüğü, adaletin gerçek teminatıdır ve hiçbir ayrıcalık veya maddi güç, bu üstünlüğü gasp etme hakkına sahip olamaz.