Değişim, toplumun kendisinden başlar

Asgari ücret, çalışanlara ödenmesi gereken en düşük yasal ücreti ifade eder. Asgari ücretin belirlenmesi ekonomik, sosyal ve politik sonuçlarıyla ele alınması gereken önemli bir konudur. Asgari ücret belirlenirken enflasyon, işsizlik oranı, ekonomik büyüme, işgücü verimliliği ve yaşam maliyeti gibi faktörler göz önünde bulundurulur. Hükümet, işçi sendikaları ve işveren temsilcileri arasında bir müzakere ile kararlaştırılır.

2025 yılı için belirlenen asgari ücretin %30 zamla net 22.104 TL olması ve işverene maliyetinin 30.556 TL'ye çıkması, günümüz ekonomik koşullarını, işveren ve işçi bağlamında ele aldığımızda bir memnuniyetten bahsedemeyiz. Yani hem işçi hem de işveren daha şimdiden 2025’i nasıl geçireceğini kara kara düşünüyor ve bir mucize olsa diye bekliyor. Bu tabloyu işçi ve işveren perspektifinden değerlendirirken, ekonomik dengeleri ve çözüm önerilerini analiz etmek önemlidir.

Asgari ücrete yapılan zam, %47 olan resmi enflasyon oranının altında kaldı. Asgari ücret enflasyon oranının üzerinde değilse, işçiler alım gücü kaybı yaşamaya devam eder. Temel ihtiyaçlara gelen yeni zamlar (gıda, kira, enerji) nedeniyle işçilerin maaşları yine yeterli olmayacak. Maaşların yetersizliği aynı zamanda toplumsal huzursuzluğun, güvensizliğin, belirsizliğin ve gelecek kaygısının artması anlamı taşır.

Artık yapılacak bir şey kalmadı, neyse ona katlanacağız dersek yanlış olur. İyi bir tablo çizmek adına yalana, dolana, algıya hizmet etmek anlamsız. Biz gazetecilere, yazarlara düşen doğrular ışığında gelişmeleri değerlendirmektir. Siyasetten rol çalmanın gazetecilik mesleğine dolayısıyla ülkeye verdiği zararı ayrı bir yazı konusu olarak buraya not etmiş olayım. Gazeteciler toplumun vicdanını temsil eder ve halk ile yöneticiler arasında bir köprü görevi görür. Bu nedenle gazetecilik mesleği, halkın sesi olma misyonunu yerine getirirken dürüstlük, tarafsızlık ve cesaret gibi değerlere sıkı sıkıya bağlı olmalıdır. Neyse, konumuza çözüm öneri üzerinden devem edelim.

İşçilerin yaşam standartlarının korunması ve sosyal adaletin sağlanması için düşük vergilendirme oranları veya ek yardımlar talep edilerek belli bir düzenleme yapılabilir. Bu vesileyle kısa vadede bir iyileştirme kaydedilebilir. Planlama, denge, sıkı takip ve denetim politikalarıyla fırsatçılığın önüne geçilebilir.

Asgari ücreti değerlendirirken işverene yüklenmek kolaya kaçmaktan başka işe yaramaz. Özellikle sanayi sektöründe,  kurumsal firmalar işçisini mağdur etmek istemez. Birçoğu asgari ücrete bağlı kalmaz, kazandığı sürece işçisine mevcut oranın üzerinde maaşlar ödeyerek verimliliğini artırır. Yüksek faiz, enerji maliyetleri, artan vergiler işveren üzerinde özellikle KOBİ’ler için ciddi bir mali yük oluşturdu. Daralan kâr marjları, artan maliyetler sürdürülebilirliği tehdit ediyor. Sanayi sektörü, KOBİ’ler küçülmeye giderek ayakta durmaya çalışıyor, ihracat yapan firmalar ise uluslararası rekabet gücünü kaybetmemenin yollarını arıyor.

Bu durum işten çıkarmalara ve yeni işe alımların azalmasına neden olmakla birlikte bazı işletmeleri kayıt dışı çalışma yöntemlerine sevk edebiliyor. İşverenler, maliyetlerini azaltmak için farklı ülkelerde üretim yapma arayışına girebiliyor. Tüm bunlar üretim, istihdam ve yatırım odaklı kalkınma politikasını sekteye uğratan gelişmeler olarak karşımıza çıkıyor.

Peki, çözüm noktasında kısa vadede neler yapılabilir? İşverenler üzerindeki SGK prim yükü azaltılarak maliyetler düşürülebilir. İşçilere yönelik vergi indirimleriyle net maaşlarının artması sağlanabilir. Asgari ücret artışı nedeniyle zorlanan sektörlere geçici destek paketleri sağlanabilir. İşverenlere düşük faizli kredi imkânı sunulabilir. İşçilere gıda, kira ve enerji yardımları sunularak geçim yükü hafifletilebilir.

Orta ve uzun vadede enflasyonun düşürülmesi, ücretlerin reel alım gücünü artıracaktır. Tarım, hayvancılık, enerji ve sanayi politikaları ile üretim maliyetleri düşürülmelidir. İşverenlerin teknolojik yatırımlarla işgücü verimliliğini artırmaları teşvik edilmelidir. Eğitim programları ile nitelikli, kalifiye elaman yetiştirilmesi katma değer olarak geri döner. Üst gelir gruplarından alınan vergilerin artırılarak gelir dağılımı iyileştirilebilir. Asgari ücrete endeksli sosyal yardımlar genişletilebilir.

2025 yılı için hem işçi hem de işveren cephesindeki sorunlar, yalnızca asgari ücret düzenlemesi ile çözülemez. Bu tür ekonomik zorluklar, kapsamlı bir reform ve makroekonomik istikrar gerektirir. Ancak, kısa vadeli destek mekanizmalarının devreye sokulması, geçici olarak her iki tarafın da yükünü hafifletebilir. Uzun vadede ise üretim odaklı politikalar ve gelir dağılımını iyileştirecek adımlar atılmalıdır.

Bir ülkenin kalkınması ve refaha kavuşması, birden fazla ekonomik, sosyal, politik ve çevresel faktörün etkili bir şekilde yönetilmesine bağlıdır. Bunun temel unsuru üretim ekonomisine geçmektir. Bu da ancak sanayi, tarım ve teknoloji gibi sektörlerin dengeli bir şekilde geliştirilmesiyle mümkündür. Araştırma ve geliştirme yatırımları ile yüksek katma değerli ürünlerin üretimi, ihracatı, girişimciliği teşvik eden yasal düzenlemeler ve finansman destekleri sunmak, bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik (STEM) gibi alanlarda eğitimi güçlendirmenin gerekliliğinin altını ayrıca çizmek lazım.

Adil bir yargı sistemiyle bireylerin ve kurumların haklarını korumak, kamu kaynaklarının etkin kullanımını sağlamak ve yolsuzlukları engellemek, hükümetin ve kurumların şeffaf ve adil bir düzende çalışmasını sağlamak, çevrenin korunması, doğal kaynakların verimli kullanımı kalkınmanın ve refaha ulaşmanın olmazsa olmazıdır.

Sonuç olarak, “mucize” beklemek yerine, işçi ve işverenin kazan kazan yöntemiyle işbirliği yapabileceği, yüzlerinin güleceği, toplumsal dayanışmanın gelişeceği köklü ve yapısal reformlara odaklanmalıyız.

Bir sokak röportajında Türkiye’ye dönme kararı alan bir vatandaşın, “birçok ülke gördüm ama en iyisi Türkiye. Sadece insanlarda dürüstlük problemi var. Türkiye’de herkes sistemden şikâyet ediyor ama herkes sistemin zararlı yanlarından faydalanmaya çalışıyor” tespiti üzerine de epey kafa yormamız, toplum olarak biraz kendimize çeki düzen vermemiz gerekiyor. “Nasılsanız, öyle yönetilirsiniz.” Bu söz, insanların bireysel ve toplumsal sorumluluklarını hatırlatarak, iyi bir yönetimin sadece liderlerden değil, aynı zamanda halkın bilinç ve tutumundan kaynaklandığını vurgular. Değişim, toplumun kendisinden başlar...