Denetimsizliğin ve ihmalkârlığın acı yüzü

Bu yazımda, genel siyasetten yerele uzanan rant, yolsuzluk, rüşvet ağının oluşturduğu tahribatı ve dönen çark düzenini konu almayı düşünüyordum. Bolu Kartalkaya’da yaşanan otel yangını, bu konunun ne kadar acil ve hayati olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Bolu Kartalkaya’da yaşanan otel yangını ile derinden sarsıldık. Turizm açısından önemli bir bölge olan Kartalkaya’da, tatil için tercih edilen, insanların konfor ve güvenlik beklentisi ile konakladıkları bir otelin, felakete dönüşmesi hepimize, “nerede yanlış yapıyoruz?” sorusunu hatırlattı.

Bu olay, sadece bir tesadüf ya da münferit bir olay değil; denetimsizlik, rant odaklı yaklaşım ve ihmalkârlığın birleştiği bir kara düğümdür. Bu kara düğüm sistemin içine öyle derinlemesine yerleşmiş ki, sıradan, rutin en ufak bir işlem dahi bu düğümün parçası haline geliyor. Kartalkaya’da yaşanan yangın, inşa edilen sistemin çarpıcı bir sonucudur.

Şehir merkezine uzak, yangın güvenliği standartlarına uymayan, geceliği 30, 40 bin TL olan bir otelde yangın nedeniyle 76 vatandaşımız can verdi. Olayın ardında bir günlük milli yas ilan edildi. Aynı saatlerde bu vahim olaydan utanç duyması, ders çıkarması, hesap vermesi, üzülmesi gerekenler etik dışı, faydasız siyasi faaliyetlerini sürdürdü. Tatilciler yanan otelin hemen yanında kayak yapmaya devam etti. Bir gün değil bin yıl yas ilan etsek yeridir…

Bu tür faciaların temelinde denetimsizlik, ihmalkarlık, sorumsuzluk, rant ve çıkar ilişkilerinin yattığı artık kanıtlanmış bir gerçekliktir. Her defasında, “bir daha yaşanmasın” deniyor ancak köklü, radikal değişimler yapılmadığı ve gerekli adımlar atılmadığı için benzeri sorunlar tekrarlıyor.

Kamu kaynaklarının ve yetkilerinin, bireysel ya da kurumsal menfaatler doğrultusunda kullanılmasına göz yumulduğu bir sistemde, güvenlik standartlarının öncelikli bir konu olmaktan çıkması kaçınılmazdır.

Bugün, belediyeler ve yerel yönetimlerdeki denetim süreçleri genellikle aynı çarkın içinde yer alan kişiler tarafından yürütülmektedir. Kendi kendini denetleyen bir yapıdan adalet beklemek mümkün olabilir mi? Elbette ki hayır.

Yine, yazılarımda altını çizdiğim kamuda denetim, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkesinin önemine geliyoruz. Rüşvet, rant ve yolsuzluk çarkı sessizliğin içinde döner. Eğer toplum bu düzeni eleştirmez, itiraz etmez ve sorgulamazsa, bu çarkın aktörleri daha da güçlenir. Halk adına yetki alanların yetkiyi nasıl kullandığını görmek, toplumun en temel hakkıdır.

Şeffaflık sağlanmadan hiçbir sistem halk yararına çalışmaz. Şeffaflık, suistimalin en büyük düşmanıdır. Hesap verebilirlik mekanizmalarının işler hale gelmesi, çark düzenini sürdürenlerin korkulu rüyasıdır. Rüşvet, rant ve yolsuzluğun bu kadar yaygın olmasının en büyük nedenlerinden biri, hesap verebilirlik ilkesinin eksikliği, cezai yaptırımların caydırıcı olmamasıdır. Bugün, yolsuzluklara karışan birçok kişinin ya cezasız kalması ya da sembolik cezalarla kurtulması, bu düzenin devamını kolaylaştıran en büyük etkendir.

Genel ve yerel yönetimlerin varlık nedeni, halka hizmet etmek, kamu kaynaklarını adil bir şekilde kullanmak ve şehirleri sürdürülebilir bir şekilde geliştirmektir. Ancak Türkiye’nin pek çok bölgesinde, bu idealin çok uzağında bir tablo ile karşı karşıyayız. Rüşvet, rant ve yolsuzluk çarkı; yerel yönetimlerde adeta sistemin kendisi haline gelmiş durumda.

Milletvekillerinden belediye başkanlarına, meclis üyelerinden kamu görevlilerine kadar uzanan geniş bir yapı, yerel yönetimlerdeki rant, rüşvet ve yolsuzluk çarkının işleyişinde kilit rol oynuyor. Halk adına yetki alanların, bu yetkiyi halkın zararına kullanması ise ne yazık ki toplumda “alışılmış” ve hatta bir noktada “kabullenilmiş” bir durum olarak karşımıza çıkıyor.

“Sistem böyle, ne yapabiliriz?” cümlesi ise, bu düzenin devam etmesini sağlayan en tehlikeli yanılgılardan biridir. Çünkü bir çarkın dönüşünü durdurmak, onu kıracak bir iradeye bağlıdır. İradenin başlangıç noktası ise “kabullenmemek” ve “çözüm arayışı”dır. Peki, bu çürümüş düzeni değiştirmek için gerçekten ne yapılabilir?

“Sistem böyle” diyerek sorunları kabullenmek, bu çarkın dönmesine izin vermektir. Bu çarkı kırmak bizim elimizde. Halkın gücü, bu düzenin sürdürülemez olduğunu gösterdiği anda, hiçbir yapı eskisi gibi işlemeye devam edemez.

Bu yozlaşmış düzenin değişmesi, uzun ve zorlu bir mücadele gerektirir. Değişim sessizlikten değil, cesaretten doğar. Çünkü “sistem böyle” demek, kaybetmeyi kabul etmek demektir. Oysa kaybetmeyi kabul etmeyen bir toplum, kazanmayı da öğrenir. Ve bu, her şeyin başlangıcıdır.