Deprem ve seçim; acı ve ihtiraslar…

Deprem, seçim ve siyasi kutuplaşma üzerinden ne yazık ki “çevrimiçi” bir mücadelemiz ve rekabetimiz yok. Bir yandan depremin sahada ürettiği yıkım, acı ve travmalarla uğraşırken, diğer yandan millî güç unsurları üzerinde oluşturduğu etki ve baskılar ile bu etki ve baskıların kimler tarafından ve nasıl istismar edileceğine odaklanmamız gerekiyor. Öte yandan seçim süreci devreye girdi. Siyasi taraflar seçimi kazanmak için ittifaklarını güçlendirmek, geliştirmek ve yeni müttefikler peşinde…

Seçimi kazanmak için her yolun denendiği, hatta mübah görüldüğü ve hiç benzemezlerin bir araya geldiği böylesine etik dışı bir ortam kimileri için maruz görülebilir, meşru kabul edilebilir. Ancak bedellerini hesap etmeden atılan bazı adımlar, sadece siyasi kariyerlere, tutarlılığa ve güvenirliğe değil, devletin bağışıklık sistemine ve geleceğe büyük zararlar verebilir. Büyük tavizlere, devlet krizlerine, kavramsal bunalımlara, fiziki ve manevi travmalara, yıkımlara neden olabilir.

O yüzden YPG/PKK’nın, FETÖ’nün, radikallerin, din istismarcılarının ve yasadışı silahlı solun musallat olduğu ve/veya musallat edildiği bir süreç bambaşka belaları da beraberinde getirecektir.

Öte yandan bu işler "her ne kadar hoşnut olmasanız bile" kendi içinde ulusal bir döngüde gelişmiyor. Coğrafyanın ve Türkiye’nin dizaynı bağlamında uluslararası bir denklemde, ülkeler arası rekabet, mücadele ve jeopolitiğin temel dinamikleri ve etkileri çerçevesinde gelişiyor.

Yani ihtiraslarımız ve hatalarımız, bizi etkiye açık hale getiriyor.

Yani siz seçimi kazanayım derken, Türkiye’nin ayağına sıkmış olabilirsiniz.

***

- Deprem,

- Depremin millî güç unsurları üzerinde oluşturacağı baskı,

- Seçim,

- Seçimi kazanma ihtirası,

- Kazanmak için içte ve dışta (içteki oluşumlara ve ilgili ülkelere) verilecek olası tavizler,

- Ve bu tavizleri vermek isteyeceklerin varlığı…

Türkiye’yi son derece zor bir sorunla baş başa bırakıyor.

İnsanlarımız idealleri doğrultusunda gönül rahatlığı içinde bir seçim yapmak yerine, ehven-i şer bir durumla karşı karşıya kalıyor.

İdealler yerine, kendi hassasiyetleri, öncelikleri ve öngörüleri doğrultusunda; “Bu, bu ülkeye daha az zarar verir” yaklaşımıyla bir tercihte bulunmak!

Son derece acıklı ve çaresiz bir durum.

***

Öte yandan oyun bir yapboz oyunu değil.

Her seçim kalıcı, en azından kolay değişmeyecek sonuçlarıyla geliyor. Böyle olunca sorumluluk taşıyan seçmenin büyük bir baskı altında kalacağı ortada.

Seçmen kendi eliyle kendi elinde olmayana, seçmek zorunda olduklarına, önüne koyulanlara oy verecek.

Bu bir tarafıyla, Türkiye’deki seçim sisteminin handikaplarına, diğer tarafıyla pratikte karşı karşıya kaldığımız açmazlarımıza karşılık geliyor.

***

Bırakın diğer siyaset ve taviz/pazarlık bağlamlı üstte yazdığım başlıkları, sadece deprem bile, kendi başına ulusal ölçekte oluşan ve oluşabilecek hassasiyetleri istismar etmek isteyenlere fırsatlar sunuyor.

Örneğin para!

Depremden önce zaten ekonomik bir kriz vardı.

Para bulmak zorundasınız.

Peki parayı verecek olan sizden ne isteyecek?

Ve para işin gözüken kısmı…

Tam bu noktada yaşadıkları depremlerden sonra Haiti ve Filipinler’in yaşadıkları bizlere çok önemli ipuçları verebilir. Millî güç, kaynak ve egemenliklere yönelik maruz kaldıkları operasyonlar çok önemli dersler üretebilir. Yaşadıkları yıkıcı depremler sonrasında bu iki ülkenin maruz kaldıkları siyasi, ekonomik, askerî müdahaleler son derece ibretliktir.   

Ve bu noktada bizim karşılaşabileceklerimiz de çok alanlı, çok katmanlı, çok aktörlü, çok devletli, çok zamanlı ve çok yönlü, büyük ve çarpıcı terör ve güvenlik, stratejik ve jeopolitik pek çok soruna karşılık geliyor.

İşin ilginç taraflarından biri de tehdidin sadece doğrusal gücünü ya da çirkinliğini değil, şeytanlığını melek görüntüsüyle sunabilecek olma olasılığıdır.