Dünya tarihinin en büyük deprem yıkımı ve sonrası...
6 Şubat Pazartesi günü Kahramanmaraş'ın Pazarcık ve Elbistan ilçeleri merkezli meydana gelen iki deprem dünya tarihinde bilinen en büyük deprem hasarına yol açtı.
Depremin ardından geride kalan bir hafta içerisinde vefat eden vatandaşlarımızın sayısı 30 bine doğru yaklaşırken, yaralanan vatandaşlarımızın sayısı 100 bine dayanmış vaziyettedir. Yıkılan ve ağır hasarlı bina sayısı 20 bine yaklaşmaktadır. Enkaz altında kalan vatandaşlarımızın sayısı da henüz açıklanmamıştır.
Depremin etkilediği alan nerdeyse Almanya kadar, nüfusu ise 13,5 milyon, yani Yunanistan nüfusundan fazladır.
Ukrayna’da bir yıldır süren savaşın neden olduğu hasar, 2 dakika süren bu depremin neden olduğu hasarın 1/10’u kadar bile değildir.
Japonya Tohuku Üniversitesi Profesörü Shinjin yaşanan bu felaketi; “Bu deprem ancak 1000 yılda bir görülebilecek bir şiddete sahip. Türkiye’deki son deprem Çin’deki Siçuan, Alaska, Yeni Zelanda ve Tibet depremlerinden bile daha büyük ve kötüydü. Üstelik saydıklarımın üçü kırsal kesimde oldu, can kaybı azdı. Türkiye’deki ise doğrudan yerleşim yerlerinde meydana geldi” ifadeleriyle depremin ne kadar büyük bir felaket olduğunu açıkladı.
Depremden doğrudan etkilenen 10 ilimiz;
- Türkiye yüzölçümünün yaklaşık yüzde 20’sini oluştururken,
- Nüfus olarak da yaklaşık yüzde 17’sini barındırmakta,
- Türkiye’nin toplam gayrisafi yurt içi hasılasının (GSYH) ise yüzde 10,1’ini gerçekleştirmektedir.
Bu noktada bu afetin yarattığı diğer hasarların yanı sıra ekonomik tahribatta son derece derindir. Depremden etkilenen Gaziantep’in tek başına yaptığı yıllık ihracat 11 milyar dolar civarındadır.
İlk günlerin şaşkınlığı, organizasyon bozuklukları hızla giderilmeye çalışılırken, depremin nasıl bir muazzam yıkıma neden olduğu, bu yıkımın da çok ciddi olumsuz sonuçları olduğu, olabileceği de ancak yeni yeni görülüyor.
Bu deprem devletimizi ve milletimizi başta psikolojik, sosyolojik, ekonomik, güvenlik, demografik açılardan olmak üzere birçok açıdan çok ciddi olumsuz etkilemiştir. Bu travmanın atlatılması, yaraların sarılması on yıllar sürecek gibi görünmektedir.
Gün birlik ve beraberlik içerisinde yaraları sarma, tek yumruk olma zamanıdır!
Bu noktada edindiğimiz bilgilere göre bazı tespit ve önerilerimizi sizinle paylaşmak istiyorum. Eminim Türk Devleti halkıyla birlikte zaten elinden geleni yapıyor.
YARDIM İHTİYAÇ SAHİPLERİNE ULAŞTIRILMALI
Depremin olduğu ilk dakikadan itibaren tüm halkımız olağanüstü bir seferberlik anlayışıyla bölgeye büyük yardımlar yollamaya ve yönlendirmeye başlamış, gönüllüler devletimizin görevlilerine yardımcı olmak için her yolu deneyerek bölgeye ulaşmaya çalışmışlardır.
Ancak bu muazzam depremin ilk saatlerde neden olduğu şaşkınlık, panik ve organizasyon bozukluklarının yanı sıra, depremin gerçekleştiği alanın Yunanistan’dan büyük olması, kara yollarının ve hava limanlarının hasarlı olması, mevsimin kış ve günlerin karlı olması, bir kısım köy yollarının normal zamanda dahi kar nedeniyle ulaşıma elverişli olmaması gibi nedenler yardımların yerine ulaştırılmasında ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasında çeşitli aksaklıklara sebep olmuş görünmektedir.
Afet bölgesinin ağırlıkla köy ve mezralardan oluştuğu göz önünde bulundurularak kırsal bölgelere iaşe, ibate ve temel ihtiyaç malzemelerin sürekli sağlanması önemlidir.
Kent merkezleri ve ilçelerdeki muazzam orandaki yardım malzemelerini ihtiyaç sahiplerinin almasını beklemekten ziyade ulaştırılması lazımdır. Herkesin gelip yardım almasını beklemek kırsal bölgelerden oluşan bir alan için doğru olmaz.
Bu tür aksaklıkların giderilmesi için lokal dağıtım merkezleri ve mobil yardım dağıtım araçları sayısının artırılması düşünülebilir.
Kent merkezleri ile kırsal alanlar arasındaki yardım koordinasyonunun ve lojistiğinin kesintisiz sağlanması kritik bir gerekliliktir. Bu koordinasyonun kamu kurumlarının yanı sıra, devlete akredite profesyonellerden oluşan sivil inisiyatifler tarafından sağlanması hızlı ve etkin bir çözüm olabilir.
Bölgede artık ana sorun barınma, ısınma ve hijyen gerekliliğidir. Bu nedenle insanlar yardımlarını yollarken gıdanın ikinci planda kaldığını unutmamalı.
YARDIM GÖNÜLLÜLERİ YARDIMA MUHTAÇ HALE GELMEMELİ
Bölgeye çok yoğun bir şekilde gönüllü vatandaşlar gelmektedir. Hepsine minnettarız. Fakat arama kurtarma, afet yardım ve yönetimi gibi konularda eğitimi olmayıp, üstelik yanlarında en az bir haftalık yiyecek, içecek ve gerekli koruyucu giyeceği de olmayan vatandaşlar ne yazık ki ilave bir sorun kaynağına dönüşebilmektedir.
Bu nedenle bölgeye yardım için gelen personelin öncelikle kendi yiyecek, içecek, donanım ve giyeceğini temin eden profesyonellerden oluşması son derece önemlidir.
YARDIM GÖNÜLLÜSÜ GÖRÜNTÜSÜ ALTINDAKİ YAĞMA TİMLERİ
Bu arada insanlıktan nasibini almamış hırsız, yağmacı, talancı, ahlaksız kişi ve gruplarından da bu hazin durumdan istifade ile bölgeye yardım gönüllüsü olarak girdikleri yaşanmış ve yaşanmaya devam eden bir gerçektir.
Devletin kolluk kuvvetleri bu insan görünümlü yaratıkların bölgeye gelmesini önlemeli, tespiti halinde en ağır şekilde hukuk çerçevesinde cezalandırılmaları sağlanmalıdır.
Bölgedeki ihtiyaç maddelerini ve malzemelerini fırsat bilerek fiyatlarını artıran insanlıktan nasibini almamış üretici ve satıcılara en ağır cezalar verilmeli, bu firmaların yanı sıra şahsen firma sahipleri ve ortakları da en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.
“BİZİM EKSTRA MASRAFIMIZ OLDU, BİZE İKİ KATI FATURA KESER MİSİN?”
Ayrıca yardım gönüllüsü dernekler ve kişilerin nakdi ve ayni yardım toplama ve dağıtma faaliyetleri mutlaka çok sıkı kontrol edilmelidir. Devletin onaylamadığı hiçbir yardım kuruluşuna nakdi ya da ayni yardım yapılmamalıdır.
Böyle ortamların terör örgütlerinin ülke içine para aktarımı için uygun ortam oluşturduğu dikkate alınmalı, tedbirli olunmalıdır.
Yardım dernek ve vakıflarının toplanan yardımları harcamaları beyan ettikleri faturalar üzerinden değil, faturayı kesen satıcılar cenahında da kontrol edilmelidir.
Bu kapsamda, deprem yardım malzemesi olduğu için zaten elindeki ürünleri en ucuza vermeye çalışan satıcılardan “Bizim ekstra masrafımız oldu, bize iki katı fatura keser misin” şeklinde teklifler getirdiğine dair yardım dernekleri temsilcileri hakkında olabilecek ihbarlar çok ciddi ve ihmal edilmeden araştırılmalıdır.
Ancak görülmektedir ki bu tip hırsız, yağmacı, fırsatçı mahlûkata verilen cezalar yetersiz ve caydırıcı değildir.
Tüm siyasi partilere acil çağrı yapıyorum; derhal bu tip suçlara karşı çok ağır cezaları içeren bir yasayı ortaklaşa hazırlayın ve TBMM’den süratle geçirin.
DEVLETİN OTORİTESİ HİSSETTİRİLMELİ, HALK KENDİNİ GÜVENDE HİSSETMELİ
Ne yazık ki böylesi büyük afetler sivil çatışmalara, kargaşalara kaosa, karışıklıklara ve her türlü diğer yıkıcı tehlikelere gebedir. Şu anda böylesi enfekte olmaya hazır çok büyük bir yaramız var ve bu nedenle yaramızı mikroplardan korumak için çok dikkatli olmak zorundayız.
Bu nedenle bölgede asayişin eksiksiz ve kesintisiz şekilde sağlanması son derece önemlidir. Halkımızın kendini güvende hissetmesi için devletimizin güvenlik personeli bölgede daha fazla görünür olmalıdır.
Yağma, ırza geçme gibi şüyuu dahi vukuundan beter olaylara karşı devletimizin sayısını artıracağı asker ve polisiyle gece gündüz afet bölgeleri sokaklarında varlık göstererek enkaz başı ve mahallerde bulunmasında büyük fayda vardır.
Gece bekçileri istihdamı bölgede ihtiyaç olarak görülmektedir. Özellikle aydınlatmanın çok zayıf olduğu eskilerdeki gibi gece bekçilerinin düdük çalarak halka güven vermesi usulünü de düşünmekte fayda vardır.
Asayişin temini ve halkta güven hissinin oluşturulması için TSK mensubu asker, jandarma, polis ya da bekçilerden en az birinin sokak ve caddelerde arama-kurtarma haricinde asayiş görevi yürütmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum.
Bu mahalli afet koordinasyonunun sağlanması için de faydalı olur.
KARANLIK KARAMSARLIĞI DA KORKUYU DA BERABERİNDE GETİRİR
Ayrıca deprem bölgelerinde can ve mal güvenliği açısından, vatandaşın kendini güvende hissetmesi için gece aydınlatmasının sürekli sağlanması ve halkın psikolojisinin daha fazla etkilenmemesi için enkazın bir an önce (hata tespiti için gerekli inşaat numuneleri alındıktan sonra) kaldırılması en kritik meselelerden birisidir. Devletin bölgeye seyyar jeneratörleri ve iş makinalarını gerekirse el koyarak götürmesi, jeneratör fabrikaları ve inşaat firmalarının seferber edilmesi gerekir.
Karanlık karamsarlığı da beraberinde getirir.
O bölgelerin geceleri aydınlatılması halkın da kendini güvende hissetmesine büyük katkı sağlayacaktır.
DEMOGRAFİK DEĞİŞİM RİSKİNE DİKKAT!
Deprem bölgelerinde son yıllarda yoğun bir demografik değişim olmuştur. Bir başka deyişle deprem sığınmacı nüfusunun, sığınmacı kamp ve mahallerinin en çok olduğu şehirlerde meydana gelmiştir.
Bu yerleşim yerlerindeki yerli halk deprem dolayısıyla bölgeden ayrılsa ve göçse o bölgedeki demografi ne olur? Bunun Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne etkisi ne olur? Bunları şimdiden düşünmeliyiz!
Deprem bölgesinde asayişin ve güven ortamının sağlanması son derece önemlidir. Yabancı istihbarat örgütlerinin yönlendirebileceği silahlı çeteler vasıtasıyla özellikle bazı bölgelerdeki (HATAY gibi) yerli halkın tehditle terke zorlanabileceğini hatırda tutmak lazımdır!
Bu nedenle bölgede yabancıya hatta yeni Türk vatandaşlığı almış kişilere, hatta hülle yolu ile (emanetçilik ile) alımlar yapılabileceği için tüm mülk satışlarının belirli bir süre ile durdurulmasında fayda vardır.
İÇ SAVAŞ ÇIKARTMA GAYRETLERİ
Türk düşmanı, FETÖ hamisi, PKK sever, CIA resmi ajanı Michael Rubin de iftiraları ile Türkiye’yi karıştırmak ve Türkiye’de etnik iç savaş çıkartmak için zemin hazırlamaya devam etmektedir. Yayımladığı son köşe yazısında, “ABD'li diplomatlar hemen deprem bölgesinde olmalı ve ihtiyaçları bağımsız olarak belirlemeli. Türk Hükümeti, örneğin deprem bölgesindeki Kürt kasabaları ve köylere yardım etmek istemezse, ABD bunu doğrudan yapmalı!” diyerek hem kardeş çatışması çıkarmayı hem de ABD’nin deprem yardımı bahanesiyle Türk Devleti’nin egemenliğini yok saymasını önermektedir! Küstahlığa bakar mısınız?
Diğer yandan THE ECONOMIST dergisi “Türk ve Suriye hükümetleri depremle baş edemez!” şeklinde başlıklar atarak organize şekilde Türkiye Cumhuriyeti’ne sinsice saldırmaktadır.
Benzer söylemlerin FETÖ’cü, PKK’lı hesaplar tarafından yapıldığına da dikkat çekerim.
Hatta bazı Yunan sosyal medya hesapları da Türkiye’de darbe çağrılarında bulunmuştur.
Bu noktada özellikle Mustafa Kemal Atatürk'ün "Şahsi meselem" dediği Hatay’a dikkat çekmek isterim. Bölgede sığınmacı ve yerli halk arasında mezhep çatışmaları çıkarmak isteyenler olabilir. Özellikle Samandağ, Antakya ve İskenderun bölgelerine dikkat etmek gerekir.
Diğer illerimizde de sığınmacılar kamplarda ve kentlerde yoğun şekilde bulunmaktadır. Elbette insanlık son derece önemlidir.
Ama devletler önce kendisine askerlik yapan, vergi veren, ataları ülkenin kurtuluşu ve kuruluşu için şehit olan, ülkenin her türlü zorluğuna katlanan vatandaşları için vardır. Kendi vatandaşını öncelemeyen dünyada hiçbir devlet yoktur. Bunu şahit olduğumuz tahliye harekâtlarında da gördük.
İçinde bulunduğumuz afet süreci sığınmacı-yerli halk çatışmasının tetiklenebileceği son derece hassas bir dönemdir. O nedenle sığınmacılarla yerli halkın birbiri ile karşılaştırılmaması için tedbir alınmasında fayda vardır.
SINIRLARI AÇMAK CİDDİ BİR RİSKTİR!
Depremzedelere yardım amacıyla Türkiye ile Suriye arasında geçici olarak daha fazla sınır kapısının yabancı güçlere açılması Batılı devletlerce isteniyor. Suriye sınırının bu yabancı güçlere yardım adı altında açılmasının ciddi güvenlik riskleri oluşturabileceğinden endişe ediyorum. Türkiye Suriye sınırı, Avrupa’nın Suriyeli depremzedelere yardım etmesi için tek seçenek değildir!
Batılı devletler eğer Suriyeli depremzedelere yardım etmek istiyorlarsa Irak, Ürdün ve Lübnan’ın Suriye ile kara sınırlarını, denizden Suriye’nin Lazkiye ve Tartus limanlarını da kullanabilirler.
TERÖR ÖRGÜTÜ MENSUPLARI VE UZANTILARI NEDEN BAŞKA ORDU DEĞİL DE ÖZELLİKLE 2. ORDU DİYOR?
FETÖ ve PKK uzantıları daha depremin ilk saatlerinde durumdan istifade ile konunun detayını bilmeyen halkımızın da gönlüne hitap edecek şekilde, özellikle 2. Ordu’yu işaret ederek, “2. Ordu deprem bölgesinde toplansın ve sahaya insin, arama kurtarma, yardım faaliyetleri ile uğraşsın” demiş ve demeye devam etmektedir.
Bu söylemler tam anlamı ile şeytanın sağdan yanaşması türü söylemlerdir.
Neden özellikle “2. Ordu” diyor bu terör örgütü mensupları ve uzantıları, hiç düşündünüz mü?
Çünkü 2. Ordu’nun karargâhı Malatya’da olmakla birlikte, birlikleri Suriye, Irak sınırlarımızın güvenliğini sağlayan ve sınır ötesinde PKK/YPG’ye karşı Irak’ta PENÇE KİLİT Operasyonları'nı yapan, Suriye’de ise harekât alanlarında bulunan ülkemizin güvenliği için çok önemli bir ordudur.
Bu terör örgütleri fırsattan istifade ile 2. Ordu’nun sınırları boşaltmasını, Suriye ve Irak’tan çekilmesini, böylece deprem bahanesi ile alanların kendilerine bırakılmasını sinsice istemektedir.
TSK’nın hangi orduyu ve birliklerini deprem bölgesinde görevlendireceğine FETÖ ve PKK mı karar verecek?
Halkımızın bu felaket sürecinde terör örgütlerinin fırsattan istifade ile ülkemize stratejik kayıplar yaşatma ve kendi hedeflerini elde etme amaçlı algı yönetimleri yapmasına karşı dikkatli ve uyanık olmasını rica ediyorum.
TSK, her zaman olduğu gibi halkımızın yanındadır ve olmalıdır. TSK bu muazzam afet esnasında ülkemizin güvenliğini sağlamaya devam ederken, başta bu iş için yetiştirilmiş İnsani Yardım Tugayları ve İstihkâm Taburları olmak üzere elindeki bütün imkân ve kabiliyetleri, arama kurtarma, yardım ve tahliye konusundaki eğitimli ve nitelikli birliklerini, gemilerini ve hava araçlarını bölgeye göndermiştir.
TSK’nın elindeki tüm imkân ve kabiliyetleri 7269 Sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanunun “Mükellefiyetler” başlığı altındaki 7. Maddesi gereğince mülki makamlara tahsis ettiğini düşünüyorum.
Zira söz konusu madde; “Afet bölgelerinde veya civarında bulunan ordu, jandarma, kıta birlik ve müessese kumandanları, hazarda, kendilerinden vali veya kaymakamlar tarafından istenilecek yardımları üstlerinden emir beklemeksizin yapmaya mecburdurlar” hükmüne amirdir.
Unutmayınız ki TSK Türk Milletinin ayrılmaz bir parçasıdır!
ASKERİ HASTANE VE ASKERİ HASTANE GEMİSİ İHTİYACI
Bir asker akademisyen olarak bir konuya da dikkat çekmek istiyorum. Bu deprem askeri hastanelerin kaldırılmasının çok yanlış olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Bu konuya daha önce değinmiştim. Ama son yazımdan sonra bu konuya ilişkin bir gelişme daha yaşandı.
TCG Bayraktar amfibi gemisinin Hatay Dörtyol Meteoroloji Limanı'na demirlediği ve Muğla ile diğer illerden gelen gönüllü sağlık personeliyle birlikte 2. derece hizmet verebilecek bir hastane olarak hizmete başladığı basında yer aldı. Yani TCG Bayraktar’daki seyyar hastane sivil gönüllü doktorlar tarafından kurulmuştur. Gönüllü doktorlarımız ve sağlık personeline müteşekkiriz.
Ama TSK’nın Foça, Aksaz ve İskenderun’daki askeri hastaneleri, askeri sağlık personeli ve malzemeleri ile faaliyetine devam etseydi, TCG BAYRAKTAR ve diğer uygun gemiler gönüllü doktorların gelmesiyle değil, bir emirle çok hızlı şekilde hastaneye dönüştürülürdü.
Şimdilerde askeri hastane değil ama güvenlik personeli hastanesi gibi fikirlerin ortaya atıldığı söylentileri var. Böyle karma hastaneler fikri dünyada görülmüş şey değildir. Askeri hastaneler dünyada askerler için çok ciddi bir ihtiyaçtır. Askerin kurumsal yapısına ait, disiplinine tabi olmalıdır, yani sadece savaşta ve barışta askere asker olarak hizmet etmelidir.
Diğer yandan sınırlarımızın yüzde 80’den fazlası denizdir. Bu nedenle Türkiye kıyılarında oluşabilecek herhangi bir afete karşı askeri hastane gemilerine sahip olmamız şarttır. Hastane gemilerinin de askeri olmasını özellikle vurguluyorum. Zira böyle gemilere sadece doğal afetlerde değil, kriz ve çatışma, diğer devletlere insani yardım ve tahliye harekâtları için de ihtiyaç vardır.
HEM İKTİDARI HEM MUHALEFETİ ELEŞTİRİYORUM
Öncelikle ülkemizin neredeyse yüzde 18’ine tekabül eden ve 13,5 milyon insanımızı doğrudan etkileyen deprem bölgesi bir siyasi hesaplaşma alanı ya da gösteri alanı değildir. Bu şekilde tavır alan iktidar, muhalefet fark etmeksizin tüm politikacıları kınıyorum. Halkımız afet bölgesinde siyasi kavga ya da gösteriş yarışı istememektedir.
Şu an sahadaki gelişmeler adeta bir fiîli liyakat testi haline gelmiştir.
Bu noktada beceriksiz, başarısız ve görevini layığıyla yerine getiremeyen yöneticilerin siyasi irade tarafından görevinden alınması gereklidir.
Dünya tarihinde karada yaşanan en büyük deprem felaketine maruz kaldığımızı asla unutmamalıyız.
Halkımızın ve devletimizin bu hassas dönemde birlik ve beraberlik içinde olması, herhangi bir kargaşa, karmaşa ve kaosa fırsat vermemesi önemlidir.
Yaşanan aksaklıkların devletimize olan güvenimizi sarsmasına izin vermemeliyiz.
Muhasebesi elbet daha sonra yapılır.
Devlet ve Millet hepimizindir! Allah yardımcımız olsun!
Allah Türkiye Cumhuriyeti Devletini sonsuza dek korusun!