El sıkışmanın kodları; Savaş kapıda mı?

Bundan yaklaşık bir buçuk ay önce, 11 Ağustos tarihinde önemli mevkilerde bağlantıları olan, kendisi de etkili bir pozisyonda bulunan tanıdığımdan çarpıcı bir bilgilendirme mesajı aldım.

Türkiye’deki hazırlıkları; daha doğrusu kimsenin aklına bile gelmeyecek gelişmeleri anlattı bana.

Bu bilgilendirme mesajının detaylarını sizlere aktaramayacağım ama şu son üç günde yaşananlara bakınca anlıyorum ki vakit geldi.

-Önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan konuştu. Lübnan’ın Türkiye’ye 2,5 saat mesafede olduğunu, orayı ele geçirme niyetindeki İsrail’in gözünü Anadolu topraklarına diktiğini ifade etti açıkça. Böyle bir anlatımı ilk kez işittik en tepedeki ve en yetkili isimden. Biraz irkildik doğrusu. Neler oluyordu.

-Sonra Meclis’in açılışı oldu önceki gün. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan konuşma yapmak üzere kürsüye geldi. Erdoğan Cumhurbaşkanı olduktan sonra bir ilk gerçekleşti ve o salona girerken Meclis’teki CHP milletvekilleri ayağa kalktı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel bunu “Makama saygı” olarak açıkladı. Oturduğu yerde kıvranan Kemal Kılıçdaroğlu ise her zamanki gibi mızmızlandı.

Bu kadarla kalmadı.

Bir ilk daha yaşandı.

-Cumhurbaşkanı’nın konuşması bittikten sonra ayağa kalkan MHP Lideri Devlet Bahçeli önce DEM sıralarına uğradı. DEM Parti’nin Eş Başkanı Tuncer Bakırhan ile el sıkıştı ve onunla sohbet etti. Ardından Sezai Temelli gibi DEM’li vekiller ile Pervin Buldan’a da elini uzatıp tokalaştı.

-Bahçeli ardından CHP Genel Başkan Özgür Özel ile el sıkışıp bir süre sohbet ettiler. Hâl hatır sorup “Birbirimizi kırmıyoruz değil mi, siyaset bu kusura bakmayın” mealinde karşılıklı gönül aldılar. Bahçeli çıkışta bu tutumunu kendisine soran gazetecilere “Yeni bir döneme giriyoruz. Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” dedi.

Önceki gece bir de İran’ın füze saldırısı olunca tamam dedik başlıyorlar. Ama ne ilginçtir ki İran bu saldırı konusunda önceden ABD ve Rusya’yı bilgilendirdiği için İsrail yönetimi halkı uyarmış, sığınak ve güvenli yerlere gitmelerini istemişti. İran füzelerini peş peşe gönderdi. İsrail yönetimi “Tamam saldırı bitti, çıkabilirsiniz” diye halka duyuru yaptı. Saldırının bittiğini nereden biliyorlardı orası meçhul tabii.

İnsanda her türlü şüpheyi uyandıran bu SAVAŞ OYUNUNUN Ortadoğu’ya yayılma ihtimalinin nerelere varabileceği hususunda kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti devletinin yeterli istihbaratı vardır.

Yukarıda anlattığım gibi, üç gün içinde siyasette yaşanan gelişmeleri dikkate aldığımızda insan ister istemez “Quo vadis” demekten kendini alamıyor.

İşte bu yüzden dayanamadım, MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’ı arayarak ona Sayın Devlet Bahçeli’nin el sıkışma ritüelinin arka planını sordum. Hatta daha ileri giderek “Semih bey ne oluyor, hiç akla gelmeyecek bir el sıkışma sahnesinin sebebi ne? Ortada bir savaş tehdidi var ve içeriyi tahkim mi ediyoruz?” dedim. Semih bey gülerek “Yok Fuat bey öyle düşünmeyin. Genel Başkanımızın da ifade ettiği gibi Dünyada barış isterken ülkemizde de barış olsun arzusuyla bu adım atıldı” dedi. Semih Yalçın’a biraz nazım geçer, “Yapmayın başkan, daha düne kadar yaşadıklarımız ortada” diye ısrar ettim ama o biraz sonra Lider’in yanına ineceğini belirterek “Sonra konuşuruz olur mu?” diye kapattı.

Aslında şu anda tarihe tanıklık ediyoruz.

Çok netameli günlerden geçtiğimiz açık.

Bahçeli’nin bu el sıkışmalarla birlikte dillendirdiği “BARIŞ”  kavramının altının doldurulması gerektiğinin ne denli önemli olduğunu, iç barışı tahkim etmenin önemini tam da bu noktada akılda tutmak gerekiyor.

Son bir yıla şöyle bir bakalım.

Ülkemiz bu dönem zarfında son derece iyi organize edilmiş kışkırtmalarla test edildi. Kayseri ve Suriye’nin kuzeyinde eş zamanlı olarak gerçekleştirilen, iç harcı ırkçılık ve sığınmacı karşıtlığıyla karılan provokasyonların amacı, Türkiye’nin böylesi olaylar karşısındaki dayanaklılığını sınamaktı. Sosyal medya trolleri, muhalif mecralardaki sorumsuzlar “Kayseri halkı haklı olarak ayağa kalktı” diyerek, bir yalan üzerinden büyütülen olaylar zincirini tahrik etme yarışına girdiler. Düşünsenize, önce Kayseri’de bir sığınmacının bir kız çocuğuna saldırdığı yalanı yayılıp ortalık karıştırılıyor, kamyonlara doldurulmuş vandallar bölgeye gelip araçlarla evleri yakıp yağmalıyorlar, öte yandan da Suriye’nin kuzeyinde parayla kiralanmış satılıklar “Bizim Kayseri’deki kardeşlerimize saldırılıyor” diyerek Türk Bayrağı yakıyorlar.

Olaylar bastırıldı, provokasyon önlendi ve yalanlar ortaya çıkarıldı.

Peki ama bizi test edenler Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından test edildi mi?

Daha doğrusu yeterince test edildi mi?

Sığınmacılar üzerinden bu ülkenin yumuşak karnı diyerek sığınmacılar konusunu yalan haberlerle çatışma zemini yaratmak için kullanan siyasetçi kılıklı etki ajanlarının ajandalarını dürebiliyor mu?

Evet, barış isterken ve bunun için çok farklı, kayda değer adımlar atarken, eli sıkılması değil, bükülmesi gerekenleri hesaba katmak gerekiyor. Onlar da içimizde, unutmayalım.