Emperyalizm ve din köstebekleri
Din, insanlık tarihinin en güçlü bağlayıcı unsurlarından biridir. Maneviyat, ahlaki değerler ve toplumsal huzurun sağlanmasında önemli bir rol oynar. Ancak, dinin siyasi ve ticari amaçlar uğruna araçsallaştırılması yani istismar edilmesi toplumun dini inancını zedeler ve değerlerin yozlaşmasına neden olur.
FETÖ örneği, dini yapıların kontrolsüz bir şekilde büyümesinin ve devlet içinde güçlenmesinin nelere mal olabileceğini bizlere açıkça göstermiştir. Bu durum, devletin laik, demokratik ve adil bir düzende kalmasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Şimdi benzerleri yani FETÖ’nün ruh ikizleri aynı tehlikenin sinyallerini vermektedir…
Din üzerinden yapılan siyasi, ticari faaliyetler sorgulamayı ve eleştiriyi sınırlar. Dini hassasiyet taşıyan toplulukların desteğini almak, yönlendirmek ve etkilemek, bu yöntemle dokunulmazlık kazanmak ve amaca ulaşmak çok daha kolaydır.
Emperyalizm, dinin toplumlar üzerindeki güçlü etkisinin farkına varmış ve tarih boyunca bunu manipüle ederek toplumları kontrol altında tutmaya çalışmıştır. Emperyalizm, otoritesini meşrulaştırmak, bölgesel çıkarlarını korumak, yerel halkı kontrol etmek, sorgulama yerine boyun eğdirmek, biat eğilimini artırmak ve devletleri zayıflatmak amacıyla dini örgütlenmeleri birbirleriyle de çatıştırarak destekler ve kullanır. STK ve dini cemaatlerin devletin içine sızmasını teşvik ederek devlet kurumlarını içeriden çökertir. Bunun nedeni bu yapıların toplumsal, siyasi ve kültürel kontrolü sağlamadaki etkisinin dikkate alınmasıdır.
Emperyalizm farklı etnik, dini grupları ve mezhepler arasındaki ayrılıkları derinleştirerek toplumları kutuplaştırır. Bu, millet kavramının içini boşaltarak, birlik gücünü ve direncini önlemenin etkili bir yoludur. Irak, Suriye iç savaşı, Filistin’in kendi içinde bölünmesi, birlik beraberlik ruhunun yok edilmesi, bölgenin istikrarsızlaştırılması, bitmeyen gerginlikler ve Ortadoğu’nun sömürü düzeninin parçası haline gelmesi bunun somut bir örneğidir.
Suriye’deki gelişmeleri yakından takip etmeye çalışıyoruz. Halkına zulmeden, 50 yıl yönetimde hüküm sürmüş Baas rejimi çöktü. Suriye’nin yönetiminde rol alması için Suriye’de faaliyet gösteren ve başlangıçta El-Kaide ile bağlantılı olan, 2017’de HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) adıyla kurulan selefi-cihatçı ideolojiye sahip bir yapı öne çıkarılıyor. HTŞ, Baas rejimini başından bu yana tanımayan, uzlaşmaya yanaşmayan, rejimi devirmek için örgütlenen silahlı gruplar arasında yer alıyor. Yıllar süren iç savaşın neticesinde Esed’i devirmeyi başardılar.
HTŞ, İdlip gibi kontrol ettiği bölgelerde “Kurtuluş Hükümeti” adıyla az çok sivil yönetim tecrübesine sahip bir yapı. Ancak ABD ve uluslararası Batı medyası tarafından kabul görmesi ve parlatılması haklı olarak kafalarda bazı soru işaretleri oluşturuyor. Suriye’deki mevcut ideolojik ve politik koşullara baktığımızda ve HTŞ’nin yapısı ile karşılaştırdığımızda işler daha da karmaşık hal alıyor. HTŞ’nin, Suriye’yi bir bütün olarak yönetebilmesi zor bir olasılık. Zaten emperyalist güçlerin amacı da Suriye’nin bölünmesi, parçalanması değil miydi? Böl, parçala, yönet...
Emperyalistler, dini grupların aktörleriyle ittifak kurarak milli direniş hareketlerini zayıflatır. Dini yapıların etkisiyle halk, ulusal bir kurtuluş mücadelesi yerine dini bir kimlikle yönlendirilir. Siyonizm bu anlamda en tehlikeli dini yapıdır. Ancak karışık olmadığı, Yahudi halkının ulusal kimliğini, ırk ve ideolojisini koruyarak ilerlediği için diğerlerinden farklıdır. Sapkın bir din anlayışıyla İsrail’i kuran Siyonizm, işgal ve yayılmacı politikasını sürdürüyor.
İsrail, Gazze sonrası kancayı Suriye’ye taktı ve Şam’a yönelik saldırıları hız kesmeden devam ettiriyor. HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Colani de, İsrail’le savaşmak istemediklerini ve Suriye topraklarının İsrail’e yönelik saldırılarda kullanılmasına izin vermeyeceklerini söyledi. Bu şu anlama geliyor: İsrail’e saldırmayacaklar, Suriye’de İsrail’e yapılan her hangi bir saldırıyı kabul etmeyecekler. Burada, HTŞ ve İsrail aynı güç tarafından destekleniyor tezi üzerine düşünmek lazım.
Bölgede çoklu aktörlerin yoğun bir diploması trafiği sürüyor. Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünden ve terörden arındırılmasından yana. Türkiye’nin yapıcı, İsrail’in yıkıcı ve işgalci rolü Suriye’de karşı karşıya gelebilir. Bu durumun Suriye’de nasıl bir mücadeleye sahne olacağı zamanla ortaya çıkacak.
Türkiye, hem jeopolitik konumu hem de güçlü kültürel mirası nedeniyle emperyalist stratejilerin her zaman odak noktası olmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in Suriye’deki İsrail işgaline karşı yaptığı açıklamalar, uyarılar önemli. Türkiye’nin bu noktada alacağı sorumluluk, süreci doğru yönetmesi Türkiye için milli güvenlik konusudur. Suriye’de atılan her adım Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor.
İç cephenin güçlenmesi, Türkiye'nin zorlukları aşma kapasitesini ortaya çıkaran temel bir unsurdur. Bu, milli birlik ve dayanışmayı sağlamaktan ekonomik ve sosyal politikaların etkin uygulanmasına kadar geniş bir yelpazede etkisini gösterir. İç cephenin güçlü olması, yalnızca kriz dönemlerinde değil, uzun vadeli kalkınma hedeflerine ulaşmak için de gereklidir. Bu nedenle, ekonomik bağımsızlığın korunması için üretim ve tarımsal kapasitenin artırılması, kültürel değerlerin yozlaştırılmasına karşı milli bilincin güçlendirilmesi, toplumsal uyumu artıran ve dayanışmayı teşvik eden politikalar her zaman öncelikli olmalıdır…
Cemaat ve tarikat, vakıf ve dernek adı altında faaliyet yürüten yapıların denetimi ve takibi din hassasiyeti yüksek toplumlarda zafiyete uğrar. Bu hassasiyet, FETÖ ve benzeri yapıları besledi ne yazık ki aynı şekilde beslemeye devam ediyor. Siyasette insan kaynağı olarak bu potansiyelden nemalanmak istiyor. Sonrasında sonuçlarına millet olarak hep birlikte katlanmak durumunda kalıyoruz.
Türkiye’de devlet kavramını tanımayan, kural ve kanunlarını kendi din anlayışına göre uygulayan, ticarette ve siyasette etkin olan bu tarz gruplar giderek yaygınlaşıyor. Daha vahimi ise bu grupların devletin içinde belli yerlere getirilmesi güç dengesi oluşturması oluyor. Bu bağlamda siyasetin kendine çeki düzen vermesi önem arz ediyor. Bir düşünelim. Giderek radikalleşen ve yaygınlaşan bu gruplar toplum üzerinde baskı kurduğunda, kutuplaşmayı, bölücülüğü tetiklediğinde, devlete karşı geldiğinde, teröre dönüştüğünde nasıl kontrol edilecek?
Din, insanları ayrıştıran değil, birleştiren bir unsur olmalıdır. Dinin siyasi, ticari çıkarlara alet edilmesi ve sömürülmesi toplumun huzur ve barış içinde yaşamasının önündeki en büyük engellerden biridir. Toplum olarak, dinin kutsallığını her yönüyle korumak ve siyaseti daha etik, şeffaf ve ahlaki zemine taşımak için toplumun bilinçlenmesi, bu yönde farkındalığın oluşması mühimsenmelidir. İç cepheyi sağlamlaştırmak, emperyalizmin desteklediği ve kullandığı bu yapılara karşı alınan önlemleri de kapsamalıdır. En yakın örnek Afganistan, Ortadoğu, Suriye, İsrail ve Filistin…