Enerji merkezi olma çabası ve olasılıklar…
"Türkiye’nin bir enerji merkezine dönüşme çabası" ve attığı adımlar gerek Avrasya gerekse Atlantik dünyasında oldukça kapsamlı analizlere, hararetli yorumlara neden oluyor.
Bölge coğrafyasına ve enerji jeopolitiğine yön verecek bu önemli konuyu irdelemeleri, kendi açılarından olur ve olmazlarına bakmaları son derece anlaşılabilir.
Çünkü pandemi dahil Ukrayna savaşı öncesinde yaşananlar ve sürüp gitmekte olan savaş, enerji kaynakları, iletişim hatları, tedarik zincirleri ve tüketim alanları başta olmak üzere geleceğin nasıl şekilleneceğine dair peç çok riski, bilinmezliği ve belirsizliği beraberinde getirdi.
Sanırım en büyük sorulardan biri de savaş sonrasında petrol ve doğalgazı başta Rus kaynaklarının Atlantik’i beslemesi ve Rusya’nın oturacağı konumun ne olacağı konusunda.
Savaşın harareti ve ürettiği düşmanlıklarla birlikte Rus petrol, doğalgazı, petro-kimya ürünleri ile yıllık rekoltesi 150 milyon tonu bulan gıda tedariki ile Rusya’nın jeopolitik/stratejik akıbeti ne olacak?
Büyük bir belirsizlik olarak ortada duruyor.
Özellikle Almanya, Rus tedarikine olan bağımlılığını ortadan kaldırmak, en azından makul seviyelere indirmek için alternatif enerji kaynaklarına yönelip, yenilebilir enerji kaynaklarıyla ilgili müthiş bir girişim başlatmış olsa bile, soruna ‘şu evrede’ istenen bir çözüm bulabilmiş değil. Sonuçta konu, Alman bireylerini ilgilendiren yaşam sorunları boyutunda ele alınıyor gözükse de asıl sorun Alman endüstrisinin dengesinin bozulmasıyla ilgili. Çünkü Alman gücü ve üstünlüğü buradan geliyor.
Peki Türkiye ile Rusya arasında "Türkiye’nin bir enerji merkezi olmasını sağlayacak proje", başta Almanya olmak üzere, Avrupa ve Amerika’da nasıl bir karşılık bulacak?
Sonuçta, proje sadece tedarikçilerin değil, alıcılar ve alıcıları etkileyen patronajla mutabık kalınmasına, eşgüdüme ve ortak hareket etmeye bağlı. Yani konu, savaşta taraf olmuş iki eksenin Türkiye’nin enerji merkezi olması üzerinden yeni bir iş birliğine gitme konusu.
Bu noktada projenin salt Rus inisiyatifinde şekillenmesi, Atlantik tarafından çok kolay kabullenilebilecek bir şey değil. Bir diğer tarafıyla da soruna çözüm de bulmak zorundalar.
Bu noktada Rus petrolünün ‘olası’ Türkiye’de işlenerek, Avrupa’ya satışı konusunda ortaya çıkan dirençler ve destekler, bize bir fikir verebilir.
Geçen gün The New York Times’ta yapılan bir analizde, "Son derece güçlü bir rafineri kapasitesine sahip olan Türkiye; Rusya'dan rekor oranlarda indirimli ham petrol satın alıyor, rafine ediyor, ardından nihai ürünü yasal olarak Türk menşeli olarak etiketliyor ve küresel piyasa fiyatından satıyor’ diye bir görüş/iddia ortaya attı.
Daha bu konu gündeme bile gelmeden, bundan bağımsız olarak, Türkiye ile Rusya arasında gelişen enerji iş birliği, Rusya’nın bu iş birliğini istismar edebileceği, yaptırımları delmek için kullanabileceği gibi bazı gerekçelerle Türkiye’yi Atlantik baskısı altında bırakıyor.
ABD Hazine Bakanlığı'nın Terör Finansmanı ve Mali Suçlardan Sorumlu Bakan Yardımcısı'nın başkanlığındaki bir heyet Türkiye’ye gelmişti. Masada da, “Savaş yaptırımları, enerji güvenliği, ihracat kontrolleri, kara parayla mücadele ve terörün fonlanmasıyla mücadele” vardı.
Sonuçta Batı’nın da kafası karışık ve ‘bazıları acil ve gerçek zamanlı’ rasyonel ve kalıcı çözümler üretmek zorundalar. Ve bütün bunlar jeopolitik hassasiyetlerle de doğrudan ilişkili.
Ruslardan aldıklarını ciddi oranlarda kısıtlamakla birlikte, ilişkileri açmazlarına, savaş kurgularına, menfaatlerine bağlı düşük profil devam ediyor, yaptırımların delinmesine dair bir dirençleri var, ama koşullara ve zorunluluklara özgü bir çözümü de arzu etmiyor değiller.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Azerbaycan’dan gaz ithalatını ikiye katlamak için bir anlaşma imzaladığı temmuz ayında Bakü'ye gittiğinde, "AB Rusya’dan uzaklaşmaya ve daha güvenilir ortaklara yönelmeye karar verdi" demişti.
Bu ne kadar gerçekçi ve ne kadar uygulanabilir?
Mesele sadece tedariki bitirme işi mi?
Peki ya olası maniple ve engellemeler?
Ancak bu cümleler, bütüncül bir yaklaşım içinde, çözüme dair bir umut üretebilir. Çünkü Leyen bir başka sözünde Ukrayna savaşıyla birlikte AB’nin Rusya’dan doğalgaz tedariki 2021’e oranla 2022’de yüzde 43,5’tan, yüzde 7,5’e düşürdüğünü de söyledi. Yani ilişki hepten kesilmedi, kesilmiyor ya da kesilemiyor. Sonuçta Kuzey Akım tıkansa da üstte gümbür gümbür savaş gitse de alttan Rus gazı düşük profil Ukrayna üzerinden AB’ye akmaya devam ediyor.
O zaman işin içinde Rusya’nın da olacağı Azerbaycanlı, Türkmenistanlı bir denklem gelişebilir mi? Hatta bunun içine, İsrail gazı, Irak’ın kuzeyinde KhorMor-Şemşemal’den çıkacak gaz, Zerdüşt dönemlerinden beri Babagürgür/Kerkük’te boşa yanıp duran Tartışmalı Bölgeler ve Irak gazı eklenebilir mi?
Projeyi daha da büyütmek mümkün.
İşin içine Mısır’la, Katar’la, Cezayir’le, ABD’yle iş birliğini, hatta İran'ı bile katmak mümkün.
Bunları söylerken, temel öngörüm şu: Karşıtlaşmış tarafların mutabakatı üzerinden üretilemeyen bir çözüm, kabul görmekten ziyade, dirençler ve maniplelerle karşı karşıya kalabileceği gibi, son derece güçlü menfaatler ve jeopolitik hassasiyetler çatışacağı için çok da sağlıklı ve kalıcı olmasının çok zorlama olacağı yönünde.
Burada aklıma İran’ın, Irak’ın kuzeyinde Khor Mor-Şemşemal doğalgaz işini üstlenecek şirketi vurması aklıma geliveriyor.
Sonuçta ortak menfaatler üzerinden, sadece olası bir enerji kurgusu değil, küresel barışa, refaha, güvenlik ve dengeye dair bir arayışımız var.
Tam bu noktada projenin geleceği ve sağlığı açısından; Türkiye, Azerbaycan ve Türkmenistan liderlerin bu hafta Türkmenistan’ın Hazar kıyısındaki Avaza’da yapacağı zirve büyük bir umut ve değer taşıyor.
Dünyadaki en büyük doğalgaz (dördüncü) rezervlerinden birini barındıran Türkmenistan’ın doğalgazı, Azerbaycan’la birlikte Avrupa’ya ulaştırılmasıyla ve enerji merkeziyle ilgili üretilebilecek olası bir çözüm, kalıcı istikrara dair son derece büyük bir adım olacak.
Tabii altyapı/teknik sorunların çözümü de büyük değer taşıyor.
Sonuçta Azerbaycan ile Türkiye arasındaki TANAP’ın kapasitesi, yıllık 16 milyar metreküp. 16 milyar metreküplük bu hattın 10 milyar metreküpü Avrupa’ya, 6 milyar metreküpü de Türkiye’ye akıyor. Bununla birlikte Sayın Aliyev ve Sayın Leyen arasında temmuz ayında imzalanan anlaşmayla beş yıl içinde 32-33 milyar metreküpe ulaşması öngörüldü.
Bu durumda, eğer jeopolitik denge ve çıkarların eşgüdümü sağlanabilirse inşa edilecek yeni boru hatları da kapıda demek.
Mesele sadece Avrupa’nın gaz tedarikini çeşitlendirme meselesi de değil tabi.
İşin içine yeni inisiyatifler, bağımlılıklar, bağımsızlıklar, dengeler ve Rusya’nın da dahil olabileceği, en azından dışlanamayacağı bazı olası jeopolitik oluşumlar da giriyor.
Gelecek gerçekten çok ilginç olacak!