Erhan Afyoncu’ya kritik soru: Tarlayı kim sürdü?

Bastırılan 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişiminin ardından Türk demokrasisinin eline önemli bir fırsat geçti. Milli Savunma Üniversitesi’nin (MSÜ) kurulması önemli bir fikirdi. Asker ile sivilin birlikte çalışması sağlanacak, sivil dekanlar olacak, bu arada sivil profesörler ders vereceklerdi.

Başına da Rektör olarak tarihçi Prof. Dr. Erhan Afyoncu atandı.

Aradan 8 yıl geçti.

Geçen hafta bir de baktık ki Kara Harp Okulu yemin töreninde neredeyse 10 gündür konuştuğumuz o korsan yemin töreni hadisesiyle yeniden başa sardık.

Yaklaşık 980 Harp Okulu öğrencisinin arasından 250-300 yeni mezun teğmen, okul birincisi Teğmen Ebru Eroğlu’nun yönetiminde terkedilmiş yemini okudu. Hem de “İsyan” anlamına gelen kılıçları çekerek. Kılıç çekme değil, kılıç çatmaymış o. Literatür uyanıklığı. Aslında “Ben mecburen yemin ettim karşında ama asıl yeminim budur” diyordu Teğmen Ebru Eroğlu ve onunla ortaklaşan organize teğmenler.

Hepsi de MSÜ’nün müfredatından ve tedrisatından geçmişti.

MSÜ neden ve hangi amaçla kuruldu?

“Darbe mi, bir daha asla!” dediğimiz için.

Askeri okullarda, Harp Okullarında beyinleri “Sen bu ülkenin sahibisin, tek hâkimisin, siyasetçiler gelip geçicidir, gerektiğinde yönetime el koyarsın” zihniyetiyle yıkanan subay adayları yerine, demokrasiye inanan, o iradeye itaat eden, siyasi iktidarın demokratik denetim ve gözetim mekanizmasını kabullenerek uygulamaya sokan, siyasal ve kurumsal otonomi alanlarını genişleterek bir vesayet sistemi kurmayı artık geride bırakmış subayları yetiştirmekti, öyle değil mi?

Peki bunu başarabildi mi Milli Savunma Üniversitesi?

Bir kısım Kara Harp Okulu öğrencisinin korsan yemininde gördük olamadığını.

Şimdi gelinen noktada herkesin ortaklaştığı konu şu:

Disiplinsizlik.

Kimileri “Öküzün altında buzağı aramayın” diyor.

Vallahi Türkiye’nin darbeler tarihini bilen, yaşayan biri olarak değil buzağı FİL bile ararım.

Çünkü her disiplinsiz eylemin arkasında bir “niyet” yatar.

O halde Milli Savunma Üniversitesi neden sınıfta kaldı?

Oysa çok iyi bir fırsattı ve Erhan Afyoncu gibi tanınan, üzerinde mutabık kalınan bir isimden daha iyi bir seçim olamazdı.

Ama demek ki bir üniversiteyi yönetmek, hele MSÜ gibi bir üniversitenin rektörü olmak, televizyon programlarında tarih anlatmaya benzemiyor.

Sordum, soruşturdum.

Geçen akşam YouTube yayınında Emekli Albay, Askeri, strateji ve Güvenlik Uzmanı, Akşam Gazetesi Yazarı Yusuf Alabarda’yı dinledim. Söylediklerine çok önem veririm çünkü alanında derin bir isimdir.

Geçmişte Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kendini ülkenin, devletin yegane ve asıl sahibi olarak görmesi nedeniyle doğrudan veya dolaylı olarak ülke siyasetine müdahalede bulunduğunu yaşadık, gördük.

Uluslararası literatürde Pretoryanizm deniliyor bu duruma.

Bu bir vesayet hastalığı ve anlaşılan tam olarak bünyeden atılamamış, tersine yeniden nüksetmiş.

Demek ki tarla birileri tarafından sürülmüş.

Bu yüzden şu soruları yöneltmek elzem oldu Sayın Erhan Afyoncu’ya…

1-Atadığınız bazı dekanların geçmişin darbeci Kemalist vesayet anlayışını hâlâ bünyesinde muhafaza eden isimlerden olmasının bu sonuçta etkisi nedir?

2--Bu dekanlar hangi öğretim üyelerini görevlendirdi? Harp okullarına subay ve astsubay olarak kimler tayin edildi?

3-Müfredatınızı neden hiçbir biçimde internet sitenizde göremiyoruz. Kuşkusuz bazıları gizli olabilir de hepsi mi?

4- Öğrencilere ülkemizin darbeler tarihi anlatıldı mı? 27 Mayıslar, 22 Şubatlar (Talat Aydemir), 20 Mayıslar (Talat Aydemir), 12 Martlar, 12 Eylüller, 28 Şubatlar, 15 Temmuzlar. Yani Demokratik sivil-asker ilişkileri kapsamında, İngiltere’deki King’s College’da(İngiliz Kamu Araştırma Üniversitesi) ABD’de West Point gibi askeri okul ve mekanizmaların içerisinde öğretildiği üzere, subay adayı öğrencilerin demokrasiyi içselleştirecek ve darbelere karşı mutlak surette direnecek vasıflara sahip olmalarını sağlayacak, darbelerin Türk silahlı kuvvetlerine ve Türkiye Cumhuriyeti devletine olan bedelini örnek senaryolarla anlatan dersler müfredatta var mıydı?

Evet, MSÜ’de dersler eğer öğrencilerin demokratik dönüşümünü sağlayacak evsafta verilmiyorsa, demokratik iradeye saygı öğretilmiyorsa, demokratik gözetim ve denetim mekanizmasının önemi anlatılmıyorsa sorun büyük.

Demokratik gözetim ve kontrol odur ki, cemaat ya da tarikat, mezhepsel ve ideolojik dahil hiçbir yapılanma, silahlı kuvvetler içine sızamaz. Bu silahlı kuvvetler içindeki örgütsel yapılanmaların önüne geçebilecek en önemli enstrümandır.

Bunlar üniversite bünyesinde yapılması gerekenler.

Meselenin başka boyutları da var.

Dünya örneklerinde olduğu gibi Kara, Deniz ve Hava kuvvetlerinin genel sekreterlik kadrolarıyla ordu ve kolordu düzeyinde genel sekreterlerin direkt sivil iradeye, Milli Savunma Bakanlığı’na ya da orada bir bakan yardımcısına bağlanarak, o birliklerde neler olup bittiğinin, halkın oylarıyla iktidara gelmiş sivil irade adına gözlem altında tutulmasıdır. Bu dünyada da uygulanan bir yöntemdir.

Bir de ORDU BU İŞİ KENDİ İÇİNDE ÇÖZER, ORDUYU RAHATSIZ ETMEYİN gibi akıllara zarar bazı söylemler var…

Ordu tabii ki kendi içinde bu işi çözer ve ordu içinde darbelere karşı olan bir ekseriyet var. Ama şartlar ne olursa olsun, seni koruması için eline silah verdiğin her unsuru, mutlaka denetim altında bulundurmalısın şeklinde izah edilen sorunsal bu şekilde iyi niyet söylemleriyle çözülemez. Bunu söyleyenlerin varacağı yer ya 27 Mayıs’tır ya da 12 Eylül ve 28 Şubattır.

Şu son olayda gördük ki muhalif kesimden Ekrem İmamoğlu’nun cıvık konuşmasına kadar söylenen şu:

Harp okulu öğrencileri üzerinden bir darbe mi olur?

Bu darbeler tarihini bilmemekten kaynaklanmıyor. Bilerek söylüyorlar bunu, perdelemek için.

TALAT AYDEMİR EMEKLİ BİR ALBAYDI.

İki kez darbe teşebbüsünde bulundu. Hem de HARP OKULU ÖĞRENCİLERİYLE birlikte. Teğmen bile olmamışlardı o çocuklar. Başbakan İsmet İnönü Talat Aydemir’i bir kez affetti.

Ama darbeciyi affedersen durmaz. Talat Aydemir de öyle yaptı.

Bunun işaretini de darbe öncesinde verdiler üstelik.

İsmet İnönü, bastırılan ilk darbe girişiminden sonra gazetelere bir demeç vererek “HARBİYELİ ALDANMIŞTIR” dedi.

Ama Talat Aydemir’in Harbiyelileri topluca yürüyüş yaparak, Kızılay ile Sıhhıye arasındaki Atatürk anıtına “HARBİYELİ ALDANMAZ” yazılı bir çelenk bıraktılar.

Ardından da yeni bir darbe girişimi.

Devlet bu kez affetmedi. Aydemir idam edildi, binlerce harp Okulu öğrencisi okuldan atıldı, hapse girenlerler oldu.

27 Mayıs 1960 darbesi, Talat Aydemir darbe girişimleri, 9 Mart 1971 Baasçı darbe hazırlığı ve 12 Mart 1971 askeri muhtırası döneminde, 10 yıl gibi bir sürede TSK’nın üçte ikisi tasfiye edildi. Bunların çoğunluğu Harp okulu öğrencileri ve “sürekli rahatsız” genç subaylardı.

Peki “rahatsızlık” bitti mi?

Görüyoruz ki bitmemiş.

O halde yapılacak belli.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan işareti verdi.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin demokratik gözetim ve denetimi devam edecek.

MSÜ hayal kırıklığı yaratsa da.