Fotoroman hayatlar
Hemen yaşayalım ve bitiversin diye yaşadığımız hayatları hiç bitmesin diye fotoğrafla kaydetmek insanın çelişkisi. Bu modern çağın akıl hastalığı ve ben aklımı kaybetmemek için yazıyorum. Bu gürültüde ne yazılabilirse, ne kadar yazılabilirse o kadar...
Yazı insana bir bitiş vermiyor, hikayenin devamına inandırıyor.
Küçüklüğümüze dair iki kare fotoğrafımız varsa şanslı sayıldığımız bir dönemde nasıl gülümsediğimizi, nasıl ağladığımızı, neler giydiğimizi bilmediğimiz gizemli bir tarihçenin çocuklarıydık. Şimdilerde "gizem" kelimesi rafa kalktı.
Hangi tarihte ne giydikleri, ne dedikleri, ne yedikleri ortalıkta olan anılar, artık bir panayır çöplüğü. İçinden anlamlı anlar çıkarabilmek puzzle gibi başa bela bir uğraştan ibaret.
Anılar milyonlarca bomboş fotoğraf, video karesinin gürültüsünden müteşekkil artık. Kimsecikler özel değil, sadece anlamsız bir gürültüden ibaret.
Halbuki gerçek hayat dedikleri bu olmamaliydi, gerçeğin ortaya çıkmak, ikna etmek, çok tıklanmak gibi bir derdi yoktu. Gerçek, gürültüyü sevmezdi.
Benim tek bir hayatım var, onu da bu hır gür içinde geçirmeyeceğim. Gerçek seslere, sahici kokulara meftun bir ömür sürecek; anlam arayacak, anlam vereceğim. Taa ki sakin huzur kapımı çalana kadar.