Fransa'nın Suriye'deki yeni ve şüpheli rolü: Terörün güvenli limanı mı oluyor?
Terör örgütü YPG'nin sözde dış ilişkiler sorumlusu olan İlham Ahmed'in bir Fransız kanalına verdiği röportajda söylediği sözler, Fransa'nın terör örgütü ile ilişkisini yeniden gündeme getirirken, Hakan Fidan, "Avrupa'daki bazı küçük ülkeler Amerika Birleşik Devletleri (ABD) askeri olmadan kendileri bölgeye gelip operasyonlar yapabiliyorlarsa veya askeri güç bulundurabiliyorlarsa görelim" açıklaması ile net bir mesaj verdi.
Terör örgütü PKK'nın Suriye kolu olan YPG'nin sözde dış ilişkiler sorumlusu olan İlham Ahmed'in bir Fransız kanalına verdiği röportajda söylediği sözler, terör örgütünün yeni Suriye'deki pozisyonunun yanı sıra Fransa'nın Suriye politikası ve terör örgütü ile ilişkilerini de tekrar gündeme getirdi.
Ahmed'in açıklamasında, Fransa'nın, Türkiye-Suriye sınırına asker konuşlandırmasının bölgede barışın sağlanmasına yardımcı olabileceğini söylemesi ve buna karşılık Fransa Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Christophe Lemoine'nın Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) "Borcumuzun bilincindeyiz" demesiyle bu ihtimalin ne kadar mümkün olduğu sorgulandı.
Buna karşılık Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın ise "Avrupa'daki bazı küçük ülkeler Amerika Birleşik Devletleri (ABD) askeri olmadan kendileri bölgeye gelip operasyonlar yapabiliyorlarsa veya askeri güç bulundurabiliyorlarsa görelim" ifadeleri ise Fransa'nın Suriye ve YPG politikasının sorgulanmasına sebep oldu.
FRANSA’NIN SURİYE’DEKİ KİRLİ GEÇMİŞİ
Birinci Dünya Savaşı sonrası İngiltere’yle paylaştıkları Orta Doğu'da Suriye ve Lübnan'a hakim olan Fransa'nın bölgeye yönelik ilgisi o günlerden beri devam ediyor.
Fransız sömürge ve manda yönetimi tecrübesinde bölgenin etnik ve mezhepsel ayrımlarının körüklenmesi Lübnan ve hatta Suriye'nin mevcut sorunlarının ana sebepleri arasındadır. Suriye özelinde ise Fransızların birlikte çalıştığı Nusayri azınlığı, Sünni Arap çoğunluğa karşı aktörleştirmesinin Hafız Esed'in Baas partisi içerisindeki darbeler serisi sonrasında ülkeyi Nusayri kimlikli bir Esed rejimine dönüştürmesine bile zemin hazırladığı söylenebilir.
Dolayısıyla Fransa 100 yıl önceki politikalarıyla Suriye'de tarihi bir arka plana sahipken bugün benzer emperyal hayallerini sürdürmeye devam ediyor.
Her ne kadar Avrupa’da ABD’den bağımsız bir Avrupa askeri gücü ve stratejik otonomi savunusu Fransa’da yaygın bir yaklaşım olsa da Fransa’nın Suriye politikası iç savaş boyunca ABD’nin gölgesinde hareket etmek oldu.
PKK'YA ASKERİ DESTEK
Eski ABD Başkanları Barack Obama ve Donald Trump dönemlerinde ABD, Suriye’de Esed rejimine yönelik hava saldırılarına katılsa da asıl odağı DEAŞ’a karşı koalisyon kurma ve bu doğrultuda PKK/YPG’ye askeri destek vermek oldu.
ABD'nin bu politikasının özünde sömürgeci hayallerinden kopamamak kadar Türkiye ile rekabette de bir koz elde etme çabasının bulunduğunu söylemek mümkündür.
Bunlarla birlikte, Fransa Afrika’da eski sömürgelerinden çıkma baskısı altındayken Afrika ülkelerinin özellikle Türkiye ile yakınlaşması Türkiye ile Fransa’yı kriz bölgelerinde karşı karşıya getiren bir durum oldu.
FABRİKA DEAŞ İŞGALİNDE BİLE ÇALIŞTI
Fransa’nın Suriye’deki kirli geçmişi bunlarla sınırlı değildir. İç savaş sırasındaki en dikkat çeken skandallardan biri, Fransız çimento firması Lafarge’ın Suriye’deki fabrikasının DEAŞ işgali altında bile çalışmaya devam etmesi oldu. Hatta Lafarge fabrikasının DEAŞ’a ödeme ve satış yaptığı da ortaya çıktı, tüm bunların Fransız istihbaratının bilgisiyle gerçekleştiği de kanıtlandı.
Öte yandan Fransa, iç savaş sırasında sembolik olarak karşı bir pozisyon alsa da Esed rejimine karşı ciddi bir adım atmaktan kaçındı, 1982 Hama Katliamı’nın faili, Hafız Esed’in kardeşi Rıfat Esed’in 1998’den 2021’ye kadar Fransa’da ikamet etmesine izin verdi.
Fransa Hükümeti, 2021’de Rıfat Esed'in Esed rejimi adına emlak imparatorluğu yönetmek suçundan yargılanması devam ederken Suriye’ye kaçmasına da göz yumdu. Dolayısıyla Fransa’nın Suriye iç savaşı, Esed rejimi ve terörizm konusundaki söylemleri retorikten öteye gitmeyen ve Fransa’nın asıl niyetini gizleyen bir aparattan fazlası olmadı.
FRANSA - TERÖR ÖRGÜTÜ PKK/YPG İLİŞKİSİ
Tüm bu politik pozisyonun içerisinde belki de en kirli yakınlaşma Fransa’nın DEAŞ’a karşı koalisyon bahanesiyle Suriye’ye özel kuvvet birliklerini göndermesi ve terör örgütüyle yakın ilişkiler geliştirmesi oldu. Öyle ki İlham Ahmed’in açıklamasından, Fransa’dan Türkiye’ye karşı Suriye’ye daha fazla asker yerleştirmelerini isteyecek kadar yakın bir ilişkileri olduğu sonucu çıkarılabilir.
Lafarge skandalının Fransa’da ve Batı'da konuşulmayan asıl önemli noktası ise bu kirli ilişkinin kapsamını görmek açısından önemlidir. Lafarge fabrikası, bölge DEAŞ’tan PKK/YPG’nin kontrolüne geçtiğinde de çalışmaya devam etmiştir. Hatta ABD askerlerinin fabrika içerisinde bir askeri üs kurması ve tesisin korunması sağlanmıştır. YPG’nin Afrin’de, Tel Rıfat’ta ve Münbiç’te ele geçirilen tünel ağlarında da bu fabrikadan temin edilen çimento kullanılmıştır.
Lafarge’ın iç savaş sırasında DEAŞ’la ilişkisi ekonomik çıkarları için terör örgütüyle ilişki kuran bir yabancı şirket iken, daha sonra bölgeyi işgal eden PKK/YPG ile ilişkisi ise terör örgütüne kabiliyet ve kapasite inşa etmeye çalışan bir sivil ortak şeklindeydi.
Yani bu olay tekil bir hadise olmaktan öte Fransa’nın Suriye politikasında kritik bir yere sahip PKK/YPG terörüyle derin ilişkileri gösteren bir örnek niteliğindedir.
YABANCI SAVAŞÇILAR VE TERÖRİSTLER
Fransa’nın Suriye’deki eski emperyal hayalleri, Türkiye ile rekabet çabası ve PKK/YPG ile kirli ilişkilerinin yanı sıra belki de en zayıf karnını oluşturan mesele ise DEAŞ mensubu Fransız vatandaşı teröristlerdir.
Fransa, terör örgütüne bir yandan DEAŞ’la mücadele kapsamında ABD gözetiminde destek verirken diğer taraftan Suriye’nin doğusundaki el Hol ve Roj gibi kamplardaki DEAŞ mensuplarının tabiri caizse gardiyanlığını YPG’ye yaptırıyor. Uzun yıllardır bu kamplardaki vatandaşlarını geri almaları ve yargılamaları yönündeki baskılara rağmen diğer Batı ülkeleri gibi Fransa’nın da bundan kaçınması ise PKK/YPG terör örgütünün bu kamptakileri Batıya karşı bir koz olarak kullanmasına zemin hazırladı.
PKK/YPG'nin ve ABD’nin, DEAŞ’la mücadeleye zarar verdiği ve DEAŞ’lı kamplarının güvenliğinin riske girdiği bahanesiyle Türkiye’nin Fırat nehrinin doğusundaki terör hedeflerine yönelik meşru operasyonlarını engellemeye çalıştığı aşikardır.
Böylece YPG, bu kamplardan Batı vatandaşı DEAŞ’lıların kaçabileceği tehdidiyle Batı'dan Türkiye’ye baskı yapması için bir koz elde ediyor.
Halbuki Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekatı başta olmak üzere Suriye’de DEAŞ’a karşı mücadelede oynadığı etkin rol ve ABD’ye bu konuda yaptığı çağrılar düşünüldüğünde Batı ülkelerinin DEAŞ’a karşı PKK/YPG terörünü desteklemelerini gerektirecek bir durumun olmadığı ortaya çıkıyor.
Diğer taraftan Fransa Dışişleri Bakanının geçtiğimiz hafta yaptığı Şam ziyaretinde yeni yönetime yabancı savaşçılar konusunda uyarıda bulunarak bunların yeni Suriye yönetiminde görev almasından rahatsız olduklarını dile getirmesi de ciddi bir tutarsızlığa işaret ediyor.
Suriyeli muhaliflerin içerisindeki yabancı unsurlardan rahatsız olurken diğer taraftan PKK/YPG terörüne askeri ve diplomatik destek vermek, dahası kendi vatandaşı olan DEAŞ’lı yabancı teröristleri ise geri alıp yargılamaktan kaçınmak da Fransa’nın Suriye’deki politik tutarsızlıklarını gösteren önemli bir örnektir.
TERÖRÜN BEYHUDE YENİ PATRON ARAYIŞLARI
Tüm bunların sonucunda terör örgütü liderinin, Fransız askerini Türkiye aleyhine Suriye’ye davet eden açıklamasına geri dönecek olursak, PKK/YPG’nin yeni Suriye’de daralan yaşam alanı ve ABD’nin Trump yönetiminde olası bir asker çekme kararı sonrası hayatta kalmak için bir manevra yapmaya çalıştığı sonucuna varılabilir.
Esed rejiminin devrilmesiyle sahada tarihsel ve güncel olarak önemli bir müttefikini kaybetmiş olan PKK/YPG terörünün, Trump’ın olası kararı sonrası sahadaki güvenlik şemsiyesini de kaybedecek olması ve kaçınılmaz tasfiyesi, bu boşluğu İsrail ve Fransa gibi aktörlerle doldurma çabasına yöneltti.
Yine de Bakan Fidan’ın belirttiği gibi, sahada Amerikan askeri olmadığında ne Fransa’nın ne de İsrail’in terör örgütünü tasfiye olmaktan koruyabilecek bir askeri varlık gösteremeyecek olması sebebiyle bu çabaların beyhude kalacağı ifade edilebilir.
Sonuç olarak Fransa’nın Suriye politikası emperyal hayallerin son dayanak noktalarından biri olarak şekillenirken iç savaş boyunca yaşanan skandallar, tutarsızlıklar ve terör örgütlerine destek düşünüldüğünde oldukça kirli bir sicile sahiptir.
Suriye’de oluşan yeni gerçekliğe adapte olmamaya inat ederek teröre destek vermeye ve Şam’a karşı ekonomik yaptırımları bir koz olarak kullanmaya çalışacak Fransız politikasının ise yakın gelecekte de başarısız olması kaçınılmaz görünüyor.