Geçmişten günümüze bürokratik sorunlar
Türkiye’de devlet geleneği, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan güçlü bir bürokratik yapı üzerine inşa edilmiştir. Bu yapı, zaman zaman siyaset ve halk iradesiyle rekabet eden, hatta onu baskılayan bir güç odağına dönüşmüştür. Bugün hâlâ etkisini hissettiren “bürokratik oligarşi” kavramı, devletin kurumsal hafızasını koruma iddiası ile halkın talepleri arasında süregelen gerilimin bir yansımasıdır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda merkeziyetçi bir yönetim anlayışı hâkimdi. Padişahın mutlak otoritesi altında bile bürokrasi, devletin işleyişinde kritik bir rol oynuyordu. Osmanlı’nın modernleşme çabaları, özellikle Tanzimat Fermanı (1839) ve Islahat Fermanı (1856) bürokratik yapıyı daha da güçlendirdi.
Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte bürokrasi, yeni rejimin kurumsallaşmasında merkezi bir rol üstlendi. Yeni yönetim Osmanlı’nın güçlü bürokratik geleneğinden yararlandı. Ancak bu dönemde bürokrasi, halkın doğrudan yönetime katılımına mesafeli bir tavır aldı. Tek parti dönemi boyunca devletin kadroları, modernleşmeyi yukarıdan aşağıya bir süreç olarak görerek halkı yönetilen bir kitle olarak konumlandırdı.
Çok partili hayata geçişle birlikte Türkiye’de bürokratik oligarşinin etkisi daha görünür hale gelmiş ve halk iradesi ile devletin köklü bürokratik unsurları arasında gerilimler yaşanmıştır. 27 Mayıs 1960 darbesi, başta yargı, ordu ve akademi, bürokrasinin sivil siyasete karşı ilk büyük müdahalesi oldu. Bu süreç, 1971 Muhtırası ve 1980 Darbesi ile daha da pekişti. 1982 Anayasası, bürokratik yapının özellikle yargı, asker ve yüksek kamu yönetimi alanlarında etkisini artırmasına zemin hazırladı.
1990’larda artan siyasi istikrarsızlık ve koalisyon hükümetleri, bürokrasinin yönetime olan etkisini artırdı. 2000’li yıllarla birlikte Türkiye’de siyaset ve bürokrasi arasındaki mücadele yeni bir boyut kazandı. 2002 seçimleriyle iktidara gelen AK Parti, askeri vesayete dikkat çekerek bürokrasinin sivilleşmesini savundu. 2010 ve 2017 anayasa değişikliği referandumu ve sonrasında yapılan reform paketleriyle yargı ve askerî bürokrasinin etkisi törpülendi. Fakat bu süreçte, sivil yönetimin güçlenmesiyle birlikte bürokratik oligarşinin yerini siyasal merkezde toplanan yeni bir yönetim şekli aldı.
AK Parti, 2002’den itibaren Türkiye’de siyasetin merkezinde yer alan iktidar partisi olarak, devlet yönetiminde köklü değişiklikler yapsa da bürokratik sorunları çözüme kavuşturacak sistemi tam manasıyla kuramamıştır.
Devlet kurumlarıyla vardır ve devletin başarısı, liderlerin vizyonu kadar bürokrasinin etkin ve adil işleyişine de bağlıdır. Türkiye’de 11 binin üzerinde üst düzey bürokrat bulunmaktadır. Bu görevlere liyakatli, sorumluluk sahibi, vicdanlı, ahlaklı, aç gözlü olmayan, ülkesine, milletine bağlı, dürüst ve ehil insanların atanması hayati bir konudur.
Bu bağlamda; bürokraside çıkar gruplarının oluşmaması, rüşvet ve yolsuzlukla etkin mücadelenin yapılması, kamu zararına yönelik caydırıcı cezaların getirilmesi ve bu cezaların istisnasız uygulanması, şeffaflık ve denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi, suistimale açık 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun düzenlenmesi, bürokrasinin siyaseti baskılayan, yavaşlatan ve yönlendiren eğilimlerine yönelik açıkların kapatılması önem arz etmektedir…