Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu

Bu yazımızda; 18.10.2022 tarihli ve 31987 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7418 sayılı Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 29. maddesiyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na eklenen m.217/A hakkında açıklamalara yer verilecektir.

TCK m.217/A
“Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” başlıklı Türk Ceza Kanunu m.217/A’ya göre; “(1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.

(2) Suçun, failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır”.

Maddenin ilk fıkrasında suçun temel, ikinci fıkrasında ise suç tipinin cezayı ağırlaştıran nitelikli hallerinin düzenlendiği görülmektedir. Cezanın üst haddinin 3 yıl hapis olarak öngörülmesi, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun m.100/4’de öngörülen tutuklama yasağının burada geçerli olmayacağını göstermektedir.

Maddenin 1. fıkrasında; sırf halk arasında endişeye, korkuya veya paniğe yol açmak saikinin arandığı, bu saikin özel kast olarak öngörüldüğü, fakat halk arasında endişenin, korkunun veya paniğin gerçekleşmesinin suçun tamamlanmasında aranmadığı, esasen suçun teşebbüse elverişli olmadığı, kanun koyucunun “kamu barışı” başlığı altında koruduğu hukuki yararların üç alt başlıktan ibaret olduğu, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlık olarak bunların sayıldığı, başlıkla uyumsuz bir şekilde madde metninde “gerçeğe aykırı bilgi” kavramına yer verildiği, neyin gerçek veya neyin gerçek dışı bilgi olduğu hususunda nereye, nasıl bakılacağının ve hangi ölçütlerin esas alınacağının belirtilmediği,

Esasen Anayasanın 26. ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 10. maddelerinin güvencesi kapsamında yer alan ifade hürriyeti bakımından demokratik, çoğulcu bir anlayışı benimsemiş bir hukuk toplumunda gerçek bilginin kamu otoritesi dahil bir yere ve bir esasa bağlanamayacağının tartışmasız olduğu, bunun aksinin kabul edilemeyeceği, çünkü aksi kabulün “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa m.13’e aykırı olarak ifade ve basın hürriyetlerinin özüne müdahale teşkil edeceği, caydırıcı etki oluşturacağı,

“Kamu barışını bozmaya elverişlilik” hareketle somut tehlike suçu ile bu suçun gerçekleştirilmesinin zorlaştırıldığına dair kabulün de yerinde ve yeterli olmadığı, bu tür muğlak kavramlarla genellikle konuşanlara ve yazanlara gösterilen tepkinin kamu barışının bozulmasına elverişlilik bakımından yeterli görüldüğü, bunun ifade ve basın hürriyeti üzerinden ciddi baskı oluşturacağı, maddede aranan “aleniyet” şartının gerçekleşmesinin de çok kolay olduğu, çünkü insanların yazıp konuştuklarını, toplumun bir kısmı veya tamamı ile paylaşmayı hedefledikleri, günümüz iletişim vasıtalarının ve sosyal medyanın bunu da mümkün kıldığı,

“Ortak hüküm” başlıklı TCK m.218’nin 2. cümlesinde geçen “Ancak haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.” hükmü bir hukuka uygunluk sebebi olarak kabul edilmekle birlikte, özellikle halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçunun soruşturma ve kovuşturmaya konu edilmesini engelleyeceği, uzun süren yargılamalar sonucunda m.217/A’da ve m.218’de belirtilen unsur ve kriterlerle suçlamadan kurtulmanın gündeme gelebileceği, zamanla istinaf ve temyiz kanun yollarında oluşacak içtihat birliğinin de sorunu çözmeye yeterli olmayacağı, çünkü halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama, örgüt propagandası ile hakaret suçlarında bugüne kadar hala bir içtihat birliği ve uygulama yeknesaklığının sağlanamadığı, ifade ve basın hürriyetleri üzerinde baskıların devam ettiği, caydırıcı etki oluşturan bu tür ceza normları ile uygulamaların çoğulcu demokrasiyi, haber alma ve verme hakkını kısıtladığı,

Fikri alandan uzak durması amaçlanan Ceza Hukukunun, hem ifade hürriyeti ve hem de hazırlık hareketleri dahi sayılamayacak alanlara müdahalesi mümkün kılınarak ceza sorumluluğu alanının genişletildiği, benzer düzenlemeye 07.06.1956 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen ve 08.06.1956 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 6732 sayılı Neşir Yoliyle veya Radyo ile İşlenecek Bazı Cürümler Hakkındaki 6334 sayılı Kanunun Adı ile Bazı Maddelerinin Tadiline ve Bir Madde İlavesine Dair Kanun’un 3. maddesinin 1. fıkrasında da yer verildiği, bu kanunlaştırmanın 66 yıl önce yapılıp, bugün benzer bir yasal düzenlemeye gidilmesinin isabetli olamayacağı, Ceza Hukukunun bu alana sirayetinde isabet olmadığı, gerçek dışı bilgi yaymayı cezalandıran maddenin, koruduğu hukuki yarar ve etkileyebileceği toplumsal kesimin büyüklüğü arasında orantısızlığın dikkate alınması gerektiği, ifade hürriyetinin özünü zedeleyeceğinin tartışmasız olduğu, neyin gerçek neyin gerçek dışı bilgi olduğuna bunları öğrenen toplumun karar verebileceği, George Orwell’in 1949 yılında yayımlanan “1984” romanında geçen “Gerçek Bakanlığı” fikrinin yarar sağlamayacağı, “gerçeğe aykırı bilgi” kavramının ifade hürriyetinin koruma alının dışında bırakılmasının kabul edilemeyeceği, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda istisnai olarak ifade hürriyetinin kullanılması yoluyla işlenen suçların zaten cezalandırıldığı, bu alanı genişletmenin demokrasi ve hukuk açısından sorunlara yol açacağı tartışmasızdır.