“Hayatım bana kimin eli kimin cebinde dizisi getir, başkası satmaz…”

Başlıktaki laf, televizyon ve dijital platform dünyasının merkezindeki ünlü bir yapımcıya ait.

Anlatacağım.

Dünkü yazımın (*) ardından beni sinema ve dizi dünyasından, medyadan, tanıdığım ve tanımadığım pek çok yönetmen, senarist ve oyuncu aradı. Hepsinin derdi aynıydı.

İsimlerini veremeyeceğim. Bu da zaten başlı başına piyasadaki mafyatik yapıya işaret etmekte. Aksi halde aforoz edilmeleri, sistematik bir yıpratma kampanyasına maruz kalıp ellerindeki küçük, ufak tefek işlerden de mahrum kalmaları işten bile değil.

Öylesine bir kara düzen oluşturulmuş ki kendilerinden olmayan, icazet vermedikleri, haracını kesmedikleri hiçbir piyasa oyuncusuna hayat hakkı tanımıyorlar.

Ekranlara getirilen dizi ve filmler ise sürekli olarak bir ahlaki erozyonu hızlandırıcı manivela olarak kullanılıyor.

Konunun önemi yok. İster Doğu’da, ister Karadeniz ya da Ege’de çekilsin farketmez.

İKİ KRİTER VAR.

Birincisi hikâye ve atmosfer nasıl olursa olsun kadınlar yarı çıplak gezecek.

İkincisi ise belli. Başlıktaki laf, beni arayan ve filmleri Türkiye’de milyonlarca insan tarafından seyredilmiş, yurtdışında tamamen yabancı oyuncularla bir film çekmiş bir yönetmenden alıntı. Konuştuğum bu yönetmen Türkiye’ye hükmeden büyük yapımcılardan birine gidip “Abi şimdiki diziler iyice çığırından çıktı. Türkiye’de eskiden çok güzel aile filmleri vardı ve milyonlar tarafından izlenirdi. Böyle bir film projem var” diyerek elindeki dosyada bulunan, senaryosunu kendi yazdığı dizinin konusunu anlatmaya davranır. Yapımcı eliyle onu durdurur.

Söylediği çok nettir:

“Hayatım bana böyle dizi projeleriyle gelme. Bana kimin eli kimin cebinde diziler lâzım. Biz yurtdışına da satıyoruz biliyorsun Türkiye’deki gösterimden sonra”

Ne cevap versin buna?

Çaresiz boynunu büker.

Hatırlıyor musunuz?

Bizimkiler, Perihan Abla, Süper Baba, Yedi Numara, İkinci Bahar, Ekmek Teknesi, Seksenler, Gönül Dağı, Sevdaluk, Mahallenin Muhtarları, Şaşıfelek Çıkmazı, Sıdıka, Şehnaz Tango, Ferhunde Hanımlar, Geniş Aile, Yeditepe İstanbul, Aramızda Kalsın ve daha onlarcasını.

Hepsi de çocukluğumuz, gençliğimiz ve yetişkinliğimizin hafıza kartında en müstesna yerleri olan diziler.

İyiliği, güzel ahlâkı, terbiyeli davranmayı, nezâketi, karşılıksız iyiliği, kötülüğün bedelsiz kalmayacağını bize aşılayan dizilerdi.

Sadece TRT döneminde değildi bu diziler. Çoğu özel televizyonlar tarafından yayınlandı ve dediğim gibi on milyonlarca insan izledi, televizyon kuruluşlarına da bol bol para kazandırdı üstelik.

Evet, Türkiye dizi film ihracatında ABD’den sonra dünya ikincisi. Büyük bir başarı ancak yurtdışı satıştan elde edilecek gelir için Türkiye’yi gözden çıkarmak da gerekmez. Bakın bir nesil ziyan edildi, ikinci jenerasyon da gitmek üzere ve ülkemizin 22 yıldır iktidarda olan muhafazakâr hükümeti de öylece seyretmekte durumu.

Beni bilirsiniz. Türkiye’deki milyonlarca insan gibi seküler yaşam tarzı sürdüren bir insanım. Dindar değilim yani. Ama bu, ülkemizin ortalama ahlâki değerler skalasının altına düşen, hatta yerlerde sürünen bir ahlaksızlık düzenine, güzel geleneklerimizin yok edilmesine, dini değerlerimizin ayaklar altına alınmasına karşı olmayacağım anlamına gelmiyor. Dizilerde gördüğüm ve bu yüzden günümüz hayatına yansıyan durum maalesef bu. Mesele dizilerde sadece çıplaklıkla ya da kimin eli kimin cebinde konularla çekilmiş konularla da sınırlı değil. Her dizi mutlaka mafyatip tipler, çeteciler, birbirlerini öldürüp duran, kara paranın peşinde koşan, aile bireyleri dâhil herkese yalan söyleyip kazık atan ama bundan dolayı da hiçbir bedel ödemeyen, yasadışı yollardan kazanılmış paralarla hikâyelerin içine girmiş olan karakterlerle dolu.

Geçen gün tv100’de tartışma programındayım. Telefonuma bir öğretim üyesi dostumdan mesaj geldi. O sırada yine bu tarz dizilerden birini (adını da yazmış) izliyormuş. “Abi işi gücü bırak şu diziye bak. Sana söylüyorum, çocukluğumuzda Dallas dizisi vardı ya, o bunun yanında ÇAĞRI filmi gibi kalır” diye yazmış. TRT tarafından hayatımıza sokulan ve ahlaki deformasyonun ilk ikonik dizisi olan Dallas'ı aklıma getirdiğimde ona hak verdim. Hakikaten bir hayli naif kalıyordu günümüzün dizilerinin yanında.  

Efendim yurtdışına satıyorlarmış. Orası da ayrı bir muamma. Rekabet Kurumu müfettişleri dünkü yazımda da belirttiğim gibi yurtdışı satış sözleşmelerini istemiş ve bilgisayarlarından gereken bilgileri almışlar bu arada. Sonuçlarını göreceğiz.

Öylesine masonik bir yapı gibi bu, aynı zamanda kendi içlerinde KARA LİSTELER de oluşturuyorlar. Bir tanesi, eğer türlü engelleri aşıp şu ya da bu şekilde bir kanalda dizi anlaşması yapmaya görsün. Her yerden engeli yer. Önceki yazımda anlattım. Misal, oyuncu ajansları da onların ellerinde. Yayınlatmak istediğin dizide diyelim ki ünlü isim K.T’u oynatmak istedin. Ama bir bakarsın ki o da bir MAMA’ya bağlı. Senin Black List’e alındığını o da bilmektedir. Öyle bir fiyat çeker ki feleğin şaşar. Hadi diyelim gözünü karartıp tamam dedin. Durun bitmedi. Bu kez“Diğer başroller için şu oyuncularımı da alırsan veririm” diyerek beş tane oyuncu adı sayar sana. Oysa sen o roller için çoktan beğendiğin birkaç oyuncuyla anlaşmışsındır.

Serbest gezen bu yapımcı dizisini her şeye rağmen çekip de yayına soktuğunda ise aniden MEDYA ve REYTİNG ayağı devreye girer. Medyadaki çakalları diziyi ilk bölümden itibaren kötülemeye, üzerinde tepinip hata üstüne hata bulmaya başlar. Daha ileriye gidip dizi başrol oyuncularından birinin defosunu ortaya çıkarıp itibarsızlaştırma kampanyası yürütürler. Reytingde ise dikkat çekmeyecek şekilde alt sıralarda “münasip” gördükleri bir yer bulunur sana.

Tuhaf biçimde Türkiye’de kimileri reyting ölçümlerinin hakkaniyete uygun biçimde yapıldığına inanıyor. Sonuçta dizi en iyi ihtimalle 13 bölümde, normalde ise dört bölümde kaldırılır yayından. Serbest gezen yapımcı, yönetmen ve senaristlerden biri daha böylece sektör mezarlığına defnedilir iflas ettirilerek.

Ama işin ilginç yanı bu masonik ve mafyatik yapının bir ayağı da TRT’de. Kimse kusura bakmasın TRT’deki kripto yapılanma hâlâ çok etkin. Kendilerini bu yapıya sevdirmeye çalışan ve onlarla birlikte iş yaptığı için çok “profesyonelce” davrandıklarını sanan bir yöneticiler kadrosu da iş başında TRT’de. Beni arayan bir yönetmen Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle yurtdışında, tamamen yabancı oyuncularla çektiği filmini TRT’ye satamamış. Tabi adlı bir dijital kanal kurmuş olan TRT de bu bağımsız yapımcı ve yönetmenlerin ipini çekmekten geri durmamış anlayacağınız.

(*) https://www.tv100.com/kartellesen-dizi-sirketleri-ve-oyuncu-ajansi-mama-larina-baskin-makale-783458