İki ileri bir geri adım atmak İYİ Parti’yi yıpratıyor
Seçimden önce Meral Akşener gayet ısrarlı bir biçimde “kazanacak aday” vurgusu yaptı ve Kılıçdaroğlu’nun seçim kazanamayacağını ima etti.
Ve gündeme Kılıçdaroğlu’nun adaylığı gelince 6’lı masadan kalktı.
Kalkmakla kalmadı masaya ve Kılıçdaroğlu’na karşı çok ağır ifadeler kullandı.
Aradan iki, üç gün geçti. Meral Hanım adeta tükürdüğünü yaladı ve belediye başkanlarının başkan yardımcısı olması formülüyle masaya döndü.
Sonuçta önce kalkıp sonra geri dönmenin İYİ Parti’ye faturası ağır oldu.
Ciddi şekilde oy ve güven kaybettiler.
İki ileri bir geri adım atmak İYİ Parti’yi yıprattı.
Bugünlerde aynı hatanın bir benzerini tekrar ediyorlar.
Akşener 26 Ağustos’ta “Biz yerel seçime kendi adaylarımız ile çıkacağız” dedi.
Kılıçdaroğlu’nu ve CHP’yi yerden yere vurdu.
Siyaseten bir üçüncü yol perspektifi çizdi.
Sonra Parti Sözcüsü Kürşad Zorlu, “İstanbul ve Ankara’da da kendi adaylarımızla çıkmaya hazırlanıyoruz” dedi.
Buraya kadar her şey tutarlı görünüyordu.
Fakat dün Fatih Altaylı’ya konuşan Akşener bu açıklamayı birden yumuşattı.
“Aday isimleri üzerinde anlaşmalar, uzlaşmalar olabilir. Ortak adaylara kapalı değiliz ama bu her halükârda destekleriz anlamına da gelmez” dedi.
Kızmasınlar ama bu tür tutarsız ve kararsız davranışlar seçmenin İYİ Parti’ye olan güven duygusunu sarsıyor.
Meral Hanım artık bir karar vermeli…
CHP’yle iş birliği yapacak mı yapmayacak mı?
Yapacaksa başta Genel Başkanı olmak üzere CHP’ye neden bu kadar sert sözlerle yükleniyor?
Kendi adaylarıyla çıkma konusunda cesaret ve kararlılığı yoksa neden 26 Ağustos’ta “Her parti kendi adayıyla yarışsın” dedi?
Bu haliyle kafası karışık bir parti izlenimi uyandırıyorlar.
Daha fenası “İYİ Parti pazarlıkta el yükseltiyor” açıklamalarını haklı çıkarıyorlar.
Başkalarına yürekli olma çağrısı yapıp kendileri kararsızlık izlenimi verirlerse bırakın oy artırmayı mevcut oylarını korumaları bile zor olacak.
AK PARTİ’DE ADAYLIK REKABETİ KIZIŞIYOR
Dün sabah haberlere bakarken karşıma bir fotoğraf karesi çıktı.
Eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, İstanbul depremini konuşmak için Prof. Dr. Naci Görür ile buluşmuş.
İstanbullulara “İşi ehline danışarak planlıyoruz” mesajı vermesi açısından doğru bir hareket.
Aslında bu fotoğraf bir İstanbul milletvekilinin seçmenlerine verdiği mesajdan ziyade adaylık yarışında kendini hatırlatma hamlesi olarak okunmalı…
AK Parti’de İBB adaylığı konusunda rekabet kızışıyor.
Seçimden önce Kurum’un adaylığına neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu.
Katıldığı yayınlarda İstanbul için kentsel dönüşüm planlarını anlatmaya başlamıştı.
Daha önce Erdoğan’ın aday olduğu sıradan milletvekili adayı gösterilmesi nedeniyle kendisine “Erdoğan’ın prensi” deniliyordu.
Fakat son birkaç ay içinde ne olduysa oldu ve Kurum adaylar arasında bir aday durumuna düştü.
Cumhurbaşkanı ile arasının açıldığı dedikoduları yayıldı.
Adil Karaismailoğlu, Tevfik Göksu, Süleyman Soylu, Ergün Turan, Şadi Yazıcı’nın isimleri dillendirilmeye başladı.
(Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da bu listedeydi ama o açıklama yaparak gündeminde olmadığını beyan etti.)
Bence Cumhurbaşkanı bilinçli olarak bu isimler arasındaki rekabeti serbest bırakıyor ve şimdilik uzaktan izliyor.
Aday belirleme günü geldiğinde saha araştırması ve temayül yoklaması yaparak kazanma ihtimali en güçlü adayı belirlemeye çalışacak.
Tüm bu belirsizliğe rağmen Murat Kurum en iddialı aday pozisyonunu koruyor.
İMAMOĞLU ÜZERİNDEKİ YARGI SOPASI KALDIRILMALI
AK Parti’nin adaylarını konuşurken İmamoğlu’nu hesaba katmamak olmaz.
İktidarın bu konuda hızlıca atması gerek bir adım var ki o da İmamoğlu’na siyasi yasak ihtimalini ortadan kaldırmak…
Kamuoyunda “ahmak” davası olarak bilinen davada birkaç gün önce önemli bir gelişme yaşandı.
HSK, İmamoğlu’na verilen cezanın istinaf aşamasına bakacak heyetin başkanı ve bir üyesini görevden aldı.
Bu durum bir kez daha davanın akıbetine dair kafaları karıştırdı.
İstanbul’dan yeniden aday olma niyetini açıklamış bir ismin üzerinde yargı sopasını tutmak siyasi etiğe uymaz.
Hele ki o dava AK Parti’ye yakın isimlerin bile savunmadığı, savunamadığı, ciddiyetten yoksun iddialara dayanıyorsa…
İmamoğlu bu davadan ceza alır ve siyasi yasaklı hale gelirse AK Parti kimi aday gösterirse göstersin kaybeder.
Üstelik sadece İstanbul’da kaybetmez, yeni bir vizyonla toparlama vaadinde bulundukları ekonomide de kaybeder.
Yeniden AB hedefinde de kaybeder.
Çünkü siyasetin yargıya müdahale ettiği algısı bir kez daha pekişir.
Bırakın seçmen kimi belediye başkanı olarak seçeceğine sadece adayların performansına bakarak karar versin.
Zaten sonuç şimdilik iki taraf için de garanti değil.
Her iki tarafın da avantajları ve dezavantajları var.
Muhalefetin en büyük avantajı 14 Mayıs’ta yapılan genel seçimde İstanbul’da Cumhur İttifakı’ndan daha fazla oy almış olması.
Son birkaç seçimdir İstanbul’da muhalefet önde. Demek ki sosyolojik olarak muhaliflerin sayısı daha fazla.
Fakat dezavantajları da var.
İmamoğlu popüler bir figür olsa da belediye başkanlığında ne kadar başarılı olduğu sürekli tartışılıyor.
Cumhurbaşkanlığı adaylığı ihtimali ve son olarak CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ile girdiği rekabet de onu epeyce yıprattı.
Üstelik İYİ Parti ve HDP kendi adayını çıkarmaktan söz ediyor.
Yani İmamoğlu için bu seçim çantada keklik değil.
AK Parti ise ekonomideki gidişat ve artan hayat pahalılığı nedeniyle dezavantajlı durumda.
Yine de projeci ve her kesimi kucaklayan bir aday ile İstanbul’u yeniden kazanabilirler.
Mühim olan adil bir yarış olması.
Bunun için de İmamoğlu davasının bir an önce sonuçlandırılması şart.
KİRALAMA VE SATIŞ ÖNCESİ DEPREM SERTİFİKASI ŞARTI NEDEN GETİRİLMİYOR?
Son günlerde İstanbul’da kiralık veya satılık ev bakıyorsanız aklınıza ilk gelen soru acaba bu bina sağlam mı?
Haliyle ev sahibine soruyorsunuz.
Yaygınlıkla şu yanıtlar geliyor:
“İBB’ye başvurduk ama çok sıra varmış gelip bakmadılar.”
“Bizim semtin zemini kayalık.”
“Ev sahibi burayı kendi oturacağı için çok sağlam yaptırmış!”
Eğer ki söz konusu yapı lüks bir muhitteyse buna bir de kibirli bir üstencilik ekleniyor.
Sanki böylesine pahalı bir evin sağlamlığını sorgulamak ev sahibine hakaretmiş gibi!
Sözde çok aydın, bilime inanan, medeni insanlar mesele kendi mülklerinin deprem güvenliği olunca birden bilimsel gerçekleri unutup savunmacı bir psikolojiye geçiyorlar.
Madem İstanbul’u depreme güveli hale getirmek istiyoruz, bu işi ev sahiplerinin gönlüne bırakmaktan vazgeçmek lazım.
Buradan hem iktidara hem de muhalefete sesleniyorum.
Meclis’ten yeni bir yasa geçirerek kiralık ve satılık tüm konutlara deprem güvenliği testi şartı getirin.
“Zaten arz az, var olan binalar da deprem yüzünden elenirse emlak fiyatlarını uçurur” gibi bir korkunuz varsa önce lüks konutlardan başlayın.
Belli bir kira bedeli veya satış bedeli üstünde olan yerler deprem güvenli sertifikası almadan el değiştiremesin.
Bu sertifika da kurul onayına tabii ciddi bir sertifika olsun.
Ahbap çavuş ilişkileri ile çürük binalara sağlam raporu verilemesin
Apartmanda ortak rıza şartını da kaldırın.
Ancak o zaman hızlı ve etkin bir dönüşümün önü açılabilir.
KILIÇDAROĞLU'NUN SİNİRLERİ ZORLAYAN SESSİZLİK POLİTİKASI
CHP Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener'in CHP'yi hedef alan konuşmalarına karşılık vermedi.
Cumhuriyet'ten Miyase ilknur'a bir açıklama yaparak, "Sayın Akşener’in sözlerinin yorumuna dayalı soruları yanıtlarsam Sayın Akşener’e saygısızlık yapmış olurum, nezaketsizlik yapmış olurum" dedi.
Bir nevi Akşener'den gelen tokat karşısında diğer yanağını da uzattı.
Yetmedi bir de CHP milletvekillerine sessizlik talimatı verdi.
Peki Kılıçdaroğlu neden bu ağır eleştiriler karşısında susuyor?
Çünkü yıllardır bu sessizlik stratejisi üzerinden başarı yakaladı.
Masada "Cumhurbaşkanı kim olacak?" meselesini son ana kadar konuşturmadı.
Akşener'in "Kazanacak aday" göndermelerine ses çıkarmadı.
Diğer dört lider ile arka kapıdan anlaşıp, bolca milletvekilliği dağıtarak adaylığını kabul ettirdi.
Şimdi aynı "Sus ve kazan" politikasını parti içindeki değişimcilere karşı da yürütüyor.
Genel Başkan değişikliği taleplerini duymazlıktan geliyor.
Kongrede kendisini destekleyen delegeler üzerinden yeniden seçilip bu tartışmaları unutturmak istiyor.
Seçim atmosferi yaklaştığında Akşener'i tekrar iş birliğine ikna edeceğini düşünüyor.
Sinirleri zorlayan bu sabırlı tavrı Gandhi'likten değil, benimsediği "sessiz ve derin" stratejiden kaynaklanıyor yani...
Şöyle geri dönüp bir bakınca bu taktiğin tuttuğunu, sonunda hep Kılıçdaroğlu’nun dediğinin olduğunu da kabul etmek lazım!