Kişisel tarihinizi sevin
Yemeyip yedirdiğiniz, giymeyip giydirdiğiniz, nar tanesi, nur tanesi, anacığınin bir tanesi bebeğinizi hevesle süslüyorsunuz.
Bir hafta sonra olmayacak, o karpuz kollu elbiseyi, o ponçikli ayakkabıyi, kocanızin veresiye veren esnaf bakışlari pahasına alıyorsunuz.
Öpup koklayıp binbir hevesle tombiğinize giydiriyorsunuz.
Sonra bir gün, kader bu ya; alamaz oluyorsunuz o ponçikli ayakkabıları. Hatta odun alamadığınizdan 20 gündür yıkayamadığınız bebeğinizi sonunda evdeki yün yatağı yakarak suyla buluşturabiliyorsunuz.
Günden güne süzülen o tombik bebeği de alıp memleketin yolunu tutuyorsunuz.
Ayağında ayakkabısı bile olmadığını gören dede, bakkala gidip hemen bir lastik ayakkabı kapiyor ayağına giydiriveriyor bebeğin.
32 yıl sonra o ayakkabı o bebegin önünde duruyor şimdi. O da kendi bebeğine giydirecek.
Düşmeyi, kalkmayı, "öldüm" deyip ölmemeyi, "yandım" deyip devam etmeyi temsil edecek.
Ve annemin daha şimdiden vasiyet ettiği üzere camdan koruyucuya konulup salonun baş köşesinde duracak.
Vel hasıl, ben kişisel tarihimi bir övünç nişanı gibi başımın üstünde taşıyorum;
Çünkü ne yöne gideceğimi bulmak için, geldiğim yolu takip ediyorum.