Korona virüsü bulaşacak diye koronafobik olmayın!
Tüm dünyada tehlike saçan korona virüsü psikolojiyi olumsuz etkiledi. Virüs koronafobiyi beraberinde getirdi. Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Nevzat Tarhan, koronafobinin ne olduğunu ve nasıl oluştuğunu açıkladı.
Koronafobi yaşayan kişiler korona virüsü tehdidiyle hiçbir yere dokunmuyor, insan ilişkilerini keserek evden çıkamıyor. Pencerelerini bile kapatıyorlar. Tarhan, bu kişilerin bir vaka olduğunu ve psikolojik destek alması gerektiğini önerdi.
Koronavirüs’le yeni bir kavramın hayatımıza girdiğini belirten psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Koronavirüs’le beraber hayatımıza koronafobi diye adlandırabileceğimiz yeni bir hastalık ortaya çıktı. Bu fobiler kişide kaçınma davranışlarını ortaya çıkarıyor ve hayatını önemli ölçüde etkiliyor” dedi. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kontrollü kaygının önemine işaret ederek stresin mutlaka kontrol altına alınması gerektiğini söyledi.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Koronavirüs’le hayatımıza yeni bir kavramın girdiğini belirterek “Şu anda Koronavirüs’le beraber ortaya yeni bir hastalık da çıktı diyebiliriz. Adına da Koronafobi denebilir. Bunun muhakkak psikolojik ve sosyal sonuçları olacaktır” dedi.
Mikrop korkusu: Mizofobi
Psikiyatride “mizofobi” denilen mikrop korkusu hastalığı olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu hastalık toplumda düşük bir oranda bulunuyor. Fakat bu oranın Koronavirüsü ile beraber artacağını öngörüyoruz. Fobiler insanı sosyal olarak kısıtlayan bir rahatsızlık. Korkulacak bir nesne olsa bile orantısız bir biçimde korku hissetmesi. Normal şartlarda sağlıklı kişileri tehdit eden durumlarda, stres var panik yok diyor bu kişiler, stresi kontrol edilemeyen bir biçime sokuyor ve panik haline getiriyor” dedi.
Kaçınma davranışı bireyi kısıtlıyor
Koronavirüs gibi kontrol edilemeyen durumlarda stres halinde kişide kaçınma davranışlarının ortaya çıktığını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kaçınma davranışları, kişinin davranışlarını da kısıtlıyor. Bu fobiler Koronavirüs gibi öldürücü olmuyor ama ciddi bir yeti yitimi yapıyor kişide. Kişi ailesiyle olan işlerinden, sosyal temaslarından, toplantılardan ve kalabalığın içine girmekten kaçınmaya başlıyor. Hatta bu tarz fobisi olan kişiler banyoya bile gidemiyor. Evinde eline çorap geçirmiş bir şekilde dolaşıyor, mikrop korkusundan kapı kollarına bile dokunamıyor. Normal şartlarda asgari hijyen kuralları vardır. Kişi böyle durumlarda asgari hijyen kurallarını birkaç kademe daha yükseltilebilir. Daha önce rahatlıkla parmağıyla asansöre, kapı koluna dokunan kişiler böyle kriz durumlarında dokunmamaya, çöp konteynerlerinin yanından geçmemeye daha çok özen gösterirler” diye konuştu.
Kontrol edilebilen stres kişiyi koruyor
“Kriz durumlarında kontrol edilebilen stres kişiyi korur ama kontrol edilemeyen stres kişinin kontrol duygusunu kaybettiriyor” diyen Tarhan, “Kontrol duygusu kaybolmuş kişi, arabayla giderken direksiyon hâkimiyeti kaybettiğinde nasıl stres ve panik duygusu yaşarsa o halde olur. Böyle durumlarda kişi korku, panik, heyecan ve tehdit duygusunu yaşıyor. Bu kişinin uykusu bile bozulur, bir müddet sonra takıntı haline getirir ve devamlı onu düşünmeye başlar. Rüyasına girer, aniden uyanır, stres bozuklukları dediğimiz durumlar ortaya çıkabilir” uyarısında bulundu.
Koronavirüs’ün küresel etkisi var
Koronavirüs’ün küresel etkisine de dikkat çeken Tarhan, “Daha önce böyle durumlar yaşandığında olay o bölgede kalıyordu. Fakat günümüzde medyanın ve iletişimin etkisiyle de bu tarz olaylar küresel olarak etki ediyor, travmayı bile küreselleştirebiliyor. Koronavirüs de bu olayın ciddi bir örneği. Şu anda İtalya’da hayat durmuş durumda. Bu tip durumlara karşı soğukkanlı olma durumu kişinin yaşam felsefesiyle ilgili. Kişinin böyle durumlarda sağlam inancı varsa, duygu eğitimini yapabilmiş birisiyse soğukkanlı kalmayı başarabiliyor” dedi.
Stres altında soğukkanlı kalma becerisi kazanmalı
Böyle durumlara karşı çocuklara, ergenlere veya bu konularda dürtü kontrol bozukluğu yaşayan kişilere stres altında soğukkanlı kalma becerisi kazandırılması gerektiğini belirten Tarhan, “Bu eğitimi görmüş ya da soğukkanlı kişiler stresi daha iyi yönetiyorlar. Bununla ilgili eğitim modülleri, beynin elektriksel aktivitesini düzenleyen tedaviler var. Bir işadamı tanıyorum ‘Bir milyar dolarlık bütçe yönetiyorum ama tansiyonumu yönetemiyorum’ demişti. Stres, kontrol duygusunu kaybettiriyor. Koronavirüs toplumda böyle bir etki yaptı” diye konuştu.
Popstar hekimlere dikkat! Ehil ve emin kişiler olmalı
Kamuoyunu ilgilendiren bu olaylar hakkında konuşarak toplumu bilgilendirmenin medyanın görevi olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Fakat burada medyanın muhakkak seçtiği konuşmacılara dikkat etmesi, işin ehli olanlardan görüş almaları gerekiyor. İki özellik önemli; ehil ve emin. Böyle kişileri konuştursun. Popstar olan hekimler var. Bunlar işin ehli de değil, emin de değil. Sırf ilgi çekmek için, alkışla beslenen kişiler toplumu yanlış yönlendiriyorlar. Medyanın da bu konuda, toplum sağlığını düşünmek adına işin ehli kişileri konuşturması gerekiyor” dedi.
Üniversite olarak farkındalığı önemsiyoruz
Koronavirüs salgını ile ilgili olarak Üsküdar Üniversitesi olarak bir karar aldıklarını belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Öğretim görevlileri dersten önce beş dakika Sağlık Bakanlığı’nın sitesine girip oradaki konuyu öğrencilerle birlikte okuyup tartışacaklar. Çünkü bilgi korkuyu azaltır, belirsizlik korkuyu arttırır. Halkın yönetime olan güveni zayıflarsa, yönetim açık ve şeffaf davranmazsa belirsizlik oluşur. Belirsizlik oluşunca da bir gemide kaptanın ne yaptığını bilmeyen kimse korkuya kapılır. Kaptan güven veriyorsa rahatlıkla yolculuğa devam eder” diye konuştu.
El temasından kaçınılmalı, gönül selamı yapılmalı
Koronavirüs salgınını ülke olarak nasıl kazanıma dönüştürmemiz gerektiğinin de düşünülmesi gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu tür olaylara karşı kriz yönetimi yaparak kendimizi nasıl geliştiririz onu düşünmeliyiz. Fakat bu günlük rutini bozmadan yapılmalı. Kişisel olarak alacağımız önlemler var. Günlük hayatta kişinin ağzının kurumaması gerek. En önemlisi kişi el temasından kaçınmalı. Bunun yanı sıra dirsek selamı ya da bizim kültürümüzde olan gönül selamını yapmalıyız. Karşımızdaki kişiye bir metreden daha fazla yaklaşmamalıyız. Herkesin virüs bulaştırma riski var diye düşünerek ortamlarda bulunmak yerine bir metreden fazla yaklaşmamak, büyük toplantılarda uzun süre kalmamak gibi davranışlar önlem olarak yeterlidir” uyarısında bulundu.
Dijital dönüşüm mü hedefleniyor!
Aşırı zihinsel uğraşın ruh sağlığını bozduğunu ve koronafobi denilen rahatsızlık ortaya çıkabileceğini kaydeden Tarhan, “Böyle durumlar, mizofobisi olan kişilerin ruhsal bozukluğunu arttırır. Bunun orta ve uzun vadede şöyle bir etkisi olacak. Birçok ders toplantı online yapılacak. Bazıları bu salgının insanları dijital dönüşüme yönlendirmek için planlanmış olabileceğini düşünüyor. Ne olursa olsun burada korku değil kontrol edebileceğimiz durumdan kaçmamamız lazım. Kontrol edebileceğimiz durumların üzerine gidelim. Kontrol edemeyeceğimiz durumlar yaşarsak çevremizde onların tedavisinde sadece fiziksel değil psikolojik destek de gerekebilir” uyarısında bulundu.
Duyduğuna inanma, gördüğünün de yarısına inan!
Özellikle sosyal medyada dolaşan asılsız mesajlara karşı bilinçli olunması gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Eleştirisel düşüncenin bir yöntemi vardır ve halk arasında da çok bilinir. ‘Duyduğuna inanma, gördüğünün de yarısına inan.’ derler. Yani insanın bu tarzdaki yaklaşımlara muhakkak sorgulayarak bakması gerekiyor. Fotomontaj oluyor, ilgi çekmek ya da fenomen olmak istiyorlar. Bu tarz kişiler böyle şeyleri paylaşabiliyorlar ve bu hata yaptırtan bir durum. Doğrulamadan, gelen bir bilgiyi başkasına göndermemek gerekiyor” dedi.
Kriz yönetiminde ilk basamak krize hazırlıktır
“Kriz yönetimimin ilk basamağı krize hazırlıktır” diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan “Böyle bir şey çıkarsa ne yapacağım ve olayların gerçek nedenini bilirsem ne yapmalıyım diye sormak gerekir. İkincisi ise soğukkanlı kalmayı başarabilmektir. İnsanlarda korku duygusu çarpık ya da orantısız tepkilere neden olur. Burada da bir kriz var ve bizde olmadığı halde ciddi bir merak var. Konular evde, işte, her yerde koronavirüse geliyor. Bu travmanın etkisidir” diye konuştu.
Koronavirüs korkusu panik atağı tetikler
Panikatak olan, kaygılı kişilerin “Fiziksel bütünlüğüm bozulacak, aklımı kaybedeceğim, öleceğim” diye düşünen, ölüm korkusu yüksek olan kişiler olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şunları söyledi: “Batı’nın bu olaya Çin’den daha çok orantısız tepki vermesi, ABD’de sosyal sorunları daha fazla ortaya çıkaracak. Çünkü yaşam felsefesi çok önemli. Kişide ölüm korkusu varsa böyle durumlarda kaçınamayacağı şeylerdir. Ondan korkup korkmamak, ölümü karşılayıp karşılamamak kişinin tercihidir. Ölüm korkusu olan, daha önce ölümü düşünmeyen bir kişi zengin olsun, yoksul olsun, güçlü olsun ya da olmasın, bakan olsun olmasın hepsine bulaştı bu.
Hatta üst seviyede olanlar daha risk altında. Böyle kişilerde ölüm korkusu varsa panik daha çok artıyor. Şu anda yaşam felsefesi tutku derecesinde olan kişiler bundan daha çok etkileniyor. Sık sık doktora gidip tedbir almaya başlar. Panik hastası olan kimse muhakkak uzmanına danışsın. Hastalık değişmez ama hastadaki materyaller değişebilir. Daha önceki korkusu kalp krizinden ölmek ise şimdiki korkusu koronavirüsten ölmek olur. Kişinin tedavide bunu kullanması gerekiyor.”
Diğer salgınlardan çok farklı!
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Koronavirüs ciddi bir hastalık. Diğer grip salgınlarından çok farklı. Çünkü akciğer ve kalpte ciddi şekilde doku hasarı yapıyor. Ani ölümlere sebep olabiliyor. Ama yine de ortalama ölüm oranı toplumda %3’ü geçmiyor. Özellikle ileri yaşlarda olanlar yani 65 yaş ve yukarısı ve bağışıklık sistemi bozuk olanlar, sigara kullananlar tıpkı 70-80 yaşında bir insan gibi risk grubunda” diye konuştu.
Doğal korku fobi değildir!
Türkiye’de de iki koronavirüs vakasının çıktığını, haklı olarak toplumda bir endişe havasının oluştuğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kolonya fiyatları, makarna fiyatları, marketlerdeki rafların halinin ne kadar etkilendiğini görüyoruz. Demek ki burada orantısız bir tepki var. Orantısız tepkinin olduğu yerde fobiden bahsediyoruz. Doğal bir korku fobi değildir. Ama orantısız tepkiye korku denir. Korku ve stres durumunda da vücut enerji artıran bir duruma giriyor. Tehdide karşı soğukkanlı kalabilme tepkisi.
Kontrol duygusunu kaybetmiş kişilerde ‘Aklımı kaybedeceğim, öleceğim, kötü bir şeyler olacak’ diye düşünceler ortaya çıkıyor. Geceleri uykuları kaçıyor. Böyle durumlarda beyin daha çok stres hormonu salgılamaya başlıyor. Stres de bağışıklık sistemini baskılıyor. Farkında olmadan korktuğumuz şeyi çağırıyoruz. Bağışıklık sistemi baskılanınca virüsün bulaşma ve hasta etme olasılığı daha da yükseliyor. Böyle durumlarda virüse karşı savaş açarken farkında olmadan kendimizi virüse daha yatkın hale getiriyoruz” uyarısında bulundu.
Stresin psikosomatik etkisi…
Vücudun bir anlık stresi birkaç saatte toparladığına dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kontrollü kaygının önemli olduğunu belirterek şunları söyledi: “Kişide bu durum sürekli devam ederse, 60 dakikanın 55 dakikasında kişi bunları düşünürse bu kronik yüksek stres demektir. Beyin asit özellikli kimyasallar salgılıyor. Onlar da damar direncini artırıyor, mide bağırsak salgısını bozuyor, cilt direncini bozuyor ve bu durumda kişi bağışıklık sistemini baskılıyor. Alarm bir durum olduğu için vücut kendisini savaş veya kaç psikolojisine göre ayarlıyor. Bu durum kişide uzun sürerse bütün enerji kaynakları tükendiği için bağışıklık sistemi çöküyor, vücutta uyuyan hastalıklar da uyanabiliyor.
Stres kontrolü gerekiyor
Koronafobi dediğimiz stresi daha çok davet etmiş oluyoruz. Ama stresten kaç dedikçe de insan daha çok stres içerisine giriyor. Burada önemli olan kişilerin stresini kontrol edebilmesi gerekiyor. Stres var ama panik yok anlayışına göre hareket ederse kişiler herkes çok daha rahat eder. Şu an zaten dünyada örnek gösterilecek bir şekilde kriz yönetimi var. Bizim de bu konuda geminin kaptanına güvenmemiz lazım. Bu dönemin böylelikle en hafif şekilde geçmesini sağlayabiliriz. Kontrollü bir kaygı olmasında problem yok. Tedbir almak da önemli tabii ki. ‘Bana bir şey olmaz’ yaklaşımı da çok tehlikeli.”